Metin Boran
“Hele, ‘artık demir almak günü gelmişse zamandan’ desem acaba ne olurdu? Hoşça kalın!” (23 Ocak 2017) Oyun yazarı, şair, çevirmen ve oyuncu Coşkun Büktel, (1950) Hafıza Çöplüğü adlı internet sitesinde bir anısını anlatırken kurduğu bu cümleden yaklaşık 22 ay sonra aramızdan ayrıldı.
Coşkun Büktel, yaşamı, yapıtları ve yazılarındaki sert üslubu ve tavrıyla en çok tartışılan isimler arasında oldu tiyatro ortamında. Dışlandı, insanlar çevresinden uzaklaştı, mahkemelere düştü. Ama o söyleminden vazgeçmedi ve hiçbir konuda tavrından ödün vermedi.
Büktel, İzmir’de memur bir ailenin beş çocuğundan en büyüğü olarak hayata atıldı. Çocukluğundan bu yana hayatını çeşitli işlerde çalışarak kazanmaya çalıştı. Simit satıcılığı, dolmuş muavinliği, matbaa çıraklığı, büfe kasiyerliği, bulaşıkçılık, tezgâhtarlık, pazarlamacılık, seyyar kitapçılık, resepsiyoncu ve filmlerde figüranlık olmak üzere hemen her alanda alın teri döktü.
1981 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Filolojisi bölümünden mezun oldu. Bu yıllarda başladığı profesyonel yazarlık serüveninde önemli yapıtlar sürdü piyasaya. 1990’lı yılların başında yazdığı Theope adlı tragedya tiyatro ortamında tartışmanın odağına yerleştirdi adını. Theope kimine göre intihal, kimine göre kötü yazılmış bir oyun, kimine göreyse bir başyapıttı. Tartışmalar bu minvalde sürerken Büktel metnini göklere çıkarıyor ve oyunun dili, kurgusu ve şahısların derinliği ve bütünlüğü bağlamında Türkçe yazılmış en kıymetli oyun olduğunu savunarak tartışmaları bertaraf etmeye çalışıyordu. Prof. Selçuk Erez oyun için “Theope, Freud okumuş bir Sophokles’in oyunu olabilirdi.” diye yazıyordu. Bu tartışmalar devam ederken oyun hem Devlet Tiyatrosunda hem de İstanbul Şehir Tiyatrosunda sahneleniyor ve Coşkun Büktel bu yorumları beğenmiyor ve oyunun vandalca tarumar edildiğini savunarak sorumlulara karşı atağa geçiyordu.
Theope’nin sahnelendiği yıllarda yorumlardan hoşnut olmayan Büktel kuramsal yazılarla kişi ve kurumları hedef alan yazılar yazarak şimşekleri üzerine çekiyor ve ilgililerden tepki devşiriyordu. Yazılarında yerleşik anlayışları sarsıyor, akademiyi ve tiyatronun önde gelenlerini hedef tahtasına koyuyor ve cesurca saldırıya geçiyordu. Bu yazılarını “Yönetmen Tiyatrosuna Karşı” adıyla kitaplaştırıyor ve bulduğu her mecrada kendi anlayışını savunuyordu.
Bir dönem Evrensel Kültür Dergisi’nde yazan Büktel, muhalif tavrını bu mecrada da sürdürmeye devam ediyordu. Bu yıllarda zamanının çoğunu kendisini ve yapıtlarını eleştirenlere karşı yanıt yazmakla geçiren Büktel bir yandan da çeviriler yapıyor yeni çalışmaların taslaklarını oluşturuyordu. Aynı yıllarda roman ve senaryo yazarak üretimine devam ediyordu. Aynı yıllarda ABD’li oyun yazarı Irwin Shaw’ın savaş karşıtı oyunu “Ölüleri Gömün”adlı oyunu çevirerek sahnelenmesini sağlıyor ve savaşa karşı tavrını da ortaya koyuyordu.
Coşkun Büktel üretken bir yazardı ancak piyasanın ahbap çavuş ilişkisi ile kuşatılmış olduğunun da farkındaydı. Muhalif ve kavgacı tavrından dolayı yapıtları, gizli bir el tarafından okuyucu-izleyici ile buluşması adeta engelleniyordu. Elinde son yıllarda yazdığı üç senaryo vardı. Fiyasko, İkinci Geliş ve Jigolo adındaki bu eserlerin ilk ikisini daha sonra roman yazdı ve basımını sağladı.
Üzerinde yaşadığımız topraklarda sanat edebiyat çevrelerinin, içerden birisinin ortama dönük sahici, nesnel eleştirilerini hiçbir zaman hazmedemediği biliniyor. 1970’lerde aktör Cahit Irgat’a yapılanlar ve sonrasında tiyatro eleştirmeni ve Oyun dergisi editörü Günay Akarsu’nun aynı gerekçe ile tecrit edilmesi ve yok sayılması bu dönemde Coşkun Büktel ile devam etti maalesef. Bu üç isim de, sanat ortamında var olan, amiyane tabirle söylersek, dönen dolapları, torpilli ilişkileri ve kirli işleri, cahillikleri, yetersizlikleri ve sahte “itibarlı adam” portresini, putları, soytarıların oluşturduğu duayenleri söz ve eylemleriyle eleştirerek deşifre ettiler ve bu girişimlerinin bedelini yok sayılmakla ödediler.
Coşkun Büktel ile en son sanırım 4 ay önce, İstiklal Caddesi’nde karşılaştık, ayaküstü sohbet ettik. Yorgun ve usanmış görünüyordu. Ama öfkesi hâlâ diriydi. Sağa sola küfürler etti yine.
Bakın Ekim 2016’da ne yazmış; “Yaşama üslubumu ve tercihlerimi yüzlerine tükürülmüş gibi algılayanlar, beni aptallık ve duygu sömürüsüyle suçlayarak kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Tam tersine; aslında onlara benzememi, yani onlara boyun eğmemi, duygu sömürüsü yapmamı kendileri talep ettikleri için… Ve her bedeli göze alarak bu talebi reddettiğim için, beni aptal sanıyorlar… Onlara benzemediğim için, beni ben yapan değerlere en küçük saygı duymuyorlar… Ve onlara hiçbir kötülük etmediğim halde beden nefret ediyorlar…”
Güle güle THEOPE’nin yaratıcısı… Toprak kabul etsin asi delikanlı… Işıklar içinde ol…
1 Yorum
Merhabalar, Metin Boran.
Yazınızı okuduğumda sizin de imzacısı olduğunuz tiyatro alanında küfür ve hakaret yayıncılığına karşı yürütülen kampanyanın (http://www.tiyatrodunyasi.com/2009/05/temiz-tiyatro-imza-kampanyasi-sona-erdi-40299) bir veri olarak yazıda yer almamasını eksik bulduğumu belirtmek isterim.
Bu veri eksikliği ve “öfke” kavramının kime ve neye karşı olduğunun net tanımlanmaması kafamda yazıya dair birçok soru işareti oluşturdu.
Amacımız tarihe not düşmekse, Türkiye tiyatro tarihine kimin, hangi somut veriler ışığında nasıl katkı sunduğunu yeniden ele almak gerekliliğini belirtmek istedim.