Kapitalizmi Ortadan Kaldırmak ve Ataerkiyi Altüst Etmek

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Çeviri / Romola Garai, oyun yazarı Ella Hickson ve yönetmen Blanche McIntyre ile tiyatronun içerik ve üslup bakımından nasıl korkusuz olması gerektiği üzerine.

Independent, 24 Nisan 2018, Çeviri: Ahmet Berk Büyükyılmaz, Tolgahan Ener

Romalo Garai, Almeida Tiyatrosu’nda The Writer oyununda sahnede (Manuel Harlan)

The Writer [Yazar], genç bir kadın ve ondan yaşça büyük bir adam arasındaki çatırdayan ilişkiyle açılır. Adam yönetmen, kadın yazardır. Adam gücü elinde tutmaktadır ve kadının hiddetinin ticari potansiyelinden etkilenmiştir.

Zira kadın, dünyanın durumundan, kapitalizmin ve ataerkinin sistemik baskısından ve tiyatromuzun bunun karşısındaki acizliğinden dolayı öfkelidir. “En son ne zaman en azından yarı canlı görünen bir şey izledim, hatırlayamıyorum. Peruklar, yeni ayakkabılar, sıkıcı şeyleri berbat biçimde yapan ünlüler… paranın kokusunu alabiliyorsunuz.

Çoğu İngiliz tiyatrosu böyle tanımlanabilir. Ayrıca bu gösteride yer alan parlak, genç kadınlardan oluşan rüya takımın gerçek hisleri de bu yönde.

The Writer, son oyunu Oil de Kuzey Londra’da The Almeida’da sergilenmiş olan Ella Hickson tarafından yazıldı. “Yazar” karakterini Suffragette ve The Hour adlı eserlerle ünlenen Romalo Garai canlandırıyor, oyunun yönetmeni ise Blanche McIntyre. Yılın ilk güneşli gününde, hep birlikte tiyatro yakınındaki sarı kırlangıç otlarıyla bezenmiş çimlere oturduk ve öfke hakkında konuştuk.

Oyun yazarı Ella Hickson (Peter Hickson)

Hickson’a, oyunda kurgulanan yazar karakteriyle aynı öfkeyi hissedip hissetmediğini sorduğumda “Bu karakter politik olarak bana çok uygun” yanıtını veriyor. “Bu korkusuz bir öfke: Ben de gerçekten bu kadar yüksek sesle bağırmaktan korkmuyorum. Sanırım insanların oyunlarımı daha az karşı çıkarak sahnelemeye başlayabildiklerini fark ettim. Böyle bir konumdayken zorlu şeyleri söyleme sorumluluğunuz oluyor. Yalnızca daha kolay olanları söylemek hiçbir anlam ifade etmiyor…”

McIntyre iğneleyici bir dille ekledi: “Yoksa Noel Coward’a[1] dönüşürsünüz.”

Hickson, McIntyre’a katılıyor. “Kesinlikle. Bunun gaddarca olduğunu düşünüyorum. Neden elde ettiğiniz azıcık gücü başka insanların biraz güç kazanması dışında her şey için kullanırsınız anlamıyorum.”

Yani oyun ne anlatmak istiyor? Tiyatronun işlevinin sürekli sorgulanması biraz içe dönük görülebilir. Ancak bu durum aynı zamanda, sanatın ticari anlayış tarafından nasıl yutulduğu, kadınların yaratıcı seslerinin güçlü erkekler tarafından nasıl sindirildiği, kısıtlandığı ve sömürüldüğü, ayrıca erkek bakışının kültür tüketimimiz üzerinde nasıl tahakküm kurduğu üzerine daha kapsamlı argümanlar üretilmesini sağlıyor. Bir potansiyele sahip. Aynı zamanda da güncel görünüyor.

The Writer son birkaç ayda herhangi bir gazetede yer alabilecek bir sahne içeriyor: Yönetmen karakteri, genç yazara yakınlaşmadan önce onun yeteneğini övüyor.

Tiyatronun cevvalliği ne kadar heyecan verici! Okurken böyle düşündüm. Almeida’nın bir #MeToo oyununu birkaç ay içinde sahneleyebilecek kadar hızlı bir programlama yapması nefes kesici.

Ancak The Writer bir #MeToo oyunu değil.

Daha doğrusu yalnızca bir #MeToo oyunu değil.

Hickson, oyun metnini sanat yönetmeni Rupert Goold’a Weinstein hikayesi ortaya çıkmadan üç gün önce göndermiş. Çoğu yazar ne kadar öngörülü olduğu kanıtlanınca sevinirdi, ama Hickson oyun hakkında endişeli: “O anlatıda sıkışıp kalmak, sıkıcı ve indirgemeci geliyor.”

Hickson yalnızca cinsellikten değil paradan da bahsetmek istiyor.

Çünkü millet, bütün bu yaşlı yönetmen-genç yazar kinayesi bir metafor. “Ticarileşmenin sömürüsü hakkında birisi on dakikalık bir konuşma yapsa, herkes uyuyakalır. Bahsetmek istediğiniz konuda dramatik aksiyon oluşturan, insanlar arası bir etkileşime ihtiyaç duyarsınız” diyor yazar.

“Ticari sömürünün insan olarak eşdeğeri nedir? Genç bir sanatçıyı seks için sömüren yaşlı bir adam. Durum, ‘bırak da bu heyecan verici hikayeyi arka cebimden çıkarayım’dan ziyade budur”.

Romola Garai The Writer oyununda (Manuel Harlan)

Harvey Weinstein bornozlayken onunla yaşadığı bir karşılaşmayı dile getirmiş olan Garai de Hickson’un hayal kırıklığını paylaşıyor. “Weinstein hakkında gazetecilerle aranızda geçen diyaloglar da böyle: Onlar seks hakkında konuşmak istiyorlar, siz para hakkında konuşmak istiyorsunuz. Sizin bu durumun içinde olmanızın tek sebebi para, paranın nasıl dağıtıldığı ve şirketlere kimin sahip olduğu… Oyun da bu noktaya değiniyor. Cinsiyet hakkındaki bir tartışmayla açılıyor ama sonunda daha ziyade paradan bahsediyor.”

Ayrıca oyun kendisini de tartıştırıyor: The Writer kendisi üzerine oldukça düşündürüyor. İçe dönüklüğünü koruyor, böylece her sahne bir önceki sahnenin gerçekliğini ve politik anlamını sorgulamanızı sağlıyor. Açılış sahnesi tam anlamıyla yapıbozuma uğramış: Çünkü aslında basmakalıp şaşaalı diyaloglar politik anlamı tam olarak yansıtmaya yetmiyor. Biçimin kendisi devrimsel olmalı.

Garai “Bu oyunda çok yeni olan şey, formel noktaların ve politik argümanların aynı anda ve birbiriyle ilişkili bir biçimde kullanılması” diyor. Bu durumun düşündürücü bir şekilde nadir olduğunu belirtiyor. “Son on yılda West End’e geçenler dışında öne çıkan bir oyunun, açıkça politik olduğunu düşünmek zor.”

Hickson, Garai’nin karakteri bir yazar olarak niyetini “kapitalizmi ortadan kaldırmak ve ataerkiyi altüst etmek” olarak açıkladığı anda en büyük kahkahalardan birinin kopmasının içler acısı olduğunu ekliyor.

“Bunu yapmaya yalnızca yeltendiğinde dahi büyük bir kahkaha kopuyor. Bu meselenin gülünç geldiği noktada hiçbir politik değişim gösteremeyeceğinizi kabul etmiş olursunuz” diyor Hickson belirgin bir hayal kırıklığıyla.

Garai “bu durumun planlı bir şekilde gerçekleştiğini” iddia ediyor. “Kapitalizmi toplumun gelişmesi için bir yol olarak gören” neslin, kesinlikle kasıtlı olarak, sanatın dünyayı değiştirebilme gücünü vurgulayan sanatsal hareketleri “aptal” kalıbına soktuğunu belirtiyor.

The Writer’ın meydan okuyan biçimi ve içeriğinin çifte tokadı seyirciyi ikiye böldü. Bazıları oyunu çok sevdi, bazıları da tam anlamıyla nefret etti.

Hickson “Oyunu beğenen insan grubu ile beğenmeyen insan grubunun bu kadar belirgin bir şekilde tanımlanabildiği bir oyun hiç yapmamıştım” diyor. Cinsiyet politikalarıyla ilgilenen genç, queer kitle aklını kaçırdığı halde “daha ziyade sıradan güzel bir gece geçirmek için gelen insanlar oyunu biraz fazla rahatsız edici buldu” şeklinde ifade ediyor yazar; gülümseyerek şunu ekliyor: “Yaşlı erkek grubu kendi klişelerini kasıtlı bir şekilde reddediyor.”

Yine de amaç bu seyirciyi uzaklaştırmak yerine bir tartışma açmak. McIntyre tiyatroyu “herkesin düşünceleri için bir makine olarak kullandığı, yurttaşlık işleriyle ilgili bir şey”, bir araç olarak görüyor.

Blanche McIntyre The Writer yönetirken (Manuel Harlan)

Ancak tiyatro bunu etkin bir şekilde yapacaksa içeriden bir değişim göstermeli. McIntyre’a göre tiyatral sahamız “daha fazla kadın yazar görevlendirerek, farklı arka planlardan gelen yazarlar görevlendirerek, orta sınıf olmayan yazarlar görevlendirerek” hemen canlanabilir.

Bu seslerin görevlendirilmesi “milyonlar kazandırabilecek oyunlara ihtiyaç duymaktan vazgeçmeye bağlı. Bunu yapma ihtiyacı varsa eski klasiklerinize başvurmak zorunda kalırsınız” diyen McIntyre tiyatro endüstrisinin aslında mevcut ekonomik zorunluluklar üzerinden yürütüldüğünü söylüyor.

Sıklıkla, riskli görülen yazarların omuzlarına mantıksız ve üstü kapalı bir ağırlık yüklenir. Örneğin beyaz erkeklerin hata yapma şansı varken diğer insanların yoktur. Hickson, kadın yazarların erkek sanat yönetmenleri tarafından sürekli bir “yeniden yazma cehennemi”ne atılmasına karşın erkek yazarların kendi işlerini “birkaç küçük değişiklikle büyük sahnelere koyabildiklerini” belirterek bunun dramaturjik olarak da hissedildiğini söylüyor.

Garai “Nazik ve işbirlikçi görünmeye yönelik sosyal ihtiyaçları daha baskın olan kadın yazarlarla çalıştım. Bu yüzden işleri daha fazla yeniden yazım sürecine girdi” diye lafa giriyor. “‘Artık bunu yapmayacağım’ deme cesaretini göstermenin [kadınlar için] çok daha büyük bir sosyal bedeli var.”

Hickson alaycı bir şekilde “beni ‘parlak ama zor’ olarak tanımlayan iki-üç tane yönetmen var” diye ekliyor. “Ancak ben birlikte çalışması zor biri olduğumu düşünmüyorum. Böyle bir durumda [bir erkek]ustalıklı diye nitelenir, ancak ben zor olarak adlandırılıyorum.”

Haklılar: “Zor” cinsiyete bağlı görünen bir terim olabilir. Ancak belki de bu kelimeyi sahiplenmenin vakti gelmiştir. Tıpkı Trump’ı protesto eden kadınların “edepsiz kadın”ı[2] sahiplenmesi gibi. Sonuç olarak, Hickson’un konuşmamızın başında söylediği üzere, size bir ses verilmişse, onu zor şeyleri söylemek için kullanmalısınız.

[1] 1899—1973 yılları arasında yaşamış ünlü İngiliz oyun yazarı, şarkıcı, besteci, yönetmen ve oyuncu. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce savaş propagandası yürütmüş, halk üzerindeki etkisini Amerikan hükümeti ve halkının İngiltere’ye yardım etmesini sağlamak üzere kullanmak amacıyla İngiliz gizli servisiyle çalışmıştır. (ç.n.)

[2] 2016 ABD başkanlık seçimi sürecinde aday Donald Trump’ın karşı aday Hillary Clinton için kullandığı “nasty woman” ifadesi Trump karşıtı kadınlar arasında sembol haline gelmiş ve hareketin başlıklarından biri olarak kullanılmıştı. (ç.n.)

Paylaş.

Yanıtla