Bu yazı, 6. Nilüfer Tiyatro Festivali kapsamında, 9 Nisan Mart-15 Nisan 2018 tarihleri arasında Prof. Dr. Tülin SAĞLAM ve tiyatro eleştirmeni Yavuz PAK’ın moderatörlüğünde düzenlenen ‘Genç Eleştirmenler’ atölyesi kapsamında yazılmıştır. Bir hafta süren atölyeye İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü, Erzurum Atatürk Üniversitesi Sahne Sanatları Dramatik Yazarlık Bölümü, Dokuz Eylül Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık ve Dramaturgi ASD, Uludağ Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık ASD, Kocaeli Üniversitesi Dramatik Sanatlar Bölümü öğrencilerinden toplam altı öğrenci katılmış, atölye kapsamında altı oyun izlenmiş ve değerlendirilmiştir. Atölyenin sonunda öğrenciler tarafından kaleme alınan eleştiri yazılarını, kültür sanat ve tiyatro portalları Hürriyet Kitap Sanat, Tiyatro Dergisi ve Mimesis’te takip edebilirsiniz.
İbrahim Topal
Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu renkler arasında büyülü bir yolculuğa davet ediyor bizi, Zabel’in yolculuğuna. Aysel Yıldırım ve Duygu Dalyanoğlu’nun birlikte kaleme aldıkları Zabel, 1878-1943 yılları arasında yaşamış bir aydın olan Zabel Yesayan’ın yaşam öyküsünü konu alıyor.
BGST, yazdığı kitaplarda milliyetçilik yaptığı ve Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’ne tehdit oluşturduğu bahane edilerek hapse atılan, sonrasında da bilinmeyen bir şekilde hayatını kaybeden Zabel’i iki farklı düzlemde anlatmayı tercih etmiş. Oyunun başlamasıyla birlikte Zabel’i karanlık, renksiz bir hücre odasında görüyoruz. Büyük Temizlik operasyonlarının ardından atıldığı ve hayatının son yıllarını geçirdiği bu hücre odası oyunun birinci düzlemini oluşturuyor. Bu düzlem tutsaklıktan yorgun ve hasta düşmüş Zabel ile O’na, liderliğe karşı suç işlediğini itiraf ettirmeye çalışan genç, idealist bir sorgu memuru arasında geçen sahnelerden oluşuyor. Bu sahnelerdeki karanlık zaman zaman, sorgu memurunun kendinden emin adımlarla yanına gittiği, odada bulunan ayaklı projektörü açmasıyla kırılıyor. Zabel’in, karşısında küçüldüğü, gözlerini kısarak bakmak zorunda olduğu bu “dik nesne”, sorgu memurunun kendisinde bulduğu gücün kaynağını temsil ediyor. Siyasi bir suçla itham edildiğinden hücrede geçirdiği sürede kendisine kalem ve kağıt verilmeyen, bir nevi düşünce üretmesi yasaklanan Zabel için, kurtuluş yeniden doğumla mümkün oluyor ve böylece oyunun sabit tek dekorunun da yardımıyla rengarenk, aydınlık başka bir düzleme geçiyoruz. Doğum sahnesi gerçekleşirken, Zabel de yavaşça kelepçelerinden kurtuluyor ve hücrenin soğukluğunu bir an içinde olsa unutuyoruz.
Doğumu, çocukluk ve ilk gençlik yılları Zabel’in karakterini ve bir trajik kahraman olarak yazgısını tanımamızda önemli rol oynuyor. Örneğin, henüz küçük bir çocukken, okula kiraz getiren arkadaşının beslenmesini yere attıktan sonra evde annesinin azarına “Ben gerekeni yaptım!” diye karşı çıkması, yıllar sonra hücresinde soğuktan titrediği halde sorgu memurunun suçlamalarına karşı çıkan isyan cümlelerini daha da anlamlı kılıyor ve bütünlüyor.
Zabel’in iki farklı düzlemde iç içe kurgulanmış yolculuk ne yazık ki sahnenin renksiz, karanlık tarafında son buluyor. “Sizi dışarıda bir hayat bekliyor, yaşayın onu doyasıya. Gidin.” diyerek cesaretlendirdiği, yol gösterdiği genç öğrencisinin ardından ayağa kalkıyor Zabel ve oyun boyunca izlediğimiz, hayatında yer etmiş tüm kadınlara tek tek teşekkür ediyor. Hayatına renk katmış herkese… Oysa yeşilin, kırmızının, mavinin yanında gri de bir şeyler katıyor Zabel’in hayatına. Bu noktada, yine de emin olmamakla beraber, belki sorgu memuru da bir teşekkürü hak ediyordur diye düşünüyorum. Kimin, neden, nasıl suçlu olduğunu belirlemenin basitliği ve günümüzde “hâlâ” geçerli oluşu üzerine düşündürdüğü için…
Merci isimsiz sorgu memuru…
Merci Zabel !
*Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık ve Dramaturgi ASD, 4. Sınıf