İhsan Ata
Moda Sahnesinin yeni yılda (4 Ocak) prömiyerini yaptığı “Köleler Adası”, sınıfsal farklılıkları ortadan kaldıran, özgür toplum sloganıyla yola çıkan ve en önemlisi gündeme çözüm önerisi sunan bir ütopyayı ele alır. Herkesin eşit ve özgür olduğu bir adaya düşen 4 karakterin efendi köle ilişkisi üzerinden yer değiştirmesiyle yaşananların grotesk bir dille anlatıldığı oyun, kara komedinin en önemli temsilcilerinden biri olan Fransız yazar Marivaux’ya ait. Ezgi Coşkun’un dilimize kazandırdığı oyunun yönetmen koltuğunda Kemal Aydoğan, sahne tasarımında Bengi Günay, ışık tasarımında İrfan Varlı, koreografide Yeşim Coşkun, müziklerde ise Berkay Yiğitaslan var. Oyuncu kadrosu Alper Baytekin, Aslı İnandık, Buse Kara, Ekrem Yücelten ve Sedat Küçükay’dan oluşuyor.
Marivaux “Köleler Adası”nda ele aldığı konu itibariyle yaşadığı toplumun fotoğrafını çekiyor. Adaya düşen 4 karakterin yer değiştirmesiyle ortaya çıkan tabloyla bir deney yapıyor aslında. Sınıfsal farklılıkların ortadan kalkabileceği iddiasını ispatlayarak gösteriyor. Önce olanı sonra olması gerekeni göstererek çözüm için bir uzlaşma kültürü yaratıyor. Şovenist bir dil kullanmadan ucuz propagandaya yer vermeden değişimin kendi doğasından kaynaklanan o grotesk yapısıyla kendi modern köleliğimize kahkahalarla güldüğümüz bu sistemin içerisinde durup düşünmemizi sağlıyor.
Marivaux’nun yaşadığı dönemde toplumun yüzde 80’ni oluşturan kesimin çiftçi, kalan yüzde 20’sinin ise burjuva ve ruhbanların oluşturduğunu göz önüne aldığımızda yazdığı oyunla 300 yılda hiçbir şeyin değişmediğini söylemek sanırım mümkün. Her sistem kendi modern kölelerini oluşturmaya devam edecek ama Marivaux, ortaya koyduğu bu fotoğrafla böyle bir dünyanın mümkün olabileceğini düşündürüyor. Kısacası bir çözüm sunuyor. Diğer yandan Arlequin karakteri üzerinden bir de özeleştiri getiriyor.
Moda Sahnesi bu ütopyanın bir parçası olarak seyirciyle buluşmasını sağlamış. Tıpkı yazar gibi şikayetçi olduğu sistemde olanı değil olması gerekeni göstererek oturup halimize ağlamak yerine hala bir umut var diyerek seyircinin önüne bir fotoğraf karesi koymuş. Gerçekçi, inançlı, yalın ve başı dik bir anlatım diliyle gündemi yakasından tutup silkeleyerek farkındalık yaratmış. Zira repertuar seçimiyle derdinin olduğunu, kayıtsız olmadığını gösteriyor. Bu nedenle oyunun başarısı bir yana sadece metin seçimi için bile başlı başına teşekkürü hak ediyor.
Diğer taraftan bu kadar güçlü bir metin grotesk yapısıyla sınırda duran bir oyun. Abartıya açık ve karakterlerin karikatürize edilmesi gibi riskler taşıyor. Kemal Aydoğan tecrübesini konuşturarak bıçak sırtı bir dengede oyunu götürdüğünü görüyoruz ki inanın bu kolay bir iş değil. Ne istediğini bilmesi ve doğru kast oluşturmasıyla bu evhamlara olanak tanımamış. Muhteşem bir kast oluşturmakla başlamış işe. Karakterler doğru anlatılmış. Sınırları iyi çizilmiş. Örneğin; Trivelin’in empatinin kol gezdiği böyle bir adada ilk andan itibaren gerek ses tonu gerek gelen misafirlere yaklaşımı gerekse görüntüsüyle güven verdiğinin altı çizilmiş. Sayın Küçükay da sade ve yalın anlatımı ve bilge görüntüsüyle rolün hakkını fazlasıyla vermiş. Yine arka planda kalan Euphrosinc rolünde efendi Buse Kara ve diğer efendi olan Iphicrates rolünde Ekrem Yücelten daha iyi olabilirdi. Euphrosinc karakterinin karikatürize sınırında dolaştığını bazen yapay kaldığını gözlemledim. Şayet bu bir yönetmen tercihi değil ise.. Iphicrates karakterinin ise daha ilk andan itibaren efendi olabilecek o sert tavrından ziyade yumuşak bir geçiş yaptığını dönüşümlerin güçlü olmadığını düşündüm.
Şüphesiz sahneyi ateşe veren iki önemli karakter var ki son yılların gördüğü en güçlü karakterler olarak benim için şimdiden tiyatro tarihine adını yazdırdı. Arlequin karakteriyle Alper Baytekin, sahneye çıktığı ilk andan son ana kadar düşmeyen temposu, seyirciyi saniyeler içerisinde kahkahadan hüzne geçirmeyi başaran inançlı, tutkulu performansıyla şahane bir oyunculuk başarısı gösteriyor. Gelelim gecenin yıldızına.. Bir oyuncu düşünün ki kusursuz olsun. Karakterin tüm dinamizmini diplerine kadar yaşayıp bu kadar net ve temiz seyirciye geçirsin. Apak bir aydınlıkla bizlerin tiyatroya olan inancını geleceğe taşısın. 14 yıldır yazdığım bu alanda gördüğüm en iyi performanslardan birine imza atan, özellikle final sahnesinde kızarmış gözlerle attığı o tiratla oturduğum koltuktan sahneye fırlayıp ona sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlamayı hissettiren Cleanthis rolünde Aslı İnandık’a ne kadar teşekkür etsek az. İyi ki varsın dedirten nadir işlerden birine imza atıyor.
Oyunu dilimize kazandıran Ezgi Coşkun, arka planda bırakılmayı özellikle tercih etmiş dekor tasarımında Bengi Günay, ışık tasarımında İrfan Varlı ve elbette grotesk ögelerin bu kadar net seyirciye geçmesini sağlayan koreografide Yeşim Coşkun oyunun bir parçası oldukları için eminim çok gururludurlar.
Özetle, Moda Sahnesi Kemal Aydoğan önderliğinde Köleler Adası oyunuyla tiyatronun ne kadar onurlu bir yer olduğunu, tiyatroculuğun övünülecek bir meslek olduğunu üstelik böylesi bir dönemde bir kez daha hatırlatarak izleyicide Stendhal sendromu yaratıyor. Yaratıcı kadronun huzurunda saygıyla eğilerek bir kez daha ayakta alkışlıyorum.
Not: Oyuna bilet bulabilirseniz şayet 28 Ocak, 11, 25 Şubat tarihlerinde izleyin. İzleyin çünkü bu oyunla tiyatronun o iyileştirici gücünü göreceksiniz. İletişim: Moda Sahnesi, modasahnesi.com / 0216 330 58 00