Usta oyuncu, hocaların hocası Zeliha Berksoy yeni bir oyunla sahnede. Bertolt Bercht’in şiirlerinden derlenen ve yine yazarın müziklerini Kurt Weill’in yaptığı ünlü müzikali “Üç Kuruşluk Opera”dan şarkıların da bulunduğu “İnsan Neyle Yaşar”, Kenter Tiyatrosu’nda tiyatroseverle buluşuyor. Dünyada ve ülkemizde yaşanan toplumsal olayları, savaşa karşı verilen mücadeleyi ve haksızlıkları anlatan bir karşı duruş niteliğindeki tek kişilik oyun, Brecht’in 120. doğum yılına da bir hediye niteliğinde. Oyunda, bugüne bire bir cevap veren şiirlerin, metinlerin ve şarkıların yer aldığı “İnsan Neyle Yaşar”ın düzenlemesi Server Acim’e, dramaturgisi Aylin Alıveren’e, çevirisi ise Yılmaz Onay’a ait. Şu anda yaşanan savaşlar, adaletsizlik, yoksulluk için “bizim ve dünyanın bu kötü ve garip hali” diyen Berksoy ile yeni oyununu, sanatı ve bugünün politikalarını konuştuk.
-Oyunda günümüze göndermeler var. Sanki bugünü tarif ediyor gibi…
Brecht, adalet meselesini gündeme getiriyor, ‘Halkın Ekmeğidir Adalet’ diye uzun bir şiiri vardır. Sonra ekmeğinden olmamak için giderek insanların ne kadar yozlaştıkları, yanlışı savunmak zorunda kaldıkları, sonunda yanlışın bir numaralı savunucusu oldukları ve fakat onun sonunda gene de o savundukları taraf tarafından bir köşeye atıldıkları anlatılıyor. Bunlar bizim yaşadığımız şeyler yıllar içinde.
-Mesela iyilik meselesi var, sorular, sorgulamalar…
İyilik meselesi, iyisiniz neye göre iyisiniz? Nasıl iyisiniz? Kime hizmet ediyorsunuz? Dostunuz ne? Kimlerle dostsunuz? Kimlerin çıkarına hareket ediyorsunuz? gibi tabii sorgulamalar var. Nihayetinde de her metin çok değerli, mesela ilk başlangıcı “Yaşamak Karanlık Bir Çağda” diye başlıyor. Dolayısıyla bugün yaşamak diyeyim karanlık bir çağda.
“İnsan Neyle Yaşar”ı sahnelemeye ne zaman karar verdiniz? Çalışmalarınız uzun sürmüştür?
Geçen yıl yazdan beri ben bunu düşünüyorum. Yavaş yavaş bir dramaturji çalışması oldu; Aylin Alıveren’le bir masa başı yaptık. Kostümlerimizi yapan Sadık Kızılağaç… Dekor olarak sadece kanı düşündüm, yani sahnenin arkasında bir perde var ve bu baştan sona kanlı bir perde; kan sızıntıları var üzerinde. Ve oyunun ana konsepti bu, bunun üzerine şiirler, şarkılar geliyor. Ondan sonra büyük projeksiyonlar geliyor yani bütün sahneyi kapsayan, bazı yerlerde ben projeksiyonun içinde kalıyorum. Yani ben istedim ki çok büyük kanlı bir perdenin içinde ben oyuncu olarak daha ufak kalayım, yani böyle bir proporsiyon olsun istedim. Ve mesela Hitler faşizmini anlatan enstalasyon şeklinde, yoksulluğu anlatan büyük projeksiyonlar var. En sonunda da sahnede büyük bir atom bombası patlıyor ve bu atom bombasının içinden, çocuklar var atomdan kaçan oyun orada bitiyor.
-Bugünün sanat politikasını nasıl buluyorsunuz?
Tabii çok taraflı buluyorum, sanatçılara yani bunun içinde tiyatro, opera, senfoni, bale gibi bu sanatçı kesimine ne yazık ki hiç itibar edilmiyor, onlar yok sayılıyor ve hatta rahatsız edici bir yokluk. Bu çok acı verici bir şey; bu bizi çağdaş dünyadan çok uzaklaştırıyor. Çağdaş dünya demek köprüler yapmak, bilgisayarlar getirmek falan demek değil, onlar zaten altyapı hizmetleri. Çağdaşlık demek başta sanat, ondan sonra spor ve başka şeyler gelebilir ama çağdaşlık demek sanat demek. Size dünyanın kapısını açacak olan şey sanattır başka bir şey değil, ve bilim; sanat ve bilim. Şimdi böyle olunca tabii bilim insanlarının durumunu da bilmiyorum, oranın da pek parlak olduğunu zannetmiyorum. Üniversiteler, eğitimler zaten ortada, ama sanatçıların durumu… Yani dışlanmış desem, en güzeli küçümseniyorlar. Yani bu asla kabul edilecek bir şey değil.
‘Sanatçılar küçümseniyor’
-Geçmişten bugüne ne değişti peki?
Tamam 50’ler 60’lar bizde sanatçılar gayet iyiydi özellikle tiyatro sanatçıları ama 70’ler 80’ler özellikle şu 15-20 yıldır yeni kuşak öyle bir büyük enerji koydu ki. Yani bunu nasıl görmüyorlar bomba gibi patladılar; tiyatroda varlar, küçük salonlar, büyük salonlar her yerde oynuyorlar. Opera sanatçılarımız bizim hepsi birer uluslararası yıldız ben bunu öylesine söylemiyorum, bilerek söylüyorum, takip ediyorum. Çünkü biz biliyorsunuz opera ödülleri de veriyoruz, Atatürk’ün anısına; ilk operayı 1934’de oynattığı için Özsoy Operası’nı, her 19 Haziran’da biz Semiha Berksoy Opera Vakfı Opera Ödülleri veriyoruz ve bu ödülleri alanların hepsi yurtdışında, Viyana, Salzburg’da oynuyor… Berlin’de ben bir tanesini gördüm Deutsche Opera’da bizim sopranomuzun programda ismi vardı ve fotoğrafı var, bunlar öyle kolay işler değil. Almanya’nın birçok şehrinde oynuyorlar ve çok başarılılar, buradakiler de çok başarılı… Ama bu kadar görmezden gelmek, bu kadar elinin tersiyle itmek; maddi ve manevi olarak büyük bir baskı ve aşağılama altında tutmak hiç kimsenin hakkı da değil haddi de değil. Tiyatro sanatçıları aynı şekilde, enstrüman, piyanistler, kemancılar hepsi yurtdışında gidiyorlar konserler veriyorlar ama burada işte duyulmuyor, bilinmiyor..
-Geçen sene size verilen ödeneği geri vermiştiniz, bu sene?
Evet, Kültür Bakanlığı’ndan bu sene çok küçük bir ödenek aldık. Geçen sene bir ödenek vermişlerdi onu ben geri gönderdim, komik bir şeydi yani yakışmayan bir şeydi. Bu sene de ona benzer bir şey gönderdiler. (Oyun, 10 Şubat’ta ve 1 Mart’ta saat 20.30’da Kenter Tiyatrosu’nda, 19 Şubat’ta saat 20.00’de Cevahir Sahnesi’nde sahnelenecek.)