Zafer Diper
Tutukevlerindeki kitap yasakları bana; “yakmalar-yasaklamalar” üzerine, Bradbury’nin Fahrenheit 451 (kitap kâğıtlarının yanıp tutuştuğu ısı derecesi) romanından ve Truffaut’nun aynı adlı filminden yararlanarak, F451 adıyla sahnelediğimiz, sıkıdenetime (sansüre), baskılı(otoriter) yönetimlere, kültür işleyimine (endüstrisine) eleştirisel bir bakış getiren oyunumuzu anımsattı…
“Dersimizin konusu ne tam olarak?” diye sırıtıyor bizim ufaklık. “Bugün sululuğuna dayanamam onu bilesin. Yanıma çök ve ağzını açmadan dinle!… Kitap yakma tarihi, 2 bin 200 yıl öncesine gidiyor,” diye başlıyorum elimdeki metinden okumaya. “MÖ.605’te ilk yakma eylemini görüyoruz. MS.392’de İskenderiye kütüphanesinin yakılışı var. MS.405, antik Roma’da doğa, tıp bilgilerini içeren Sbylline kitapları yakılıyor. Kitapların en çok yakıldığı dönem ortaçağ… 1258: Bağdat Kütüphanesi yakılıyor.
1480: İspanyol Tomas de Torqueada, büyük engizisyoncu, birçok kitap yakıyor. Bu Thomas işinde çok titiz. Öyle ki, birgün, bir akrabası bilmem kaç kemiği kırılarak infaz edilmek üzere karşısına getirildiğinde, ne bir eksik ne de bir fazlasını, yalnızca, o sayıdaki kemiği kırıyor.” “Tomas ne gaddar! Ona kafa tuttun mu bittin demek!” diyor ufaklık. “Öyle de, 1500’lü yıllarda, onun gibilerinin savunduğu düzene başkaldıran bir adam var Anadolu’da.” “Kim?” “Pir Sultan Abdal! ‘Bir şiir oku,’ diyorlar ona, ‘içinde o eleştirdiğin şah sözcüğü olmasın, o zaman seni bağışlarız, asılmazsın!’ Pir Sultan da okuyor: ‘Alınmış abdestim aldırırlarsa, Kılınmış namazım kıldırırlarsa, Sizde Şah diyeni öldürürlerse…’”. Bizimki hemen giriyor araya: “Şah!” “Dur, daha bitmedi,” diyorum: “Ben de bu yayladan Şah’a giderim…” “Şah ikiii…” diye çığlık atıyor ufaklık… 1600’lü yıllarda, kitapları yakılan kişilerden biri de Bruno; ama yalnızca kitapları değil, engizisyon mahkemesinin yargısıyla kendisi de yakıldı… 1683, Oxford üniversitesi: siyaset felsefecisi Thomas Hobbes ve diğer yazarların kitapları yakıldı… 1842: Paris’te, körler okulunda, körler abecesi ile yazılan kitaplar yakıldı… Üç büyük yakıcıyı da unutmayalım: Hitler, Mussolini, Franco… 1946-1947: İran’da Kürtçe kitaplar yakıldı. 1948: Amerika’da yüzlerce gülmece (mizah) kitabı yakıldı. 1953: ABD Senatörü McCarthy, Amerika karşıtı kitapları ve bu tür kitapları barındıran birçok kütüphaneyi yaktırdı. 1960: Wilhelm Reich’ın 6 ton kitabı yakıldı. Reich, sağlıklı ve doyumlu cinselliğin var olabilmesi için özgür, sınıfsız bir toplumun varlığını öngörmüştü.” “Gençleri baştan çıkarıyor, gebersin şerefsiz herif, böyle mi dediler, bunun gibi bir şey?” “Kabaca da olsa yaklaşımın doğru! Pennsylvania’da tutukevinde öldü Reich…” 25 Ağustos 1992: Yakın tarihin en büyük kitap yakma olayı: Sırp milliyetçileri, Sarayova’daki 102 yıllık Bosna Ulusal Kütüphanesi’ne yangın bombalarıyla saldırdılar. 1998-1999 sürecinde, Kosova’da El Yazmaları dahil olmak üzere onlarca kitap yaktılar… İngiltere’de, Salman Rüşdi’nin, Şeytan Ayetleri kitabı ateşe verildi. Diğer bir şeytan da unutulmadı: Harry Potter.” “A-a, Potter mı?” “Evet. 6 Ağustos 2003, şeytani bulunan Harry Potter kitapları ABD’de törenlerle yakıldı. Aynı yıl, ABD ve Avrupa’dan çeşitli ülkeler el ele verip Bağdat’taki Irak Ulusal Kütüphane ve Arşivi’ni bombaladı. Kütüphanede bir milyon kitap ve 20 milyon belge bulunmaktaydı. Daha var bir sürü ama bitireyim… 2007 yılında ABD’de bir sahaf… ay, ay…” “Ne oluyo babalık?” “Çünkü… bu yakma, başka… bu…” “Ya, söyle ya, ne başka?” “’Bu, Amerika’da düşünce dünyasının cenaze törenidir’ demiş adam kendi kitaplarını yakarken… Şöyle bir not var… ay, sinirlerim bozuldu… ” “Ne notu söyle?” “O, o… ay ölücem…” “Off, ölme de anlat…” “Kitap okuyan kişi sayısı az olduğu için, protesto amaçlı yaktığını söylemiş sahaf… Ay, kasıklarıma ağrılar girdi, ver şu mendilini…” “Al, sil; ne bu yaa, gözlerinden yaşlar boşanıyor, sümüklerin de akıyor; gülüyor musun, ağlıyor musun belli değil!” “Gülerim ağlanacak halime, ha?… Söyleyeceğim şu…
Yani bir biçimde, ne etsen de ufaklık, kitaplar ha yakılıyor, ha yasaklanıyor, sonuç aynı kapıya çıkıyor… ay… Anladın mı sen işin özünü?” “Anladığım senin sinir krizi geçirmekte olduğun!” “Önce düşünce yakılıyor…” diyorum güçlükle. “Düşünce mi yakılıyor, bu nasıl Türkçe?” diyor. “Sus, zaten, ay, zar zor konuşabiliyorum… Ohh, tamam, burnumu silmedim, temiz, al şu mendilini, toparlandım; hani demek istediğim, karşı durulan kitap değil tek başına, o bir simge… amaç…” Bir sürdürebilsem… “Konuşamıyorsun! Amaç ne?” diye soruyor. Güç bela yanıtlıyorum: “Düşüncenin, düşünmenin yok edilmesini sağlamak…” “Aman yaa, bi de bilmediğim bi şey söyleseydin…” diyor. Çekip giderken sesleniyorum arkasından: “Mendilini bıraksaydın bari…” “Sobaya atacağım onu!” diyor. “Neden?” diye soruyorum. “Ben de bunu yakacağım, üzerindeki gözyaşlarıyla birlikte…”