“İnsanı Farklı Ruha Sürükleyen Çarpıcı Yorum!”
Yaşam Kaya
İstanbul Devlet Tiyatrosu, bu sezon bünyesine dahil ettiği dünyaca ünlü oyunlarla şimdiden epeyce ses getirdi. Uzun zamandır çeşitli sahnelerde izleme şansını elde ettiğimiz modern Shakespeare yorumları hafızalarımda yer edinirken, Serdar Biliş ve Barış Erdenk rejilerinden sonra izlediğim Dejan Projkovski yorumu inanın sizleri bambaşka bir büyünün içine sürüklüyor. Yani kısaca şöyle diyebiliriz; şimdiye dek izlediğiniz bütün klasik Shakespeare yorumlarını bir kenara koyun, bu rejiyi başka bir kenara koyun, denge sağlanacaktır. En son 3. Richard oyununda Barış Erdenk’in rejisinde heyecanlanan teatral belleğim Romeo ve Juliet oyunuyla adeta zirveye çıktı. Fakat oyunun klasik dışı, insanı şaşırtan denemesi Türk izleyicisi için sorun teşkil edebilir. Böylesi üst klasman yorumların sanat kitlesinin algısıyla örtüşmemesi oyunun önemli bir riski. Fakat tek perdelik ve iki saati aşkın süren gösteri için kusursuz tabirini kullanır isem yanlış bir cümle yazmamış olurum.
İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun oyununda Atakan Akarsu, Damla Ece Dereli, Seda Yıldız, Ahmet Dizdaroğlu, Zeliha Güney, Murat Turhan ve kalabalık bir kadro yer almış. Rome ve Juliet oyununu kısaca anlatayım, ki eminim bir çoğumuz konuyu biliyoruz, İngiliz şair Arthur Brooke’in 1562’de yayımlanan Romeus ve Juliet’in Trajik Öyküsü adlı uzun şiirini araklayan Shakespeare, şiire epeyce yan karakter ekleyip şiirin ismini de kısaltıp işte şu anda tiyatronun baş tacı diyebileceğimiz konuyu oluşturdu. Birbirine düşman iki ailenin çocuklarının birbirlerine aşık olmasına değinen olayda, dönemin politik olaylarının kişiler üzerine etkilerini, sosyal hayatın zorluklarını, hırsın, egonun geldiği son noktayı; saf ve doğal biçimde ölüme giden aşkın çaresizliğini izleriz. İtalyan şehir devleti Verona’nın zengin ve asil ailelerinden ‘Montegue ve Capulet’ aileleri arasında geçmiş yıllara dayanan bir düşmanlık vardır. Oyun, bu ailelere mensup iki grup genç arasındaki kavga ile başlar. Aslında karşımızda klasik bir kan davası konusu var. Bu kavgaları baz alarak sahne grafiğinin çizilmesi ve dönemin kurallarına uygun kostümlerle bu durumun desteklenmesi oyunu bir adım öne çıkarıyor. Yönetmen Projkovski sahne tasarımın verdiği güçle Shakespeare’in dünyasına eğilmiş. 1596 yılından bu yana seyircisi karşısına geçen gösteriyi böyle bir tarzda ilk kez izledik diyebiliriz. Gerçi bu yorumun daha önce başka tiyatrolarda yapılıp yapılmadığını, hatta yönetmen tarafından daha önce denenip denenmediydiniz bilmiyorum. Sahnede gördüğüm kadarıyla alışılagelmişin dışında yorum var karşımızda.
Oyun adeta bir havuzun ortasında geçiyor. Suyun içinde ilerleyen öykü, karakterlerin gösterimi açısından bir başka renk olmuş. İngiltere’nin nemli havasını yazarın dünyasından hissetmek, ama olayın geçtiği Verona sokaklarını şehrin içinden geçen nehirle algılamak bizleri tam olayın göbeğine oturttu. Yönetmenin tercihine baktığımız zaman, oyuncuların olağanüstü performanslarını görüyoruz. Atakan Akarsu ve Damla Ece Dereli Romeo ve Juliet’in aşkının tam kalbinden gelen sözcükleri öylesine etkili kullanıyor ki, sahnenin hemen ortasında yer alan 20-25 cm derinliğindeki havuzun içinde ıslanan bizlerin kalbi oluyor. Yönetmenin sinematografik algısından çıkan gösteriyi iki aşamada irdelemek lazım; ilki bizleri aşkın büyüsüne sokan sahnelerin derinliği, ikincisi suyun içinde müzikle birleşen harika birleşim. Tek perdenin içine sığdırılan hikaye iki saatten fazla sürerken, zaten araya ihtiyaç duymadan sahnede gerçekleşen olayları bir solukta izliyorsunuz.
Romeo ve Juliet oyununda oyuncuların performansına bakacak olursak eğer; genç dinamizmin insanı cezbeden rengini rahatlıkla görürsünüz. Konu heyecan içinde heyecanla oradan oraya koşturan, atlayan, zıplayan oyuncularla sürüklenirken öyle bir son sahne geliyor ki karşınıza, bunu eleştiride yazar isem gösteriyi izlemeyen seyirci için çok kötü olabilir. Ama şu kadarını diyebilirim, dinlediğimiz Latince ağıt tüylerimizi diken diken yapmaya yetti. Sahne tasarımını çizen ve kostümleri tasarlayan Nurullah Tuncer ile Medina Yavuz Almaç iyi bir iş çıkarmış. Islak ıslak oyuna devam oyuncuların en önde oturanlara sıçrattınız sular hariç, sudan etkilenmeden olaylara bağlı kalması ve sorunsuz biçimde oyuna devam etmesi mükemmel! Damla Ece Dereli’nin performansına hayran kaldığımı, bu senenin en iyi kadın oyuncu performansını Juliet’te gösterdiğini şuraya not edeyim. Ama yönetmen Dejan Projkovski ayrı başlık açmak lazım. Daha ilk dakikadan son dakikaya kadar insanın aklının alan analizleri karşımıza çıkarmak gerçekten cesaret gerektiren bir iş. Yönetmenin cesurca tavrı, onu bu seneki tiyatro ödüllerinin en büyük adayı yapıyor. Siz siz olun, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun Romeo ve Juliet’ini görmeden ‘bu sezon oyun izledim’ demeyin sakın!