Sanat Alanında Kasım 2016 Hak İhlalleri

Pinterest LinkedIn Tumblr +

sanat meclisiSanat Meclisi’nin yayınladığı Kasım 2016 hak ihlalleri raporunu aşağıda bulabilirsiniz:

Türkiye’nin önemli çağdaş sanat fuarı Contemporary İstanbul, sergilenen bir heykelin kaldırılmasını isteyen bir grubun baskınına uğradı. Tekbir getiren saldırganların etrafa zarar vermemesi için yetkililer eseri geçici olarak kaldırdı. Bu fuara, Türkiye’de yaşanan “darbe girişimi ve terör olayları” sebebiyle katılmak istemeyen birçok yabancı galeri güçlükle ikna edilerek katılmaları sağlanmıştı. Contemporary İstanbul Fuarı, ilk gün kapanış saatine doğru kendilerini milliyetçi muhafazakâr olarak nitelendiren ve ‘Milli Görüş Vakfı’ adlı bir yerden geldiklerini söyleyen 20 kişilik grup, Isabel Croxatto galerisinde sergilenen Ali Elmacı’ya ait heykele müdahale etti. Tekbir getiren grup, Sultan Abdülhamit desenli mayo giydirilmiş heykelin kaldırılmasını istedi. Sanatçı Ali Elmacı ve galeri temsilcileri eylemcilere sebebini sorduklarında “Mayoda dedemizin, atamızın resmi var ve bundan rencide oluyoruz” yanıtını aldılar. Eser kaldırılmadan galeriyi terk etmeyen grup gidene kadar depoya kaldırılan eser, grup gittikten sonra tekrar yerine konuldu.

Yapılan her sanat etkinliğinde, katılan sanatçıların ve sergi mekân sahiplerinin olduğu kadar düzenleme komitelerinin de ağır sorumlulukları var. Gazetelerin kapatılıp gazetecilerin tutuklandığı, ifade özgürlüğünü sınırlayan yekpare ve ceberut bir devlet yapısının kültür sanat üreticilerini hedef haline getirdiği, KHK’lerle muhalefetin sindirildiği bir dönemdeyiz.  Türkiye’de sanatını özgürce kamu ile paylaşmak zorlaştı, işten atılan tiyatroculardan sonra sansür ve yasaklar hayatımızın olağan parçası haline geldi. Resimler, heykeller, filmler, oyunlar gibi fotoğraflar ve fotoğrafçılar da bu süreçten nasibini alıyor. İtirazın dili korkak hale gelip ilgili kurumlar sessizce seyredince; direnme bir grup sanatçıya kalıyor, en kötüsü bu durum olağanlaşıyor. 80 döneminde darbecilerden destek isteyen fotoğraf kurumu yöneticilerini o dönem deşifre etmeyince, 2000’li yıllarda basın tanıtım yazılarını sert bulup derneği polis basar korkusuyla sergi açılışında kendi mekânından kaçan yöneticiler oldukça, bir tarihin tanıklığı olan fotoğraflar (6-7 Eylül) yumurtalara bulanıp yırtılıp pencerelerden atıldıkça ve örnekler çoğaldıkça (ne yazık ki çok), fotoğrafın sansür tarihinin çıkarılma gerekliliği doğar. Dolayısıyla hem Foto İstanbul 2016, hem de Contemporary İstanbul’daki sansürün zemini bugünkü faşist baskının tezahürü olduğu kadar geçmiş tarihe de dayanıyor. Foto İstanbul 2016’da yaşanan galeri mekân sahiplerinin sanat eserlerinin galerilerinde sergilenmesine karışma yetkisini kendinde görmesi kadar, önceden önlemini almayan festival yöneticilerinin ve komitelerinin de suçu vardır. Sansür artık yapısallaşmıştır. Bunu söylemek için şunların yaşanmış olması bile yeterlidir:

1- Foto İstanbul 2016’nın Yetimhane sergilerinden eser çıkarılarak yapılan müdahalesi.

2- Sergi alanından kaldırılmak zorunda bırakılan Şahin Kaygun sergisinin yeniden başka bir mekânda açılması.

3- Sinan Tuncay’ın çıplaklık öne sürülerek fotoğrafının başka bir galeride sergilenme önerisini reddederek festivalden çekilmesi.

4- Bu yıl on birincisi düzenlenen Contemporary İstanbul adlı çağdaş sanat fuarında ressam Ali Elmacı’nın, Osmanlı padişahı 2. Abdülhamid’in yüzünü kadın bedeni formundaki bir heykele restmetmesine bir grubun tepki göstermesi.

5- 24 Eylül/ 6 Kasım arasında düzenlenmesi planlanan 5.Uluslararası Çanakkale Bienalinin iptal edilmesi. Bienalin genel sanat yönetmenliğini yürüten Beral Madra’nın iktidar milletveliklerinin hedef göstermesi sonucunda görevinden istifa etmesi.

6- 4. Akbank Sanat Uluslararası Küratör Yarışması’ında “Post-Peace/ Barış Sonrası” isimli sergi projesinin ülkede yaşanan gergin siyasal ortam nedeniyle iptal edilmesi.

7- 22 festivale katılan ödüllü ‘Kürdistan Kürdistan’ filminin, Türkiye’de festivallere alınmaması.

İktidarın sanat ve sanatçı konusundaki baskıcı ve yasakçı tutumunu biliyoruz. Ancak 2000’li yıllardan sonra iyice sinikleşmeye başlayan kültür sanat çevresi de; toplumsallaşmanın dinamiklerini kaybederek, iktidara ve sermayeye sırtını dayayarak, koleksiyonerlerin cirit attığı tamamen ticari boyuta indirgenen galerilerde ve sanat fuarlarında, toplumsal meselelere ilgisi ‘mış gibi’ olan dekoratif eserleriyle görünür oldular. İfade özgürlüğünü denetim altında tutmak için bir devlet ya da bir grubun iktidarını doğrudan ya da dolaylı olarak kullanması olarak tanımlanabilen sansüre ve yasaklara tavır almayan, direnmeyen, mücadelesi için örgütlenmeyen, oto sansürünü çoktan içselleştirmiş kültür-sanat insanlarına Arthur Bryant’ın sözlerini anımsatalım: “Kölelik en büyük ve en nihai kötülüktür. İnsanlık onurunun inkârına dayanır!”

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, İstanbul’daki Atatürk Kültür Merkezi binasına ilişkin olarak; AKM binasının bir sembol olarak görülmesinin anlaşılabilir olmadığını, mimari yapısının özgün olmadığını,  zaman zaman onun önünde ‘burayı yıktırmayız’ tartışmalarından kaynaklanan gösteriler yapılmasının gereksiz olduğunu söylemiş.

Bakanın dediğine göre bugün o binadan hayır gelmeyeceği İstanbul Teknik Üniversitesi raporundan da belliymiş, rapor olmasa bile çıplak gözle de görülüyormuş zaten ve Cumhurbaşkanının da ilan ettiği gibi, orada İstanbul’a yakışan bir opera binasının yapılması daha uygunmuş.

– Emek Sineması’nı yıkıp AVM yapan şirket “Emek” sözcüğünü de gasp etmeye çalışıyor. Emek Sineması konusunda nasıl bir yanılsama yaratılmak istenirse istensin gözle görüldüğü üzere artık yok! Koskoca bir direniş not düşerek bu tarihe üzerine Grand Pera adıyla yeni bir yapı inşa edildi. Hukuksuz, haksız hatta sinema yapan ve seyredenlerin itirazlarını yok sayarak. “Emek”i tekeline almak isteyenler şimdi sahnenin tabelasından sözcüğü çekiştiriyor. Anadolu yakasının çiçek gibi tiyatro sahnelerinden Emek Sahnesine, kapatılan Hayatın Sesi televizyonu için röportaja gittiğimizde daha inşaattan yeni çıkmışlardı. Pınar Yıldırım, Emek Sahnesinin adıyla ilgili olan biteni ve gelinen aşamayı da bize anlatıyor: “Emek Sinemasını yıkıp satın alan inşaat firması aynı zamanda 5 yıldır ürettiğimiz, markasını tırnaklarımızla yarattığımız ‘Emek Sahnesi’ unvanının da patentini almıştır. 2012 Şubat ayından beri tiyatro yaptığımız sahnemizin geçmişi alenen ortadadır. Kendileri patent başvurusunu 2016 Nisan ayında yapmış ve Ekim 2016’da almıştır. Şimdi ise Emek Sahnesi isminin kendilerine ait olduğunu, bu ünden haksız kazanç elde ettiğimizi öne sürüyorlar. Durum ortada 2012-2016 ama işte hukuki açıdan patent onlarda olduğu için beş yıllık emeğimizi yine yıkıp atmak istiyorlar. Vicdanda biz, hukukta onlar haklı olmuş oluyor mu denilir artık bilemedim. Şu an son durum isim değişikliğine gitme zorunluluğumuz. Aksi takdirde sonuçları sahnemizin kapanmasına kadar gider görünüyor. Ama biz umutluyuz yine de. Ya da inanmak istiyoruz “emek” adını kurtaracağımıza. Bu çark bir yerde kırılmalı artık. “Boşuna çekilmedi bunca acılar”.  Pınar Yıldırım, Nedim Saban’ın Fosforlu Müzikali’yle orada sahneye çıkma ısrarına oyundan ayrılarak cevap verdi. Oyundan ayrılma sebebini Yıldırım anlatıyor: “Bir sezon boyunca oynadığım ve ikinci sezonuna başladığım Fosforlu’dan, Grand Pera’da oynamak istemediğimden ayrıldım. Daha doğrusu bu sebepten ayrılmak zorunda bırakıldım”. Yıldırım, kendisi ile beraber aynı sebeple oyuncular Mirza Metin ve Hande Ağaoğlu’nun da ayrılmak zorunda bırakıldığını ifade ediyor.

– Antalya’da Fikret Otyam Sanat Galerisi’nin adının değiştirilmesine sivil toplum kuruluşları ve Antalyalı vatandaşlardan tepki geldi. Fikret Otyam’ın Türkiye sınırlarını aşan bir değer olduğunu vurgulayan Vakıf Başkanı Zeynel Can, galerinin dönüştürülmesini cumhuriyet ve çağdaş değerlere karşı tahammülsüzlük olarak değerlendirdi. Fikret Otyam Sanat Galerisi, 3 yıl önce Antalya eski Belediye Başkanı Mustafa Akaydın tarafından hizmete açılmıştı. Demirciler Çarşısı’nda açılan galeri, AKP’li Büyükşehir Belediyesi tarafından dönüştürülmek isteniyor.

– Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Özgür Gündem Gazetesi yazar ve yöneticilerine yönelik başlatılan soruşturma tamamlandı, aralarında gazetenin Yayın Danışma Kurulu üyesi ve yazarlarından Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’ın da bulunduğu 4’ü tutuklu 9 kişi hakkında, “Silahlı terör örgütüne üye olmak”, “Devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmak”, “Terör örgütü propagandası yapmak” suçlarından ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet ve 6,5 yıldan 17,5 yıla kadar hapis cezası istendi.

– Ağrı’nın Doğubayazıt İlçesinde düğünlerde Kürtçe şarkı söyleyen yerel müzisyen 39 yaşındaki Fevzi Bayat, otomobilinde öldürüldü. Otomobili ile düğünün yapıldığı salondan ayrılan Bayat’tan daha sonra haber alınamadı. Bir vatandaşın ihbarı üzerine olay yerine giden polis, Fevzi Bayat’ın otomobilin arka koltuğunda kurşunlanarak öldürüldüğünü tespit etti.

– İçişleri Bakanlığı tarafından OHAL kapsamında kapatılan 370 dernek içinde bulunan Seyr-i Mesel Tiyatrosu da mühürlendi. 2002 yılından bu yana faaliyetini sürdüren tiyatronun oyuncusu İbrahim Turgay, “sanata ve tiyatroya, Kürt diline tahammülsüzlüğün bu kadarı” diye tepki gösterdi. Sahnesi mühürlenen ekip ise Kürtçe tiyatro yapmakta ısrarcı. İçişleri Bakanlığı, Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında 39 ilde 370 derneğin faaliyetinin durdurulduğunu duyurmasının ardından Çağdaş Hukukçular Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Derneği, Gündem Çocuk Derneği, Göç-Der gibi birçok dernek mühürlendi. “Bir tiyatro sahnesinde ne aradı polis?” sorumuza ise Turgay şöyle yanıt veriyor: Saçma olan şey o zaten. Burası tiyatro. Köstümler, makyaj malzemeleri var. Geldiler direk bilgisayarlara film ve arşiv CD’lerine yöneldiler. İki bilgisayarımızı aldılar. Flaş diskler, fotoğraf makinalarına el koydular. Dernek defterlerine el koydular. Kapıyı mühürlediler. Üç ay faaliyetimizi durdurdular. Turgay Kürtçe tiyatro yapmakta ısrar edeceklerini de söylerken “Yeni alternatif sahneler bulacağız. Çalışmaya devam edeceğiz. Bu dilde tiyatro yapmamızı engelleyemeyecekler” dedi. Seyr-i Mesel ekibi Kürtçe tiyatro yapmaya kararlı. Belki bir gün mühürlü o sahne, OHAL’de yaşadıklarını da anlatan oyunlar sergileyecek.

– 15 Kasım Dünya Hapisteki Yazarlar Günü ile ilgili basın toplantısı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde (TGC) düzenlendi. Her yıl beş tutuklu yazarı gündemine alan PEN, bu sene Mısır’dan Ahmet Naji, Honduras’dan Cesario Figueroa, Filistin’li İsrail vatandaşı Dareen Tatour, Çin’den Gui Minhai, Türkiye’den ise Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay, Turhan Günay, Ahmet Altan gibi yazarların gündemde olduğunu belirtti. PEN Türkiye temsilcisi ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Zeynep Oral, tutuklamaların insanlık onuruna hakaret olduğunu, asıl kahreden şeyin ise duyarsızlık olduğunu söyledi. TGC Başkanı Turgay Olcayto, tutuklu yazarlar için Avrupa Birliği’nden destek beklemediklerini, asıl ülkede gazetecilerin bu konuya değinmesi gerektiğini ifade etti. ÇGD İstanbul Temsilcisi Uğur Güç, tutuklu bulunan 144 yazar ve gazetecinin varlığın söz ederek geçmişte de birçok yazarın tutuklandığını ifade etti. TYS Başkanı Mustafa Köz, önce kitapların toplatıldığını, sonra yazarların tutuklandığını şimdi ise derneklerin kapatıldığını belirterek topluma gözdağı verilmek istendiğini söyledi. “Yazarın, düşünmekten ve konuşmaktan başka ne işi olabilir ki. Cahil bir toplum istiyorlar” diyen Köz, susmayacaklarını, yan yana duracaklarını ifade etti.

– Sanatsever geçinen ve kemanla verdiği pozlarla da tanınan Adnan Köşker’in Gebze Belediyesinde zabıta, liseli gençlerin kurduğu Grup Perişan’ı kent meydanında şarkı söylediğine söyleyeceğine pişman hatta “perişan” etti. Liseli gençlerden oluşan grup üyeleri, zabıta tarafından gasp edilen enstrumanlarını ‘bir daha bu suçu işlemeyeceğiz’ içerikli tebligatı okuyup imzaladıktan sonra geri aldı. İddiaya göre zabıta gençlere, “burası Gebze… kavga ederseniz daha çok insan toplarsınız” önerisinde de bulundu.

– CHP’li Zeynep Altıok, TBMM Plan Bütçe Komisyonu’nda Kültür ve Sanat alanında uygulanan baskı ve sansür üzerine konuşma yaptı, Altıok’un açıklamaları şöyle:

“Herkesin bilim ve sanatı öğrenme, öğretme, açıklama, yayma hakkı olduğu gerçeğinden yola çıkarak şüphesiz sanat için de rengi, ırkı, dili, dini yoktur cümlelerini koşulsuz sarf edebiliyor olmalıyız. Acının rengi, dili, dini olduğunu ne yazık ki on dört yıllık AKP iktidarının daha ilk günlerinde biz yaşadık. Dünyaca ünlü sanatçımız Fazıl Say’ın Sivas katliamını unutturmamak için şair Metin Altıok anısına bestelediği oratoryonun bizzat dönemin Kültür Bakanı tarafından sansürlenmesini kişisel olarak da deneyimlemiş bir kişiyim.

Zeynep Altıok Kültür Bakanı Nabi Avcı’ya, “yine konuşmanızda yazarlarımızın eserlerimizin uluslararası düzeyde tanıtımına verdiğiniz önemden bahsettiniz. Ne yazık ki eserleri 20’nin üzerinde ülkede 14’ten fazla dile çevrilmiş olan Aslı Erdoğan tutuklu. Uluslararası PEN Yazarlar Derneği başta olmak üzere sayısız dernek tarafından sorgulandığımız süreçte ülkemiz bu utanca yanıt vermek durumunda kalıyor. Keza bir diğer örnek Necmiye Alpay bir dil bilimci, bir yazar. Bu insanların tutuksuz yargılanması için Kültür Bakanlığı olarak devrede olmanızı dilerim. Siyasi iktidarlar sanatı ve sanatçıyı kendi dünyasına göre biçimlendirmek yerine ticari amaç gütmeden, kâr-zarar hesabı yapmadan, tam bağımsız özerk kurumlar ve kuruluşlar aracılığıyla teşvik etmekle yükümlüdür. Toplumun tüm katmanlarını eğitmek, geliştirmek, çağdaşlaştırmak ve bir arada tutmak ödevini üstlenmelidir”

Altıok’un plan bütçe komisyonunda yönelttiği soruların bazıları ise şöyle:

1- Avrupa Komisyonuna sunulması beklenen Türkiye Kültür Politikaları Ulusal Raporu’nun sunulduğunu basından takip ettiklerini ancak içeriğine erişemediklerini belirten Altıok, konuyla ilgili Ağustos 2016’dan beri yanıt bekleyen bir yazılı soru önergesi olduğunu hatırlatarak: Bu çalışmayı kim ya da kimler hazırladı? Bu çalışma süresince sivil toplum örgütlerinden, akademisyenlerden görüş alındı mı, alındıysa bunlar neler ve hangi kurumlardan alındı?

2- İstanbul gibi bir metropolde tüm toplum katmanlarının ulaşabileceği bir merkezde bulunan farklı sanat dallarını topluma eriştiren Atatürk Kültür Merkezi ile ilgili bakanlığın planları detaylı şekilde sunulmalıdır, ne zaman sunulacak?

3- Devlet opera ve balesince bugüne kadar 22 defa yapılmış Aspendos Festivali’nin neden yapılmadı, Antalya ile özdeş konuma gelen Fazıl Say Piyano Festivali’nin neden yok edildi?

4- Devlet Opera ve Balesinde Selman Ada Genel Müdür olduktan sonra kademeli olarak yerli bestecilerin eserleri sonlandırılmış ve bütün operalarda yalnızca kendi eserlerinin sahnelendiği etik olmayan bir durum söz konusu olmuştur. Selman Ada buradan etik olmayan ne kadar kazanç sağlamıştır? Ayrıca, niçin genel müdürün eserinden başka Türk eseri oynanmadığı hâlde Türk eserlerinde yaşlı ve öğrenci indirimleri kaldırılmıştır? Devlet opera ve balesi acaba toplumu geliştirmek için başka bestecilere şans verip destek olabilecek midir? İçinde bulunduğumuz bu ağır günlerde halkın moralini düzeltmek için opera, bale ve tiyatronun önemini de bir kez vurgulayarak böyle bir girişim olacak mıdır? Genel Müdür Selman Ada’yla ilgili liyakat aramaksızın bölge müdürlüklerine atamalar yaptığı basında yer almıştır, Bunun gerçekliği araştırılacak mı?

CHP Grubu tarafından komisyona iletilen sorular ise şöyle:

1- Basında yazılanlara göre; Nejat Birecik Devlet Tiyatroları Personel Daire Başkanlığı’na atanmış, aynı zamanda da Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğüne vekalet etmektedir. DT’nin 5441 sayılı yasasına göre; sanatçı statüsünde olmayan bir memur yasa dışı olarak icraatta bulunmaktadır. Hal böyleyken Nejat Birecik’in Devlet Tiyatroları Genel Müdürü olarak vekaletten asalete atanmasının gerekçesi ne olabilir? Dahası DT içinde pek çok sanatçı genel müdür olabilecek yeterliliğe, birikime ve donanıma sahipken neden bu kişi üzerinde ısrar edilmektedir?

2- Sayın Nejat Birecik geride bıraktığı iki yıllık genel müdürlüğünde sanatsal olarak kuruma ivme kazandıracak hangi yeni projelere imza atmıştır? Var olan projeler dışında yeni bir proje mesela (gerçekleşen festivaller de bu arada kendisinin eklediği değil, zaten var olan festivallerdir) festival, sahne, sanatsal anlayış eklemiş midir? Varsa nelerdir? Burada başarı kriteri seyirci sayısı olamaz, çok açık ki DT’nin her zaman seyirci sayısı yüksektir.
3- Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Nejat Birecik’in, 15 Temmuz darbe girişimini işaret ederek “milli, manevi duyguları pekiştirmek için hümanist vatan milliyetçisi sanatçılar olarak vatan bütünlüğüne, birliğine katkıda bulunmak amacıyla sadece yerli oyunlarla sahnelerimizi açıyoruz” gerekçesiyle bu yıl sadece “yerli oyunlar” sergileneceğine yönelik açıklaması yazılı ve görsel basında yer almıştır. Daha sonra bunun doğru olmadığı zira DT zaten her yıl ilk yarıda yerli oyunlar sahneleme geleneğinde olduğu öğrenilmiştir. 15 Temmuz darbe girişimi halkımızın demokrasi tercihini açıkça ortaya koymuşken ve demokrasi, yerli ve milli kalıplara sığmayacak kadar evrensel bir değerken bu açıklama ile sanatın evrenselliğini hiçe sayan sanata siyaset karıştıran Birecik’in bağımsız sanata tarafsızca hizmet edebileceği düşünülebilir mi? Vatanperver milliyetçi sanatçı tanımı bırakın sanatı acaba sosyolojide var mıdır?
4- Nejat Birecik’in iki yıllık görev süresi içinde Devlet Tiyatroları’nın ürettiği oyun sayısı neredeyse dibe vurmuştur. Bu sene İstanbul DT’de yalnızca bir oyun sahneye konulabilmiştir. Onca sanatçı İstanbul kadrosunda bulunmaktayken bu idari yetersizlik değil midir? İstanbul DT’de geçen sezon sahneye konulan Bersisa ve Corilianus oyunları kadrolu pek çok oyuncu dururken dışardan oyuncu alındığı için oynanamamaktadır. Daha doğrusu oynatılamamaktadır. Bu uygulama ile kadrolulara iş verilmemiş; sözleşmeli oyuncularla iş çevrilmeye kalkılmıştır. Onca kadrolu ve başarılı sanatçı dururken bu uygulamalarda hangi kriterler etkili olmuştur? Kendisinin yöneticiliği ile birlikte yaşanan bu üretimsizlik aynı zamanda görev alan personel sayısının azalması anlamına da gelmektedir. Kötü yönetim anlayışın doğal sonucu olan bankamatik sanatçısı tanımı devlet tiyatroları çalışanlarının asla içlerine sindiremeyecekleri bir yaftadır. Bir sanatçı ancak görevlendirilirse çalışır. Bu dönemde görevlendirilmeyen sanatçı sayısı kaçtır? Mesela İstanbul DT’de görevli olmayan sanatçı sayısı kaçtır? Şu çok açık ki, bir sanatçının görevlendirilmesinden idare sorumludur. Sanatçı kendi kendine görevlendirme yapamaz!
5- Zamanında KİT’lerin arpalık gibi görülerek, yönetimine kasıtlı olarak kötü yöneticilerin yerleştirilmek suretiyle verimsizleştirilip içinin boşaltılması örneğinde olduğu gibi, Devlet Tiyatrolarının içine kurumu tanımayan, sorunlarını bilmeyen, çözme iradesine sahip niteliklerden yoksun, kadro oluşturma yeteneği son derece sınırlı, sanatsal yetkinliği sıfır noktasında olan birinin yerleştirilmesi kabul edilir değildir. Devlet Tiyatrolarını kötü uygulamalar ve atamalarla işlemez hale getirdikten sonra karşısına geçip onu eleştirerek ne kadar inandırıcı olabilirsiniz?
6- DT’nın oyunlarının duyurusu yapılması gereken reklam panolarında neden DT reklamları yoktur? Neden büyük markaların reklamları dönmektedir?

– Çok sayıda akrep tipi araç ve TOMA ile Okmeydanı’na gelen polisler, hiçbir gerekçe sunmadan İdil Kültür Merkezini bastı, aralarında Grup Yorum sanatçıları İnan Altın, Sema Altın, Ali Aracı’nın da olduğu 10 kişiyi işkence yaparak gözaltına aldı. Birkaç gün önceki polis baskınında kırılıp dökülen İdil Kültür Merkezinin tadilatını yapmakta olan işçiler de gözaltına alındı. Kültür Merkezinin darmadağın eden polisler, bu keyfi uygulamaya karşı çıkan mahalle halkını da gaza boğdu. İdil Kültür Merkezi ve Grup Yorum’a yapılanlara tepki gösteren Sanat Meclisi durumu protesto eden bir bildiri yayınladı.

– Bu sezon 72. bölüm ile yayın hayatına başlayan Kertenkele dizisi ekibi, yoğun ve uzun çalışma saatleri ve ücretlerin ödenmemesi nedeniyle bir süredir rahatsızlık yaşıyordu. Sürekli ekip değişimi de yapılan dizide 8 haftadır ücret alamayan çalışanlar, ödeme yapılmaması üzerine iş durdurma kararı aldı. Ekip, yapımcının sete gelmesi ve yazılı bir ödeme takvimi ile çalışma koşullarının düzeltileceğine dair yazılı bir taahhüt sunması talebinde bulundu.

– TÜYAP sanat fuarında, BirGün yazarı Rahmi Öğdül‘ün küratörlüğünü yapmış olduğu “Sizi Çok Formsuz Gördüm” sergisinde gösterilmekte olan bir resme polis müdahalesi sonucunda sansür uygulandı. Sansüre tepki gösteren sanatçı, kaldırılan tablosunun üzerine tüm eserlerini sergiden çekti. Eserin yaratıcısı Özgür Korkmazgil, “Eserimin bağlamından koparılarak sansürlenmesinden ötürü bağlantılı diğer işlerimi de sergiden çekmiş bulunuyorum” dedi. Rahmi Öğdül ise, “savcılığa tablonun müstehcen olduğuyla ilgili şikâyetler yapılmış. Bunun üzerine de sabah saatlerinde sergi alanına polisler gelmiş ve tablonun kaldırılmasını ya da +18 salonunda sergilenmesini söylediler. Sanatçımız da buna tepki göstererek, eserlerini kapalı bir alanda sergilemeyi reddedip, bütün eserlerini sergiden çekti. Ben de yapılan bu müdahaleyi protesto etmek için tablonun kaldırıldığı yere siyah bir bez astım. Korkmazgil’in arkasındayım.” Eserin 1 yağlı boya tuval ve 3 fotoğraftan oluştuğunu söyleyen Öğdül, tuvalde bir pirzola parçasının olduğunu diğer 3 fotoğrafta ise kadın bedeninin çeşitli yerlerinin yer aldığını söyledi. Kadın bedeninin et gibi parçalanmasına eleştirel bir bakış açısı getirten tablonun kaldırılmasının doğru olmadığını belirten Öğdül, “sanat sınır aşma erimidir, sınırları ihlal eder, sanatı müstehcen olarak atfetmek onu kapalı bir yere sıkıştırmak demektir ve böyle bir şey mümkün değildir” diye devam etti.

– Ordu Belediyesi tarafından yaklaşık 10 yıl önce, Taşbaşı Mahallesinde belirlenen seyir terası konumundaki açık alana kaide yapılıp buraya kentin yöresel türküsü ‘Tabya başında üç kız yan yana’ türküsünden esinlenerek 3 kadın heykeli yerleştirildi. Zaman zaman üzerine yazılar yazılarak tahrip edilen heykeller 3 yıl önce belediye tarafından heykeltıraşlara temizletilerek tekrar yerine yerleştirildi. Heykeller tekrar tahrip edildi, biri başı ile gövde kısmından kırılarak zarar gördü. Kadın heykellerin tahrip edilmesi çevrede bulunanların tepkisini topladı. Dönemin Ordu Belediyesi tarafından 4 yıl önce düzenlenen 2. Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu’na katılan 8 heykeltıraş tarafından 12 heykel yapılarak, kent merkezindeki cadde ve parklara yerleştirildi. Kadın heykelleri üzerin sprey boya ile ‘Edep ya hu’ yazılarak heykellerden bazıları tahrip edildi. Sürekli tahrip edildiği için koruma amaçlı heykellerin üzerine örtülen örtüler de kesilerek zarar verilmeye devam edildi. 30 Mart 2014 seçimlerinden sonra Ordu’nun Büyükşehir olmasıyla birlikte Uluslararası Taş Heykel Sempozyumu sonlandırılarak, kadın heykellerin kaldırılması için belediye tarafından anket çalışması yapıldı. Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Ak Partili Enver Yılmaz, toplumun genel algısı, örf ve adet, ahlaki duyarlılık dikkate alınmak suretiyle 8 ay önce 5 kadın heykelini bulundukları park ve caddelerden kaldırtarak Taşbaşı Kültür Merkezi (Taşbaşı Kilisesi) bahçesine taşıtmış, burada belirlenen yerlere yerleştirilerek sergilenmesini sağlamıştı.

– Samsun da bir ses yükseldi “Sahnemi Kapatma!” diye:

Kulak verin bu sese, el verin bu emeğe… Bir sahne zarar ediyor gerekçesi ile kapatılıyor. Göz göre göre Samsun da sanatçılar sokağa atılıyor. Sahnelere ambargo konuluyor, bizden olmayan değil yaşamak nefes bile almasın deniliyor. Gezi’den bu yana kindarlık, sindirme ve yıldırma politikasını aralıksız uyguluyor. Belediyeler babanızın malı değil, orası Samsun halkınındır ve o sahnede Samsun’lu ve diğer misafir tiyatrolar perde açıyor. Yerin dibine batsın kar hırsınız!

– Levent Üzümcü’nün Artvin’deki Çoruh Üniversitesine bağlı A. Nihat Gökyiğit Kongre ve Kültür Merkezi’nde 3 Aralık Cumartesi günü saat 19.00’da oynanacak olan ‘Anlatılan Senin Hikayendir’ adlı oyunu Artvin Valiliği tarafından iptal edildi. Levent Üzümcü, kararı twitter hesabından ‘iptal edildi’ dövizi ile birlikte şu sözlerle duyurdu: “Çok değil, birkaç yıl öncesine kadar valiler, belediye başkanları, rektörler, oyunlarımıza gelirdi. Günümüzde ise biz o şehirde oynamayalım diye gerekçe gösterilmeden sahneler elimizden alınıyor. Tüm Artvin seyircisinden özür dilerim. Sahnelerimiz son anda elimizden alınmazsa Trabzon ya da Rize oyununa beklerim.”

– İptal gerekçesini bilmediğini dile getiren Üzümcü, oyunun daha önce de Antalya’da iptal edildiği bilgisini paylaştı. Üzümcü, “Sizce oyununun neden iptal edildi?” sorusuna ise, “Bilmiyorum, en iyi bildikleri şeyi yapıyorlar, insanların ekmeğiyle, aşıyla oynuyorlar” cevabını verdi. Üzümcü yaptığı bir başka açıklamada  “İnsanların kariyerlerini mimlenmiş bir aktörün sergilediği oyunu izlemek dahi engelleyebiliyor Türkiye’de. Adına demokrasi dedikleri bir saçmalıkla yönetiliyoruz” ifadelerini kullandı.

– Dördüncü Antakya Altın Defne Film Festivalinde Ulusal Yarışma bölümünün jüri Başkanı Mehmet Eryılmaz’ın görevinden istifa etmesinin ardından yönetmen Selim Evci de jüriden çekildi. Eryılmaz, 4. Antakya Altın Defne Film Festivali’nin müteahhit mantığıyla rant için düzenlendiğini söyledi:

“En baştan beri festival için para olmadığını söylüyorlar ancak öğrendiğimize göre Kültür ve Turizm Bakanlığından da bir bütçe alınmış. Yalan dolanla kişisel çıkarları için festival düzenliyorlar maalesef. Bir şehrin sosyal kültürel ortamına değer katacağım diye belediyelerden mekânlardan sponsorluk için nakdi katkılar alıyorlar ve o değerleri de ticari ve itibari çıkarları için kullanıyorlar. Müteahhit mantığıyla rant için festival düzenliyorlar ne yazık ki ‘nasıl kâr ederiz’ mantığındalar. Bir festival sinema kültürü gelişsin, insanlara ulaşsın diye vardır, o amaçla yapılır”.

Festival yönetimi adına önceki gün açıklama yapan Mehmet Oflazoğlu, Eryılmaz’ın çektiği kısa filmin gösteriminin festivalin dördüncü gününe konduğu için jüri başkanlığından çekildiğini belirtmişti. Eryılmaz, bu iddiaya şöyle yanıt verdi:

“Film, dördüncü güne kadar Facebook’daki gösterim çizelgesinde bile yoktu. Ayrıca, istifam sonrası dördüncü güne ek yapıldı. Filmin kopyasının yanımda getireceğimin bilinmesine rağmen film gösterim ve söyleşi saati ile festivale geliş uçağa biniş saatimin aynı! Şaka gibi… Bu nasıl bir özensizlik!”

Diyarbakır Belediyesine kayyım atanmasından sonra iptal edilen Amed Tiyatro Festivali’ne destek vermek amacıyla tiyatro grupları, oyunlarını Cigerxwin Kültür Merkezinde tiyatro severlerle buluşturuyor.  Festivalin düzenlenmemesi üzerine tiyatro grupları, festivale destek vermek amacıyla grup halinde oyunlarını sergilemeye başladı. Bu kapsamda Dicle Fırat Kültür Merkezi, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatıldıktan sonra çalışmalarını Yekta Hêvî Tiyatro Grubu olarak tiyatro severlerle buluşturdu. Onur Kepenek’in yazdığı ve Giyasettin Şehir’in yönetmenliği yaptığı “Rastî (Gerçek)” adlı tiyatro oyunun gösterimi Cigerxwîn Kültür Merkez’inde gerçekleştirildi. Oyun, bir savaşta taraf tutmak veya tutmamak arasında yaşanan ikilimi anlatan ve aynı zamanda bir savaşa karşı sessiz kalınmasını eleştiriyor. Yaklaşık yarım saat süren oyun, izleyiciler tarafından dakikalarca ayakta alkışlandı. Oyunun ardından konuşan yönetmen Giyasettin Şehir, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından desteklenen Amed Tiyatro Festivali’ni bu yıl belediyeye atanan kayyumdan dolayı gerçekleştirmediklerini ifade etti. Bu kapsamda 29 Kasım saat 19.00 da “Bûn an jî nebûn (Olmak ya da olmamak)” oyunu da Cigerxwîn Kültür ve Sanat Merkez’inde sergilendi.

– Ankara Üniversitesi DTCF’de dekan kampüse enstrümanla girmeyi yasakladı, sokulmak istenen enstrümana ziyaretçi kartı çıkarıldı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde uygulamaya sokulan yeni yasak duyanları şaşkına çevirdi. Dekanlık kararıyla kampüse enstrümanla girmek yasaklandı! Sabah derse girmek üzere kampüse gelen DTCF Tiyatro Bölümü öğrencisi, şan dersi için yanında getirdiği enstrümanı okula alınmadı. Bu durumla alakalı dekanla görüşmeye giden öğrencinin ise Dekan İhsan Çiçek’ten aldığı cevaplar ise şaşkınlığın katlanmasına sebep oldu.Tiyatro öğrencisinin neden enstrümanların kampüse alınmadığı sorusuna İhsan Çiçek, “Kaymakamın öldürüldüğü gün enstrüman çalınıp halay çekildi, içeride Kürtçe şarkı çalıp provokasyon yapılmayacağını bilemem.” diyerek cevapladı. Öğrencilerin ısrarı sonrasında ise “Madem enstrüman çalacaksınız, o zaman konservatuvara gidin” diyerek öğrencileri odasından çıkardı.Daha sonra ise enstrümana ziyaretçi kartı çıkartılarak içeri sokuldu.

– Grup Yorum üyelerinin tutuklanmasının ardından protestolar devam ediyor. Sanat Meclisi, Serhad Raşa, İbrahim Karaca, Tayfun Talipoğlu, Hüseyin Turan, Edip Akbayram, Arif Kabadayı, Defne Halman, Osman Genç ve Mehmet Esatoğlu, Yorum üyelerine destek için İdil Kültür Merkezi’nde bir araya geldiler. Pencereden 10 metre ötedeki zırhlı polis aracından yüksek sesle çalınan mehter marşı eşliğinde yapılan basın toplantısında, faşizme karşı omuz omuza durulması gereken günlerden geçildiğine vurgu yapıldı. Polis tarafından iki kere basılıp enstrumanların parçalandığı İdil Kültür Merkezi’nde açıklama yapan sanatçılar, hukuksuz bir şekilde tutuklanan Grup Yorum üyelerine destek verdiler. Grup Yorum’un genç kadrosu tarafından karşılanan sanatçılar adına ilk konuşmayı Tiyatrocu Mehmet Esatoğlu yaptı.  Grup Yorum üyelerinin tutuklanmasına tepki gösteren Esatoğlu,  “Onların yeri bu ülkenin güzel sahneleridir, parklarıdır, sokaklarıdır,meydanlarıdır. Onların konserlerinde milyonlarca insan toplanır” dedi. Avukat Barkın Timtik ise “Size zindandaki Grup Yorum’dan selam getirdim… Bir avukat olarak hukuktan bahsetmek isterdim, gördüğünüz gibi taciz altında basın toplantısı yapıyoruz. Buna rağmen toplantımızı yapacağız. Tutsak alınsak da yapacağız. Sesimizi, soluğumuzu sustursalar bile konuşacağız. Aracın tam karşıya çekilmesinin de bir amacı var, buraya toplanmamızı istemiyorlar, dayanışmayalım istiyorlar. Birbirimizin sesine ses olmayalım istiyorlar. Biz de tam tersini yapacağız, onlara inat” dedi.  Grup Yorum üyelerinin tutuklanma sürecini anlatan Timtik, Grup Yorum sanatçılarının giydikleri  yöresel kıyafetlerin kültür merkezinde bulunan çekicinin suç delili olarak gösterildiğine dikkat çekti. Timtik,”Bu ülkede artık hukuk bitmiştir. Bunların delil olarak gösterildiği yerde hukuktan bahsedilemez” dedi. Timtik, Grup Yorum sanatçılarının ancak dayanışmayla hapishaneden   çıkarılabileceğini vurguladı. Sanatçı Tayfun Talipoğlu, bugün yaşanan baskı ve zulmü  Nazi Almanyasına benzetti. Talipoğlu, “İkinci Dünya Savaşında Naziler Yahudileri topladıklarında, gaz odalarında  çocuklarıyla boğulacakken herkes sırasını bekledi. Yahudilere teker teker soyunun dedikleri filmleri gördük ama bunun abartı olduğunu zannediyorduk.  Bunların hepsi hayal gibi görünüyordu. Daha doğrusu insanlar inanmak istediklerine inanıyordu ama  zamanla bize inandırdılar ” dedi. Bugün burada  gerçekleşen dayanışmanın önemine değinen Talipoğlu, “Bu karede olsanız da olmasanız da, sıra size geldiğinde bağıracak kimse kalmayacak” dedi. Tarihin  tekerrür  ettiğini belirten Talipoğlu, hayatını kaybeden Efsane Lider Fidel Castro’nun şu sözlerini hatırlattı, “Biz yenilirsek yeniden başlarız, diktatör yenilirse bu onun sonu olur”. Buluşmada söz alan Edip Akbayram, “En çok beraber olmamız gereken bugünlerde burada olmayan sanatçı arkadaşlar yarın kapılarına polis dayanınca mı anlayacaklar durumun vehametini” dedi.

– Batman Belediyesi’ne 11 Eylül günü kayyım olarak atanan Ertuğ Şevket Atasoy, işten çıkarmalara devam ediyor. Belediyede en son Şehir Tiyatrosu’nda faaliyet yürüten 8 sanatçının işine son verildi. Kayyım Atasoy’un, “Tiyatroya çok para gidiyor. Sahnemiz yok. Tiyatro o kadar gerekli bir iş değil” dediği iddia edildi.

– Devlet Opera ve Balesi DOB’nin orkestradaki kadın sanatçılarına 10 yıl önce ‘göğüs çatalları görünmesin’ uyarısını yapan orkestra müdürü, genel müdür yardımcısı oldu. DOB Genel Müdürü Selman Ada tarafından vekâleten genel müdür yardımcılığı görevine atanan Sugüneş, 10 yıl önce genel müdürlük binası içindeki panolara “sanatçıların dekolte kıyafet giymemeleri konusunda” bir uyarı yazısı yazmıştı. Sugüneş’e tepkiler artınca, Sugüneş o dönem bir gazeteye, konuyla ilgili, “Göğsünün çatalı gözüken elbise giyiyorlar, hiç hoş olmayan görünüm sergiliyorlar. Kurumda askılı giyiliyor, bunlara karşı olamayız, tutucu değiliz, ama abartıya da kaçmamalıyız. Orkestramızdaki bayanlar kendilerini teşhir edecek şekilde dekolte giyiniyorlar. Bir mini etek giyip donunun görünmesi hiç de uygun bir davranış değil” açıklamasında bulunmuştu. DOB Genel Müdürü Selman Ada, 15 Kasım tarihinde Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı’ya, “Genel Müdürlüğümüzde boş bulunan 1. derece +3600 ek göstergeli Genel Müdür Yardımcılığı görevine Ankara DOB Müdürlüğü orkestra sanatçısı Arzu Gürerk Sugüneş’in 1309 sayılı Kanun’un 5-b maddesi uyarınca vekâleten atanması düşünülmektedir, olurlarınıza arz ederim” diye bir yazı yazdı… Bakan Avcı ise görevlendirmeye onay vererek boşalan genel müdür yardımcılığı görevine vekâleten Sugüneş’i getirdi. Boşta bulunan diğer genel müdür yardımcılığına da vekâleten bariton solist sanatçı Serkan Kocadere getirildi.

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.