Büşra Üner
Gökyüzü… Mavi bir gökyüzü: umutların serzenişi, anılarla düşlerin birleşme mekanı, bazı bazı hüzne çalan derin bir evren… Bir insan için edebiyatın sonsuz gücünü içinde barındıran gökyüzüne dışarıdan baktığımızdaysa içinde bulunduğu evrenin ufak bir parçası. Hem umutlara sürükleyen maviliği hem de hayallere daldıran büyüleyiciliği insanın abartısından başka bir anlama bürünemiyor gökyüzüne başka bir alemden baktığımızda.
Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları (BÜO) ve Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü (BÜFK) tarafından geçtiğimiz günlerde izleyicilerle buluşturulan Düşüş adlı müzikli danslı oyun izleyiciyi evrende çıkardığı bir yolculuğun ertesinde umutların yok olduğu dünyayı tanımaya çalışan humanoidlerle tanıştırıyor. İçinde bulunduğumuz politik ortamı ve yaşamakta olduğumuz dünyayı düşündüğümüzde övgüye değer birçok noktası olan bu oyunun izleyici için anlaşılması zor olan ya da yanlış anlaşılabilen bazı noktaları da olduğunu söylemekte fayda var.
Humanoidleri sahnede dansçılar ve müzisyenler canlandırıyor. Evrenden dünyaya düşen humanoidler arasında bir çekişme var. Çünkü, müzisyen humanoidler dünyaya dansçı humanoidler yüzünden düştüklerine inanıyorlar. Humanoidlerin yanı sıra sahnede çeşitli insan tiplerini izliyoruz ve bir yandan da yaşadığımız dünyaya dair politik bir eleştiri yapıldığını görüyoruz.
Oyun gökyüzünü andıran renklerin dolambaçlı bir merdiven edasında yerleştirildiği perdede evrenden dünyaya bir yolculukla açılıyor. Fonda çalan müziğin verdiği etkiyle de her dakika dolambaçların içerisinde biraz daha kaybolduğunu hissediyorsun. Birbiri ardına giren her nota içsel yolculuğunda seni gittikçe derinlere götürürken bilinmez diyarlar tanıdık olmaya başlıyor. Geniş bir evren, yıldızların parıltıları ve dünya… Evrendeki o yolculukta kendimizi kaybettiğimiz anda oyuncuların sahneye girişiyle beraber bir irkilme yaşayarak bilmediğimiz bir alem olan dünyaya düşüyoruz. Dünyayı bilmediğimiz bir alem olarak tanımlıyorum çünkü; oyuncuların düşüş anı izleyici için de içsel bir yolculuğun sonu oluyor. O andan sonra da gökyüzüne humanoidlerin gözüyle bilinmeyen bir diyar olan dünyadan bakmaya başlıyoruz. Ürkütücü melodinin heyecan katmaya başladığı sırada humanoidlerin dansları eşliğinde yarıda kalan içsel yolculuğumuza çöllerde, okyanuslarda devam ediyoruz, gidiyoruz, gidiyoruz… Humanoidlere ne kadar yabancıysa bize de bir o kadar yabancı bir alem… Ve yolculuğun sonunda bir tabela: Devren Kiralık.
Humanoidler, Devren Kiralık bu kafeyi tutmak istiyorlar. Sahnenin arkasından elinde birası, kırmızı gömleği, beyaz çorapları ve ağzından düşürmediği sigarasının sararttığı dişleriyle kafenin sahibi çıkıyor. Günlük hayatımızda rastlayabileceğimiz dünya alemine yabancı olmayan bu tipi keşfetmeye çalışmak humanoidler için hayli eğlenceli oluyor. Humanoidler insanı keşfetmenin verdiği heyecanla kameralarını kafe sahibinin bedeninde gezdiriyorlar. Onu bu şekilde mercek altına aldıklarında büyük perdeden kafe sahibini izliyoruz. Bavullarından çıkardıkları büyük kitabın kılavuzluğunda kafe sahibiyle anlaşıp kafeyi tutuyorlar. Sıra açılış partisine geliyor ve elektronik müzik eşliğinde başlayan humanoid dansları… Açılış partisinin sona ermesiyle perküsyonun ve efektlerin etkisiyle atlılar seni kovalıyormuş da yıllanmış ağaçların arasında vücudunun bir yerine atılacak oktan kaçma heyecanının vereceği hissi yaşıyorsun. Kaçıyorsun, kaçıyorsun, kaçıyorsun… Senin kendi içindeki bu kaçışına sahnede dansçılar eşlik ediyor. Devamında gelen temizlik sahnesiyse oyunun dans performansı yönünden en yükseltici bölümlerinden. Bu kısımda da perküsyon izleyiciyi sahnenin içine çekme gücünü barındırmakta. Bir yandan da açılış partisi ve temizlik sırasında müzisyen ve dansçı humanoidler arasındaki çekişme görünürlük kazanıyor. Temizliği kimin yapacağını belirlemek üzere elinde zarlarla müzisyenlere giden dansçı humanoide müzisyenler yüz çeviriyor ve temizliği yapmak diğer üç dansçı humanoide kalıyor ve atılan zarların ardından dansçılardan biri temizliği yapıyor.
Kafenin ilk müşterisi içeriye giriyor. Elinde silahı, sakalları, siyah kostümüyle attığı tirat sonrası müşterinin IŞİD bombacısı olduğuna dair fikir izleyicinin kafasında netleşiyor. Müşterinin attığı tirat sırasında yapılan dans da sahneye bir ironi katıyor. Humanoidlerin yabancı oldukları bu dünya karşısında atılan o tiradın onlar için bir anlam ifade etmediğini görüyoruz ta ki müşterinin kafeyi terk etmesiyle gelen patlama seslerine kadar. Patlama sesleri ve devamında okunan patlama, savaş, ölüm haberleriyle izleyicilerin tüyleri diken diken oluyor. Müziğin ritmine uygun şekilde gittikçe artan bir hızda sıralanan haberler… Oyunun başlangıcındaki evrensel yolculuk sırasında dinlediğimiz müziklerin haberler okunurken tekrarlanması da humanoidlerin düştükleri bu dünya karşısında duydukları hüznü ve kendi evrenlerine olan özlemlerini düşündürtüyor.
Bir yükseliş… Sahnede dolaşan çeşitli insanlar… Bir gazeteci… Büyük perdede gazeteciyi dinliyoruz bir müddet; derken perde kararıyor. Bir mahkeme salonu… Bir parti sahnesi… Yayın yasakları, ölümler, savaşlar yokmuş gibi dans eden insan topluluğu. Dans ediyorlar, dans ediyorlar ve sarhoş oluyorlar. Hiçbir şeyin farkında değiller ta ki sarhoşluğun etkisiyle anlatmaya başladıkları hikayeler bölümüne kadar… Partide dans edenlerden birisi sarhoşluğun verdiği kendini bilmezlikle rüyasını anlatıyor: Bir bebek kıyıya vurmuş. Kaçmaya çalışsalar da fena; gidecek yönü bulamıyorlar ve böyle bir dolambacın içerisinde rüya sona eriyor. Oyunun parti sahnesinde politik ortama, eğlence kültürüne, kötü günler karşısında yurtdışında yaşama hayallerine yönelik hayli açık eleştiriler bulunmakta. Ancak, bu eleştiriler çok art arda ve genel bir çerçeveden yapılıyor. Bu durum da izleyicide eğlenen ya da yurtdışında yaşamak isteyen herkes politik ortamdan uzakmış gibi bir algı yaratıyor. Yani, bu kısımda yapılmak istenen eleştiriler belli başlı kavramlar üzerinden genel insan tipleri yaratmakta. Bunların yanı sıra bu sahnede dans eden oyuncuları izlemek seyirci için hayli eğlendirici.
Oyunun son sahnesine doğru çalan “Bye Bye World” şarkısı humanoidlerin geldikleri evrene döneceklerine dair bir umut barındırsa da bir anda üç yeni humanoid daha dünyaya düşüyor ve oyun sona eriyor. Bu sonun umutlu olduğunu söylemek zor; ancak umutsuz bir son olduğunu da düşünmüyorum. Sadece izleyicinin hayal gücüne bırakılabilecek nitelikte bir belirsizlik var. Humanoidler ölümlerin coğrafyasında mı yaşamaya devam edecekler; yoksa kendilerine katılan yeni arkadaşlarıyla her gün bir parça daha tanıdıkları gökyüzünden aldıkları ilhamla hep beraber barışlı günler uğruna mücadelelerini sürdürecekler mi? Bundan sonrası izleyicinin düş gücüne kalıyor. Ancak, burada son sahnenin umutlu ya da umutsuz bitmesinden önemli olan nokta birçok izleyici tarafından sonunun doğru anlaşılmamış olması. Oyunun sonunun dünyadaki insanların humanoidlerle beraber onların evrenine gitmek isteyen üç insanın gelişiyle bittiğini düşünen ya da oyunun sonuna hiçbir anlam yükleyemeyen birçok izleyici var.
Sonuç olarak Düşüş her ne kadar yukarıda bahsedildiği gibi anlaşılamayan bir sona ve izleyicinin genel çıkarımlar yapabileceği bazı sahnelere sahip olsa da oyuncuların etkileyici dansları ve müzisyenlerin notalarıyla izleyicisini oyunun içine çekme gücüne sahip. Her gün tepemizde dönen gökyüzüne başka bir evrenden düşen varlıkların gözünden bakmamızı sağlayarak izleyiciyi çeşitli düşünce bulutlarına taşımakta. Müzikten yayılan her melodi ayrı bir hikaye anlatır. Hüzünler barındırdığı kadar bir sonraki nota, içinde kaybolduğun hüzünler dünyasından seni umutlu günlere sürükleme gücüne sahiptir. Öyle evrensel bir umutlandırma hüzünlendirme işi değildir müziğin duygu dünyasındaki yeri; her insanın beyninin bir köşesine sakladığı anıları deşerek haykırır: Bir gün gelecek ve çok daha iyi günler göreceğiz; barışın gökyüzünü parlatacağı günler çok yakında! Düşüş her ne kadar umutlu günlerin garantisini simgeleyecek bir sonla bitmese de fonda çalan her notanın duygu dünyalarımıza getirdiği güçlendirici etki barışlı hayallere ulaşacağımız inancına da bir vurgu yapıyor. Değişimi anlamak zor; aklın almayacağı derecede hızlı bir zaman yaşıyoruz bu evrende ve bir gün değişimin o anlaşılmazlığında barış dolu sabahlara uyanacağız.
Kasım 2016