Ayhan Hülagü
İstanbul gibi turizm şehri olan Viyana ve Prag, yaz kış konserler, gösteriler ve sahne şovlarıyla misafirlerine kültürel bir zenginlik sunuyor. İstanbul’u iki şehirle kıyaslayınca ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?
Orta Avrupa’nın iki güzide şehri Prag ile Viyana bir turizm merkezi olduğu kadar kültür merkezi de aynı zamanda. Tarihi binaların arasında eliniz cebinizde, dudağınızda emanet bir ıslıkla dolaşırken müzeler, kültür merkezleri, tiyatro salonları karşılar sizi. Elinizde tutuşturulan bir broşürün peşine düşüp ihtişamlı bir gösterinin merkezinde gözlerinizi açmanız an meselesi. İşte bu şehrin kültür turizmini, kararsız adımları sanata götüren yolları irdelemekte fayda var. Geçtiğimiz günlerde iki şehirde oyunlar izleme, sanat merkezlerini inceleme şansım oldu, Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’un kültür dünyasının nasıl daha etkin ve renkli olabileceğine dair farklı pencereler açtı zihnimde.
Önce Prag… Bohemya’nın başkentinde tiyatro salt kış aylarında perde açmıyor. Ağustos sıcağında da izleyecek oyun bulmak mümkün, karlı bir şubat gecesinde de. Normal sezonda perde açan tiyatroların yanı sıra turistlere yönelik oyunlar oynayan hayli ekip var. Özellikle eski Prag’ın ara sokaklarında birçok tiyatro bulunuyor. Bodrum katlarında, çatı aralığında açılan, küçük müdahalelerle seyir yeri yeniden düzenlenebilen tiyatrolar… Anlamak için yabancı dil bilmeye gerek yok. Evrensel temaları işleyen oyunlar seçilmiş, kurgulanmış, dans ve müziklerle renklendirilmiş. Mesela 20 yıldan fazla süredir perde açan National Marionette Theatre, bir o kadar süredir sanat hayatına devam eden National Company uzun yıllardır kukla tiyatrosuyla meşgul. Her ikisi de Mozart’ın Don Juan’ını sahneliyor bugünlerde. Ustanın ünlü bestelerini kayıttan kullanarak, hiçbir karaktere söz söyletmeden… Kukla festivallerinde izlediğimiz gibi tek perdelik kısa oyunlar değil. 1.5-2 saati bulan, başarılı kuklaları, sahneyi dolduran dekoru, mütevazı ışık kullanımıyla sahneye taşınan oyunlar.
Pantomim, danslı oyunlar Prag’da kukla tiyatrosu kadar ‘black light’ tiyatrosu da revaçta. Işıkta parlayan fosforlardan oluşan kostümlerin kullanıldığı, sözsüz oyunlar üzerine kurulu tiyatro, gerçek hayatın çizgilerini tuz buz edip fantastik hikâyeler anlatıyor. Muhteşem beden plastiğine sahip oyuncular kelimelere ihtiyaç duymadan oyunu resmediyor. Sözle arasına mesafe koyan bu oyunlar düzenli bir programla hemen ‘her gün’ aynı saatte seyirciyle buluşuyor. Kimi beş yüzüncü gösterisini yapıyor, kimi beş bin. Bu renkli tiyatro dünyası şu soruları sorduruyor: Yazın çantasını sırtına alıp İstanbul’un yolunu tutan biri kaç gösteri izleyebilir, konsere gidebilir? Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az. Oysa Viyana ve Prag’da opera, bale, tiyatro veya konsere ev sahipliği yapan onlarca sahnenin kapısı açık. İkinci soru: Bırakın yazın perde açan oyunları normal sezonda bir oyun en fazla kaç defa perde açıyor? Üç haneli rakamlardan söz edemiyoruz ne yazık ki. En çok sergilenen Ekrem Reşit ile Nazım Hikmet’in kaleme aldığı meşhur operet Lüküs Hayat’tı (27 yıl). Başrol oyuncusu Zihni Göktay, emekli olduktan sonra İstanbul Şehir Tiyatrosu’ndaki oyun rafa kaldırıldı. Lüküs Hayat gibi usta çırakları bir araya getirecek, geniş kitleleri salonlara çekecek oyunlara ihtiyaç olduğu aşikâr. Teknik alt yapı sorunlarından arınmış, yaz kış açık kalacak tiyatrolara ihtiyacımız var. Ülkenin geleneksel kodlarına dair bilgi sahibi olmak isteyen bir yabancının ziyaret edebileceği Karagöz gösterilerinin yapıldığı bir salon, tasvirlerinin sergilendiği bir müzenin olmaması eksiklik değil mi mesela? En basitinden Vasfi Rıza Zobu’dan Münir Özkul’a onlarca ustayı yetiştiren yüzyıllık Şehir Tiyatroları’nın ve Devlet Tiyatroları’nın kostüm, aksesuar, dekor maketleri vb. sergilendiği bir müzesi (Prag ve Viyana’da çikolatadan maket oyuncaklara adım başı bir müze ile karşılaşmak mümkün) olsa fena mı olur. İstanbul’u merkezi Taksim’in kalbinde Atatürk Kültür Merkezi’nin politik hırslar nedeniyle yıllardır bir ceset gibi yatmasına ne demeli?
Viyana’da Kabare De İzlenir, Klasik De
Türkiye’deki tiyatro salonlarının en büyük sorunu teknik yetersizlik. İşin erbabı isimler tarafından inşa edilmeyen salonlar, beton, demir yığınından ibaret. Belediyeler altyapısı güçlü salonlar açmak yerine mevcutları sergi, konser vb. ev sahipliği yapacak kültür merkezlerine dönüştürünce makas aralığı arttıkça arttı. Yurtdışındaki büyük prodüksiyonlu yapımlar turne programı düzenlerken Türkiye’yi hesaba katmıyor bile. Viyana’da 20’ye yakın tiyatro salonunu gezme şansım oldu. Türkiye’yle farklı ve ortak birçok nokta var: “Viyana’daki tiyatrolar Türkiye’deki gibi eylül ayında perde açıyor. Ancak kabareler, komedi oyunları yaz kış sahneleniyor. Viyana birinci bölgesi (Bezirk Innere Stadt), Beyoğlu ve etrafını çevreleyen, imkânsızlıkların sebep olduğu atmosferde yeni bir dil oluşturup tiyatro dünyamızı diri tutan alternatifler gibi birçok sahneye sahip. Bir sahnede sadece komedi oyunları oynanırken, diğer sahnede kabare gösterileri yapılıyor, klasikler sahneleniyor. Farklı gösterilerin aynı anda yapıldığı salonlar da var. Mesela Volkstheater’ın ana sahnesinde ihtişamlı bir müzikal sahnelenirken, küçük salonunda kabare oynanabiliyor. Salonlar, oyunlara göre şekillenmiş, teknik altyapı ona göre düzenlenmiş. Kabareler gece kulüplerini andıran salonlarda, komediler Türkiye’deki gibi klasik çerçeve sahnede oynanıyor.
Tiyatrolar Hayatın İçinde
Müzikallerin oynandığı Ronacher Theater, Raimund Theater gibi büyük sahneler (Ses Tiyatrosu’ndan daha büyük ve düzenli) şehrin en büyük artısı. Kalabalık kadrolu müzikaller, operetler buralarda sahneleniyor. Sık sık komşu ülkelerden oyunlar geliyor turneye. Bilet bulmak imkânsız gibi. Yazın ortasında sahnelenecek oyunların bileti satışa çıkıyor. Salonların ortak özelliği hayatın içinde olması. Tarihi binaların dışındaki birçok salon kafe-bar veyahut restoranla (Oyun Atölyesi vb) iç içe. İzleyici salt oyun izlemeye gelmiyor tiyatroya. Perdesi kapalı olduğu dönemde dahi prodüksiyonları için ekonomik bir gelir sağlayan tiyatro, seyircisiyle ilişkisini hiçbir zaman koparmıyor.
Ayakta Bilet İstiyoruz!
Türkiye’deki tiyatro biletleriyle Prag ve Viyana’dakiler arasında büyük fark var. Prag’da biletler 20 ile 50 Euro arasında değişirken, Viyana’da 100 Euro’ya kadar çıkabiliyor. Tabii ki oyuna ve mekânına göre farklılık gösteriyor. Viyana’daki bütün tiyatrolar kombine bilet satışı yaparken aile paketi, genç, öğrenci indirimi de söz konusu. Türkiye’de bazı alternatif mekânlarda ‘son dakika bileti’ adı altında satılan ‘ayakta bilet’ uygulaması bütün tiyatrolarda kültür haline gelmiş. Oyundan bir saat önce biletler 5 Euro’ya satılıyor. İzleyici ister ayakta izliyor gösteriyi, isterse boş koltuklara oturarak. 100 Euro’yu bulan locaların, en ön koltuklarının biletleri ise gösteri öncesi 15 Euro. Hemen her gösteride yer bulmak mümkün. Türkiye’de kapalı gişe oynanan yıldızı bol oyunlarda bile (protokole ayrılan yerlere kimse oturtulmuyor) koltuklar boş kalabiliyor. Ayakta bilet uygulamasına geçilse kim zarar eder ki? Hem dolu salona oynamak oyuncuyu ayrı motive eder.