Zafer Diper
1981 yılında o zorlu dönemde Üsküdar’daki Sunar Tiyatrosu salonunda Bizim Tiyatro’yu kurarken; oyunlar, kurslar yanı sıra, düşüncesi aklınızın bir köşesinde dursa bile, bir dizi kültür-sanat etkinliklerini gerçekleştirebilmeyi imgeleyebilmeniz olanaksızdı. Ancak başta Haluk Şevket Ataseven’in ve Şükran Kurdakul’un öncülüğünde bir düş gibi duran (ki sonra yıllarca sürecek olan) etkinliklerimizi somutlamaya başladık birer birer…
Salonların, tiyatroların çoğu nerdeyse kapalıydı. Her şey izin(ler)e bağlıydı ve Bizim Tiyatro adıyla, “toplumcu sanat üretimine yönelik” savsözüyle ortaya çıktığımızdan, daha da zorluklar taşıyordu durumumuz. Ne yaparız ederiz derken, bir tansık gerçekleşti. Haluk Şevket’in İstanbul Milli Eğitimden “öğrenciler yararına” diye altını çizerek adını da kendisinin koyduğu “Duygu Eğitimi Gösterileri” için bir izin koparması, uçurdu bizi…
1983 yılında, Somut’ta Sami Güner soruyordu: “Duygu Eğitimi, gençlerin büyük ilgisiyle karşılandı. Yazarlarla, çizerlerle, gazetecilerle, sanatçılarla söyleşme olanağı buldular. Bu gösterilerin amacı nedir?” Haluk Şevket yanıtlıyordu: “Genellikle ülkemizde sanatlar arası düşünce alışverişi yok denecek kadar azdır. Gösterilerimizde gençlere çeşitli sanatları sanatçılarımız aracılığıyla açıklamalı ve uygulamalı olarak aktarıp, genelde tüm sanatların bilincine varacakları bir toplu gösteri alanı açıyoruz…”
Daha sonraki yıllarda Kurdakul, Cumhuriyet Gazetesindeki köşesine özetle şunları taşıyordu: “Zafer Diper’i, kimi okuryazarlarımıza sonu gelmeyecekmiş gibi görünen 12 Eylül günlerinde tanıdım. Üsküdar’da Sunar’ın üst katındaki tiyatroya sığınmış, elinden geldiğince, darbecilerden darbe yiyen kültür savaşımının varlığını kanıtlamaya çalışıyordu. (…) Ayağım alıştı Bizim Tiyatro’ya. Açıkoturumlarda konuştum, tartışmalara katıldım, yaralı çağdaşlaşma savaşımızın ilginç evrelerini anlatmaya çalıştım. (…)Toplantılara katılan 12 Eylülzedelerle birlikte direncimizi somutlamaya çalışarak, darbenin bizi köleleştirmediğini duymak yetiyordu bize…”
Benzersiz olduğu söylenegelen etkinliklerimiz şu başlıklar altındaydı: Gösteri, Şiir, Şiir-Drama, Toplugörüşme, Konuşma, Söyleşi, Dinleti (Klasik, Halk, Geleneksel, Caz), Atölye (Dramatik Sanatları Araştırma), Anma… Katılımcılarımızın dizelgesi ise kısaca: Gitar Üçlüsü, Başak Topluluğu, Ezginin Günlüğü, Bulutsuzluk Özlemi, Çağdaş Bale, Kopenhag Orkestrası, Genç Oyuncular, Vecihi Ofluoğlu, Ünol Büyükgönenç, Şahap Balcıoğlu, Tan Oral, Şükran Kurdakul, Doğan Hızlan, Kemal Özer, Afif Yesari, Refik Durbaş, Sennur Sezer, Melisa Gürpınar, Haluk Şevket, Ayla Algan, Beklan Algan, Erol Keskin, Orhan Alkaya, Hayati Asılyazıcı, Tahir Özçelik, Işıl Özgentürk, Seçkin Selvi, Asım Bezirci, Salim Rıza Kırkpınar, Atilla Özkırımlı, Prof.Dr.Cahit Tanyol, Prof.Dr. Emre Kongar, Mahmut Dikerdem, Yaşar Kemal, Kemal Nebioğlu, İlhan Selçuk, Melike Demirağ ve Oben Güney…
Kurdakul’un değindiği, gereksinim duyulan o hava, Bizim Tiyatro’yu bir buluşma alanına çevirmişti; Oben Güney de “ayağı alışanlardan”dı…
Şair, yazar, yönetmen, oyuncu Oben Güney’in, İstanbul Şehir Tiyatroları’ndaki görevine 12 Eylül Darbesi yönetimince son verilmişti 1982’de. İşsizdi ve zor koşullarda yaşıyordu. Tiyatroda kulislerden birini ona ayırmış, masanın üstüne de daktilomuzu bırakmıştık: “İstediğin zaman, otur, burada yaz, bu oda sana ait…” diye. Güney’in 1983 yılında o akıl almaz bir çalışmanın, emeğin ürünü “İnsanda Tiyatro Tiyatroda İnsan” basılmıştı. Onun üzerine konuşması büyük ilgi gördü. Kitabı gezineğe (fuayeye) koymuş ve 1984 yılının, o günü giderek, hem söyleşi hem de imza gününe dönüşmüştü… Cevat Çapan, Önsöz’deki yazısından alıntıladığım satırlarda şöyle diyordu: “Kitabın başka ilginç yanı da daha önce “araç yapan insan” olarak tanımladığımız insanı, “homo politicus” ve “homo ludens”, yani “siyasal insan” ve “oyun oynayan insan” olarak ele alması, böylece insanla tiyatro arasındaki doğal ilişkiyi gerçek bağlamı içinde saptamasıdır. Böyle bir araştırma, elbette ki, yalnızca tiyatro tarihçilerinin ve eleştirmenlerinin görüşlerine başvurularak gerçekleştirilemezdi. Bu nedenle, gerek eski uygarlıkların toplumsal ve düşünsel yapılarının değerlendirilişinde, gerekse daha sonraki toplumların kültür ürünlerinin ele alınışında bu konuları aydınlatabilecek değişik kaynaklar gözden geçirilmiş, tiyatro ve insan ilişkisi bütün tarihsel uzantıları ve boyutlarıyla çağdaş bir yorumla okura sunulmaya çalışılmıştır…
Şükran Kurdakul, bir gün bana, “Bir Yürekten Bir Yaşamdan” kitabımdan kurgu yapalım ve ben sahnede oynayarak yorumlayayım şiirlerimi. Rejiyi sen yapacaksın; nasıl oynayacağım, sen yönlendireceksin…” dedi. Ancak işi üstlenen Oben Güney oldu. Günlerce çalıştılar. Güldürüye sahne olan anlar yok değildi çalışmaları sürecinde. Tatlı tatlı birbirlerine giriyorlardı arada. Oben söylüyor, ne var ki Şükran onun sahne diliyle dediklerini ya tam kavrayamıyor ya da beceremiyordu istenildiğince. Ben onları izlerken kimi zamanlar salondan kaçıyordum; sessiz kahkahalarıma engel olamıyordum. Kavga gürültü değildi aralarındaki elbet, ama sonunda işi sonuçlandırmak neden bana düştü, anımsayamıyorum şimdi…
Gençler, 28 Ağustos 1993 yılında 55 yaşında aramızdan ayrılan bu önemli kültür-sanat savaşımcısı Oben Güney’i tanıyor musunuz? İsterseniz bir göz atın yaşamöyküsüne… Ya siz daha yaşlılar; anımsıyorsunuz, yitirmediniz değil mi onu? Eğer unutur gibiyseniz, onun şiirinden bir dizeye kulak verin usulca:
“Siz ne güzel yoksunuz, sanki var gibiydiniz.”