Mimesis Haber / 24. İstanbul Amatör Tiyatro Günleri 8 Mayıs Pazar günü üç oyunla devam ediyor.
13.00 / İstanbul Fen Oyuncuları – Black-out
18.00 / Marmara Üniversitesi Tiyatro Kulübü – Kuyu
20.30 / Taşkışla Sahnesi – Gargantua’nın Pek Garip ve Korkunç Hikayesi
Yer: Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs ÖFB Demir Demirgil Salonu
13.00 / İstanbul Fen Oyuncuları – Black-out
1970’li yılların sonları… Milano, İtalya… Sıradan bir olay, sıradışı
önlemler… Ve hepsinin ortasında ailesini ayakta tutabilmek ile akıl sağlığını koruyabilmenin ince çizgisi arasında gidip gelen bir kadın: Franca. Dario Fo ve Franca Rame tarafından 1970’li yılların sonunda kaleme alınan oyunumuz, art arda gerçekleşen elektrik kesintileri sonucu İtalya’da yaşanan toplumsal krizi ele alıyor. Sıradan bir elektirk kesintisinin yol açtığı sıkıntıların; toplumsal boyutlara hangi aşamalarla ulaştığını gözlemleme fırsatı yaratan oyunumuz, kriz-fırsat ilişkisinin sorgulanması için de kapı aralıyor: “Yaşadığımız toplumsal bunalım mı; bireysel dertlerimiz mi aslolan?” ya da “ Toplumsal bir kriz anını, birarada olmanın getirdiği güçle fırsata dönüştürmek mi? ”
18.00 / Marmara Üniversitesi Tiyatro Kulübü – Kuyu
“Gece…
Ay ışığında bir boşluk…
Boşlukta bir balta ağır ağır sallanmaktadır…
Issızlık…
Kağşamış bir yüz, sessizce dolaşır ve boşluktaki suskun baltayı algılar, ona doğru ağır ağır devinir…
Baltaya ikircikli bir dokunma isteği…
Yüzde boşluğa düşüş…
Balta, eller ve yüz…”
Kuyu’nun içindeyiz ve sesler duyuyoruz…
“İnsanın geçmişi yalanlar üzerine kurulu olabilir, ama geleceği hiçbir yalanın üzerine kurulu olamaz”
“Her şey… Al işte şu kuyu… Bizden, ikimizden ne farkı var… Birileri habire kazıyor bizi… Biriler, derinlere indikçe balçıkla kaplanan yüreğimizi buluyor… Tanrı, belki de bizi bir kuyu suyu olarak yarattı… Ama farkında değiliz…”
“Sanki dünya yalnızca ikimizi bekliyordu… Elinde kurban bıçağı ve ölümcül bir sükunetle…”
“Eğil, kulağını ağzına daya, bak!.. Sesler duyacaksın soluk sesleri!.. Bak, gel göstereyim!..Eğil şöyle, kokla bak kuyunun içini… Bir insanın ağzı nasıl kokarsa her sabah, öyle kokuyor kuyunun ağzı da…”
“Üstelik bu kuyunun sonunda nereye varacağız kim bilebilir?.. Tıpkı göğün sonsuzluğu gibi… Ve biz hep Tanrı’yı orda sanırız… Onu sonsuzluğun hiçliğine mahkum ettiğimizin farkına varmadan…”
Kuyu’ya baktığımız günden beri ayıramadık gözlerimizi. Yetmedi girdik Kuyu’nun derinliklerine, kâh baktık dipten gökyüzüne kâh baktık tepeden en dibine… Sanrılar gördük, sesler işittik, düşündük, sorguladık… Sahi nedir bu Kuyu meselesi? Anlatacağız şimdi sizlere. Sıra sizde; sorgulayacak ve sorgulanacak, yargılayacak ve yargılanacaksınız…
20.30 / Taşkışla Sahnesi – Gargantua’nın Pek Garip ve Korkunç Hikayesi
“Siz pek ünlü ayyaşlar ve pek değerli frengililer, bendeniz geze geze gezegende girilmedik gizli yer bırakmamış gezgin Alcofribas Nasier. Birazdan anlatacağımız bu hikaye, Simya ehli üstad Pigme tarafından hiç de derin şeyler düşünülmeden; yalnız yiyerek, içerek, gülerek, eğlenerek ve sıçarak yazılmış ve uzun yıllar boyunca saklanmıştır; ta ki ben değerli kulunuz ortaya çıkarana kadar. Ben de bedenimi şarap ile beslemeye ayırdığım bu vakit içerisinde, Pazar Meydanı’nda üstad Pigme ve onun aylak çömezleriyle birlikte yaşadım ve tüm bunları yaşadıktan sonra siz götü dübürlülere, bu korkunç ve de ürkünç filhakika garip Gargantua’nın hikâyesini anlatmaya karar verdim.
Anlatacağım bu hikâyede; bir sürü gülünçlükler, uydurmalar göreceksiniz belki. Ama eğer sadece gülüp geçerseniz, hikayedeki özü kaçırırsınız ona göre! Amma, eğer ki bir köpeğin özenle kemiği kırıp içindeki iliği yaladığı gibi yalayabilirseniz bu hikâyenin içindeki özü, bu özün çok uhrevi ve pek zührevi bir öz olduğunu fark edeceksiniz ve bu öz hem ruhunuzu aklınızdan kurtaracak hem de rahatlık getirecek böbreklerinize! Şimdi ben böyle dedim diye sakın ha keyfinize bakmayı ihmal etmeyin canlar. Gülerek ve eğlenerek izleyin hikâyemizi, çünkü güldürmeden başka pek bir hüner bulamayacaksınız içerisinde.”