Zafer Diper
Çeşitli söylencelere konu olan Nilüfer çiçeği (Nymphea); durgun sularda yetişen, çamurlu ortamlarda, çamurun içinde çamursuz yaşayabilen, doğruluk ve dürüstlüğün simgeselliğini taşıyan köksüz bir su bitkisi… Nilüfer bataklıkta nasıl yaşayabiliyor, başarabiliyor özgür kalabilmeyi?… Nilüfer Belediyesi de nasıl sürdürüyor savaşımını, o adını aldığı, tüm güzellikleriyle renk renk açan bir özgürlük çiçeği gibi?! Derin derin içimize çekerek mutluluğu soluduğumuz 5.Tiyatro Festivali, düşüncelerini ve uygulamalarını başarılı biçimde gerçekleştirebilen bir yerel yönetimin benzeri az bulunur örneği ülkede…
Açılış dün gece yapılmış Müzikli Gala ile ve bugün 28 Mart, Festivalin ilk oyunu Yargı… Oraya vardığımızda; sergiler, atölyelerin yapılacağı alanlar, toplantı odaları, kitaplığı ve sahnesi ile tam donanımlı Nâzım Hikmet Kültür Evi heyecanlandırıyor beni desem de, belki bir ikincisi daha etkileyici: Orhan Kemal’den Engin Alkan’ın yönetiminde Tersine Dünya’yı sahneleyen Nilüfer Belediyesi Tiyatro topluluğundan genç sanatçılar, her türlü yardım, gereksinimlerimiz için oradalar. Kapıda karşılıyorlar bizi. 32 gün sürecek festivalde 11 ve 18 Nisan’da sergileyecekler oyunlarını. Dışarıdan konuklar azımsanmayacak sayıda: Polonya, Almanya, Çekoslovakya, Finlandiya, Estonya, Azerbaycan, Gürcistan… Ayrıca bale, dinleti, atölyeler bu 32 gün içinde… “Böylesi yoğunluğa hangi maddi-manevi güç dayanır?” diye sorarsanız, “Demek, istenirse dayanılabiliyor!” derim ben de… Üzerinde düşünülmesi gereken: Kültür-sanatın aracılığıyla ne(ler) amaçlanıyor? Niçin ve neden gerçekleştiriliyor bu etkinlikler?… Tiyatro Festivali, sanatın yaşamla kurduğu ilişkiler ağını ayrıntılarıyla ele alan Brecht’i çağrıştırıyor. O, her zaman tiyatro sanatının sanatların en yücesine yani yaşama sanatına hizmet etmesi gerektiğini savunur ya; yetkinlikle kotarılmış festival dergisinin ön sözünde “yaşasın tiyatro, yaşasın barış!” diyerek, bana bunları anımsatan başkan Mustafa Bozbey’den başlıyor her şey duyumsadığımca. Ama yalnız, tek başımıza neyiz? Bunu iyi bilen başkan yine, çünkü güçlü bir birliktelik-örgütlenme sağlamış arkadaşlarıyla… Oyun sonrası Meltem Öztürk ile söyleşiyoruz. Hem yazıyor, hem çekim yapılıyor. 30. yılında Yargı’yı konuşuyoruz. İki üniversite bitirmiş, Fransa’da 11 yıl yaşadıktan sonra Nilüfer’e gelmiş Meltem, Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğünde görevli. “İnanılmaz bir titizliğin, ilginin izleri gözlemleniyor” diyorum her bir karede. “Ne yazık ki yönetimle bağlantılı ancak birkaç kişiyle tanışabilme olanağını buldum: Başkan danışmanı Feza Soysal, sonra Yusuf Aksoy, Sultan Ertuğrul…” “Ah, diğer çalışma arkadaşlarımı da bir tanıyabilseydiniz!” diye giriveriyor araya Meltem, içtenlik ve sevgiyle gözleri parıldarken… Giderayak “Biz Nilüfer’e mi yerleşsek ne etsek?!…” diyorum. Gülüyor Meltem. Öyle, sen te Paris’i bırak gel, sen şuracıkta İstanbul’u neden bırakamayasın?!…
Bu deneyim gösteriyor: Umutsuz olmak için bir neden yok. İşte, Nilüfer Belediyesi var! Az sayıda, başkaları da…