Tutkulu bir aşk, bir aşk bebeği, e-mail’le ayrılık ve 3 yıl sonra arabulucu aracılığıyla buluşma… Paris’teki Poche Montparnasse Tiyatrosu’nda sahnelenen ‘La Médiation’da (Arabulucu Danışmanlık) hikaye gerçek. Oyunu yazan ve kendini oynayan oyuncu Chloe Lambert, filozof Raphael Enthoven’le birlikteliğinde bu olayları üç aşağı beş yukarı birebir yaşamıştı. Güzelliği ve çekiciliğiyle bütünleşen güçlü oyunculuğuyla tanıdığımız Chloe Lambert sahnede döktürüyor. Ve oyunun sürprizi arabulucu kızı oynayan Ophélia Kolb, usta tiyatrocu Işıl Kasapoğlu’nun kızı!
Hikâye gerçek. Nitekim oyunu yazan ve kendini oynayan oyuncu Chloé Lambert, filozof Raphaël Enthoven ile olan birlikteliğinde, bu olayları üç aşağı beş yukarı birebir yaşamıştı. Kendi hikâyesini kaleme aldı, sahneye koydu ve oynadı.
Hikâyede, bir yandan dinozor türünü derinlemesine inceleyen ve araştırmalarının sonucunda ortaya çıkaracağı gerçeklerle yüzyılın keşfi olacağına inandığı buluşuna kafayı takmış, dinozor fanatiği Pierre, diğer yandan devamlı endişeli, bulunduğu durumu abartarak yaşayan, kendini haince aldatılmış hisseden Anna var. Bu ikili, birbirlerine delice âşık olmuşlar ve beraber yaşamaya başlamışlar; oğulları Archimède’in doğumundan tam 6 ay sonra, Pierre aniden hem de sadece bir e-mail yazarak ayrılmaya karar verdiğini açıklamış ve Anna’yı terk etmiş. Tam üç yıl sonra, birbirleriyle diyalog kuramamanın sancısıyla, oğullarının bakımını nasıl paylaşacaklarına karar verebilmek amacıyla, hâkimin öngördüğü, arabulan ve uzlaştıran bir danışmana başvurmak zorunda kalırlar.
İşte oyun, bu noktada, arabulucu danışmanlık bürosunda başlıyor. Danışmanlar, bir anne (İsabelle) ve kızı (Jeanne). Kızın ilk danışmanlık deneyimi. Anne bu işin kurdu. Taraflara hangi tonda, nasıl konuşacaklarını, tarafların tek tek konuşmasını ve birbirlerine hangi mesafede durmaları gerektiğini, yumuşak ama kararlı bir tonda bildiren bir uzman. İsabelle, ikilinin oğulları Archimède’i simgeleyen, dinozor şeklinde bir çocuk iskemlesini de ortalarına koymaktan geri kalmıyor.
İşte o andan itibaren ikilinin düştükleri komik durumlara, kirli çamaşırlarının ortaya dökülmesine, seyirci olarak gülmeye başlıyoruz ama içten içe çok duygulanıp, çok da hüzünleniyoruz. Arabulucu anne-kız, zaman zaman tarafsızlıklarını kaybedip, taraf tutmaya da başlıyorlar; çünkü bu anne-kızın da etkileyici bir hayat hikâyesi var. Oyunun akışında onlar da duygularını ve sırlarını ortaya döküyorlar. Seans, ışıklandırılmış siyah bir tablonun önünde geçiyor. Arabulucu danışmanlar, ikilinin anlattıklarından süzdükleri anahtar kelimeleri bu tabloya yazıyorlar, ama karakterlerin görüşleri ve duyguları sürekli değişiyor. Aslında aldatan, yalancı, baştan çıkaran Pierre’in gerisinde duygusal, oğluna çok bağlı bir baba figürü var. Ve de korkuları, endişeleriyle, psikolojik gerilimleriyle, herkesi istediği gibi idare etmek isteyen otoriter Anna’nın gerisinde de oğluna âşık fedakâr bir anne var.
Bu komedinin diyalogları çok keskin, sarsıcı, acımasız, zalim. Her sözcük, karşısındakine doğrudan doğruya saplanan keskin bıçaklar misali çok yaralayıcı. Bir sinir harbinin ortasında ayakta durmaya çabalayan bu ikilinin performansı çok başarılı. Karakterlerin psikolojik ağırlığı oyunun düğümü çözülürken, zarafetle ortaya çıkıveriyor. Abartılı, garip, kin dolu duygular oyunun sonlarına doğru komik bir şekilde yumuşayıveriyor.