Dilem Cengiz Ay
Türkiye’de çocuk tiyatrosu Muhsin Ertuğrul’un Sovyetler’de yaptığı incelemeler ışığında kurulmuştur. Sovyetler gibi bizde de sanatın işlevsel olması kabul görüyordu. Ancak Sovyetler’de bunun gelişimi daha farklıdır. Sovyetler bir devrim yaşamış ve tiyatronun ilerlemesini de etkilemiştir. Ancak çocuk tiyatrosundaki benzer işlevi yeni rejimi çocuklara –geleceğin yetişkinlerine- aktarmaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Cumhuriyet’e geçiş sırasında –Tanzimat döneminden beri- bilhassa yazarlar insanları eğitmeyi amaç edinmişlerdir. Batıda olduğu gibi Türkiye’de modernleşme kendi dinamikleriyle gelişme sürecine sahip değildir. Sürekli batıya yetişme çabasıyla her şey aceleye getirilmiş ve hızlandırılmış bir şekilde batı ülkeleriyle aradaki fark kapatılmaya çalışılmıştır. Belirli bir altyapı olmadan sadece üst yapı oluşturmak denenmiştir. Cumhuriyet ideolojisine sahip çıkacak, onu yeni nesillere aktaracak kuşakları yetiştirmek için tiyatroda bir araç haline gelmiştir. “Aydın tipi” yaratılmaya çalışılmış ve eğitilmeye çalışılan sıradan halkla arasına mesafe girmeye başlamıştır.
Muhsin Ertuğrul, Sovyetler’i örnek alarak Şehir Tiyatrosu bünyesinde çocuk tiyatrosunu kurmuştur. Ancak bu esnada çocuğun ne olduğu, çocuğa nasıl tiyatro yapılması gerektiği bizim tiyatromuzda pek tartışılmamıştır. Stanislavski, çocuk tiyatrosuna büyük katkısı olan Leon Chancerel’in çocuk tiyatrosunun nasıl oynanması soruna şöyle cevap verir; “Tıpkı büyüklere oynandığı gibi ama daha iyi, daha yetkin.”*
Metin And ise makalesinde Rusya’daki çocuk tiyatrosu için şöyle yazar; “ Gerçekten de çocuk tiyatrosunun vatanı Rusya’dır. 1921’de Natalia Satz adında genç bir kadın kendini bu işe adamış, Moskova’daki çocuk tiyatrosunu kurmuştu. 1937’de devlet kendisine Bolşoy ile Mali tiyatroları arasındaki Sverdlov Meydanında bir tiyatro vermişti. 1970’de bu tiyatroda 340 görevli vardır; ayrıca bu dünyanın en büyük çocuk tiyatrosunda çocuk tiyatrosu oyuncuları yetiştirme okulu, gönüllüler için bir tiyatro klübü bulunur.”**
Şehir Tiyatroları ilk kez 1935 yılında Kemal Küçük’ün yazdığı “İlk Tiyatro Dersi” adlı oyunu sahneye koymuştur. Oyunu yorumlarken çocukların ilk defa tiyatroyla karşılaştıklarını göz ardı etmemek gerekir. Oyun tam anlamıyla dönemi yansıtır. Oyunun içinde iki ayrı konu vardır: Çocuklara tiyatro adabını öğretmek ve dönemin siyasal düşüncesini empoze etmek. Sahnede ilk gördüğümüz ve aralarda gelerek tiyatro adabını, tiyatronun ne olduğu anlatan ve kendisini okullarda olduğu gibi hoca olarak tanıtan ‘Tiyatro Hocası’ didaktik unsurun en belirgin halidir. Sahneye sadece öğretmek ve uyarı yapmak amacıyla gelir. Oyun açıldığında çocuklara eğitici bir dilde perdenin açılacağını ancak üçüncü çan çaldıktan sonra susmaları gerektiğini söyler. Ardından sırayla tiyatronun öğelerini anlatmaya başlar. Tipik bir yazar görürüz. Loş bir oda, sigara dumanları, hayale dalmış oyun yazan bir yazar. Bu sırada çocuklara sürekli tiyatronun, yazarın çalışmasının onlar için olduğu vurgulanır. Muhtemelen tiyatroyu kendilerinin olarak benimsemesi hedeflenerek sevdirmeye çalışılır. Yazardan sonra sıra bestekara gelir. Bestekara geçmeden önce bir iki çalgı göstermek ister. Batıya dönük bir modernleşme sürecinde tanıtılan enstrümanlar da (Keman, kontrbas, viyolonsel vs.) batıya dönüktür. Rejisöründe ne olduğunu anlattıktan sonra artık perde açılsın der fakat sahne henüz hazır değildir. Yine de perde açılır. Perde arkasında panik olanlara aldırmaksızın onlarında kim olduklarını, tiyatroda görevlerinin ne olduklarını anlatmaya koyulur. Böylece dekor, dans hocası, ressam, makinist, terzi çocuklara tanıtılır. Ardından oyun içinde ki asıl oyuna geçilir. Bu oyunun adı “Yabani” dir.
“Yabani” adı verilen oyun, Aydın adındaki çocuğun arkadaşlarıyla denizde gezerken bir ada bulması, bu adada yabani bir adamın yaşadığını keşfetmesi ve onu şehre götürerek yabanilikten kurtarma çabasını anlatır. Oyun bir yönlendirme ve sürpriz ile sona erer.
İlk sahnede gördüğümüz Cavide ve İhtiyar, Aydın’ın anne babasıdır. Cavide, Cumhuriyet ideolojisinin getirdiği kadın tipini temsil eder. Hayvan Esirgeme Kurumu Başkanlığı yapar. Arkadaşlarıyla beraber tekneyle açılan Aydın’ı beklemektedirler. İzci çocuklar geçmeye başlar. Burada yeni ideolojinin kadın erkek eşitliği yönündeki iletisi verilir:
“ İhtiyar: Ya… Erkekler arslan gibi..
Cavide: Kızlarda arslan gibi… Hem şimdi fark kaldı mı erkek kadın bir.”
Sokaktan iki dilenci çocuk gelir. Çolak ve topal numarası yaparak dilenirler. Cavide para verdikten sonra ailelerine onları okula göndermelerini söylemeleri tembihler fakat çocuklar kendilerini para kazanıyoruz diye savunurlar. Çocuklar gidince İhtiyar ile Cavide’nin arasındaki diyalog çocukların zihinlerinde yanlış yorumlara açık olabilecek türdendir:
“ İhtiyar: Aman canım.. Bazen işin yok da.. Çingeneleri adam etmeye kalkıyorsun.. Çingeneden adam olur mu hiç?
Cavide: Ne demek elbette olur… Onlar da adam yaratılmışlardır…”
Mazlum adındaki köpek “şımarık zengin çocuğu” yüzünden bisikletle kuyruğu ezildiği için Aşçıbaşı’nın başına kalmıştır. İhtiyar ile Cavide gittikten sonra bir başka köpekle konuşur. Kendisini besledikleri için kuyruğunu ezen çocuğa bir şey yapamadığını ve çingene çocuklarının numara yapmalarına kızdığı için onları korkuttuğunu söyler. Yani sana ekmeğini verene iyi davranacaksın, yalan söyleyene kötü davranacaksın gibi bir karşıtlık ortaya çıkar.
Aydın, “yaban adası”ndan geri döner. Adada kendisinin iri yarı bir insana benzettiği fakat arkadaşlarının yabani bir hayvan olarak tanımladığı bir şey görürler. Ne gördüklerinden emin olamadıkları için tekrar gitmeye karar verirler.
Sahneye tekrar köpekler (Villada yaşayan kurt köpeği, Mazlum v.s) gelir. Kurt köpeği diğerlerine uzak durmalarını, çalacak bir şey aradıklarını söyler. Kavga etmeye başlarlar. Kurt köpeği Avrupalı isimlerde ( Bob, Kont, Prens, Coni ) olan arkadaşlarını çağırır. Köpekler çeşitli bahaneler uydurarak gelmezler. Sokak köpeği -2.Köpek- bunun üzerine bir de biz çağıralım der ve tanıdık isimlerle (Kulaksız, Topaç, Arab, Fındık, Paytak) seslenir. Hemen gelirler. Kurt köpeği geri kaçar ve yalnız kalıp zayıf olanı ezmenin yanlış olduğu mesajı verilir:
“ Köpekler: Ha ha ha hay.. Kaçtı bakın..
Dokunmayın ona sakın..
O tek kaldı, zayıf demek
Ayıb olur onu ezmek… “
Cavide Mazlum’a seslenir, köpekler şarkı söyler ve birinci perde sona erer. Tiyatro Hocası perdenin önüne gelir. Çocuklara ilk perdenin bittiğini, ara esnasında yapabileceklerini ve ikinci perde başlarken tekrar gelip oturmaları gerektiğini anlatır.
İkinci perde bir köy meydanında jandarmaların çavuşun emrinde talim yapmasıyla başlar. Yurdu koruyanın ve sevenin kendileri olduklarını vurgulayarak giderler. Muhtarın duvara gazete asmasıyla devam eder. Etrafındakiler ne haber var diye sorunca, “Hepiniz okuması var.. Okuyun işte” der. Cumhuriyet rejimiyle birlikte gelen “hızlandırılmış eğitim” herkesin okuma-yazma bilmesini gerektirir. Fakat bunlar aceleyle halledilmeye çalışıldığı için günümüze kadar sağlam bir yapıda gelememiştir. Gazeteden hükümetin yapacakları ile ilgili çeşitli haberler okunduğunu görürüz. Bunlar çocuklara hatta yanlarında bulunan ebeveynlerine dahi hükümetin ne kadar iyi çalıştığını aşılamak içindir:
“ Cırlak Ali: (okuyarak) Aman ne iyi hükümet tohumluk dağıtacakmış…
Diğer Bir Köylü: (okuyarak) Hayvanı olmayan köylüye hayvan verecekmiş..
Bir Diğer: (okuyarak) Beylik hekim geziyormuş, her köylüye bakacakmış…”
Sığırtmaç Hüseyin gelir, kahveye muhtarla birlikte otururlar. Nine, Torun’u zorla mektebe götürmeye çalışmaktadır. Sığırtmaç Hüseyin, Torun’un sığırtmaç olmak istediğini duyması üzerine ona kendisinin mektebe gittiğini onunda gitmesi gerektiğini anlatır. Kendisi tutup onu mektebe götürür. Torun’un hiçbir şey olamayacağını söylemeleri üzerine Sığırtmaç Hüseyin onun “makineli çiftçi” olacağını söyler. Köylüler berberde muhabbete, traşa devam ederken mektepten çıkan Sığırtmaç Hüseyin bir çocuğun kaçarak geldiğini görür. Bu seferde tam aksi bir durumla karşı karşıyayızdır. Babası çocuğun mektebe gitmesine karşı çıkmaktadır. Bu kişinin adı da Sakallı’dır. Bu şekilde belirli tiplerle karşıtlıklar oluşturulmuştur. Sığırtmaç Hüseyin, çocuğu ve Sakallı’yı alarak mektebe girer. Çocuğu okula yazdırmışlardır. Torunla Köylü Çocuğu biri isteyerek biri istemeyerekte olsa mektebe başlamışlardır.
Köy İmamı, Muhtar’ı arayarak gelir. İskeleye indiğini, orada fırtınadan hasar görüp zorla yanaşan bir gemi olduğunu, içindeki zengin çocuklarının Yaban Ada’sından geldiklerini yardım istediklerini anlatır. O adaya nasıl gittiklerini konuşurken yanlarında bir de ellerini bağlayıp sürükleyerek götürdükleri bir adam olduğunu öğrenirler. Aralarında Aydın’ında bulunduğu gemiden inen çocuklar köy meydanına gelir, orada bulunanlarla konuşurlarken yine sürükleyerek yanlarındaki adamı getirirler. Adamın görünüşünün tarifi şöyledir:
“Yabanın kolları bağlıdır. Hayvan postları giymiştir. Kolları ve ayakları çıplaktır. Saçı ve sakalı süpürgeler gibi uzamış ve birbirine karışmıştır. Ara sıra acı acı inler.”
Onu nasıl yakaladıklarını, ne yapacaklarını anlatırlar. Adama, Yabani diye hitap ederler. Onu ne yapacaklarını tartışırlar ve otomobiller gelene kadar karakola hapis etmeyi uygun görürler. Adamın karakol diyince bağırması üzerine korktuğunu düşünüp “Dayak iyi gelir ama bizim karakolda öyle bir şey yoktur. İşkencede olur ama insan insana işkence yapmamalı” türünden laflar geçer. Nüfus cüzdanını alırlar. Adının Osman Fani olduğunu öğrenirler. Annesinin babasının adı da eski isimlerdir. Bununla eğlenirler. Yaşını hesaplarlar, elliden fazla olduğuna kanaat getirirler. Oyunun yazıldığı tarihten bakacak olursak Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaşamıştır. Oyunun devamında Osman Fani adıyla eskiyi temsil eden tiptir. Sarığı olmayan İmam’ı görünce konuşur. Konuşmasına bile şaşırırlar. Saçını sakalını düzeltmeye çalışırlar. Radyo yayına başlayınca Yabani ne olduğunu anlamaz. Radyo halifeliğin kaldırıldığını söyleyince Yabani, padişaha ne oldu diye panikler. Ona Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğunu anlatırlar. İkinci perde Yabani’den korkmamak gerektiğini yönünde bir şarkıyla sona erer.
Üçüncü perdede Aydın ve Profesör frak giymiş halde, Yabani’yle beraber terasa girerler. Yabani’yi de kendileri gibi giydirmişlerdir. Profesör dahi Yabani’ye korkarak yaklaşır. Başı ağrıdığı için aspirin vermeye çalışırlar fakat Yabani sarıklı hoca bulmalarını kendisine “okuyup üflemesini” ister. Yeni rejimde tıp ilerlemiştir, eski hurafeler kalmamıştır. Yabani bilime değil dine inanan biri olarak gösterilir. Türk kadını başını açmış, evlerden haremlikler, kafesler kaldırılmıştır. Yabani bunların karşısında sürekli fenalık geçirir. Arı ile kelebek adındaki evlatlık çocuklarla konuşur. Onlar sinemaya gitmek isterler. Yabani sinemanın ne olduğunu bilmez. Aynı zamanda Arı ve Kelebek’i Aydın’ın annesi sokakta bulmuştur. Çocuk psikolojisi açısından sokakta kalan çocuk evlatlık alınır gibi bir yoruma doğru gidebilir. Profesör, Yabani’yi kafese kapatıp başkalarına göstermeyi teklif eder. Profesör, konuşmaları ve teklifleriyle temsil olarak bilindik profesör tipine pek benzemez. Terasa sırayla Cavide, Bay Süklün, Bayan İnce, İhtiyar, Rüküş ve birkaç misafir daha girer. Bu tipler burjuvazinin temsili olarak bulunmaktadırlar. Frak giyen, kadehlerde içki içen ve dans eden “modern” insanı temsil ederler. Onlara Yabani’yi gösterir. Yabani dayanamayarak neden adaya gittiğini anlatır:
“ Yabani: Durun kımıldamayın. Anlaşıldı elinizden kurtuluş yok. Ben yirmi yıl önce başımı alınca o yaban adasına kaçtım. Yirmi bir yıl bir daha insan yüzü görmedim. Dünyadan habersiz yaşadım. Hayvan eti ile beslendim, ot yedim, post giydim. Hayvanlarla ahbaplık ettim. Şimdi dünya değişmiş. Memleketim tanınmaz olmuş. Yazı başkalaşmış, giyim kuşam başkalaşmış.
Aydın: Peki niçin kaçtın?
Yabani: Çirkinim. Korkuncum. Adamları korkutuyordum. Bana umacı diyorlardı. Onun için o adamlardan kaçtım.”
Bunun üzerine Yabani’nin adını Demir olarak değiştirmeye çalışırlar. Yabani’nin gitme çabalarına karşı o orada tutmak için çaba gösterirler. Ona iş bile ayarlarlar. Yabani ben eskiyim demesine karşı seni yenileştireceğiz derler. Yabani ise “Eskinin yenileşmesinden hayır gelmez.” der. Gitmesine izin vermezler, müzik çalmaya başlar. Dolayısıyla müzikte batı müziğidir. Yabani dayanamaz. Yabani gitmeye çalışırken Papağan onu durdurur. Az önce Mazlum’un da gittiğini söyler. Ama Mazlum kuduracağını anladığı için kendisine ekmek verene zarar vermemek için gitmiştir. Yabani ise bunu beğenmeyip kaçmaktadır. Yabani bir hayvan kadar bile düşünceli değildir. Kendisine iyi davrananlara ihanet eden konumuna düşürülür.
Tiyatro Hocası sahneye gelir. Çocuklara oyunun nasıl bitmesini istediklerini sorar. Oyunu bir şaka ile bitireceklerini söyler ve çekilir. Orta halli bir odada Cavide ve İhtiyar görünür. Yatarken okudukları roman sonucunda ikisi de aynı rüyayı görmüşlerdir. Dışarıdan gelen Aydın onlara bankanın kendisini Avrupa’ya gönderdiğini söyler. Oyun Avrupa’nın zenginliğe giden bir kapı olabileceğini, bu rüyanın orada gerçekleşebileceğini söyleyerek biter:
“ İhtiyar: Öyleyse zenginliğin yolunu tuttuk demek..
Aydın: Muhakkak. “
Tiyatro Hocası tekrar gelir, “oyun bitti” der. Eve giderken çocuklara dikkat etmeleri gereken şeyleri söyler. Eve gidince gazetedeki soru kağıdını cevaplayıp kendilerine göndermelerini öğütler. Oyuncuları perdenin önüne çağırır. Seyircileri şarkı söyleyerek uğurlarlar.
Metnin bütününe baktığımızda Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyet’i ayrımını görürüz. Osman Fani, adından da anlaşılacağı gibi fani olanı yani Osmanlı’yı temsil eder. Aydın ise yeni rejimi ilerletecek geliştirecek olan aydın kesimini. Oyunda köylüler ve şehirliler olarak bölünmüş bir ayrım söz konusudur. Osman Fani, Yabani adıyla anılırken iyileştirilmesi gereken, hasta adam olarak sunulur. Bir adada yirmi yıl boyunca yalnız kalmıştır. Aydın ise onu iyileştirecek yenileştirecek olandır. Yani yeni nesil cumhuriyet çocuklarıdır. Yeni hükümet iyidir, köylüye yardım eder. Şehirde hayat danslarla, balolarla geçer. Üstelik kadın-erkek bir aradadır. Ve eşitsizlik ortadan kalkmıştır. Her şey gerçekte olduğu gibi görüntüdedir. Hedeflenen seyirci kitlesinin çocuk olduğunu göz önüne alırsak, eski sistemin (Yabani aracılığıyla) kötü olduğunu, yeni sistemin (Aydın ve çevresi aracılığıyla) iyi olduğu sonucunu alımlayacaktır. Oyundan çıkan diğer sonuçlar ise, sana ekmeğini verene sadık ol, sokağa çıkarsan seni evlatlık alırlar, çingenelerde insandır, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur, kadın-erkek eşittir, okula gitmek gereklidir gibi çoğunun iç boş ve bir açıdan korkunç iletilerdir.
Oyunun diğer gidişatı olan Tiyatro Hocası ise ilk kez tiyatro gören çocuklar için eğlendirici ve merak uyandırıcı olabilir. Eğitim aracı olarak görüldüğünden ister istemez kullanılan dil ve oyunun yapısı fazla didaktik olsa da çocuklara nasıl bir yerde olduklarını anlatmak açısından önemlidir.
*Metin And, İlköğretimde Tiyatro, Ankara Üni. Tiyatro Araştırmaları Dergisi
**a.e