Oyun/Bozan: “Oğuz Atay”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Serkan Fırtına

oguz_atay2

Türk edebiyatının kıyısında yaşayarak ve o denizin etrafında dönüp iç sularına uzun yıllar giremeyen yazarlarımızdan akla ilk gelen isimlerden birisi Oğuz Atay’dır. İşin ilginç ve bir o kadarda trajik olan yanı ise Atay ile okuyucunun tanışmasının yazarın ölümünden epey bir zaman sonra gerçekleşmiş olmasıdır. Günümüzde üzerine bilimsel tezlerin, araştırmaların, yüzlerce yazının yazıldığı Atay’ın kitapları baskı üstüne yeni baskılar yapmaktadır. Böylesine bir ilginin odağı haline gelen yazarın yapıtları hakkında yapılan değerlendirmelerden çıkan ortak sonuç, yapıtlarının Türk edebiyatında bir çığır açmış olduğu gerçeğidir. Post-modern olarak tanımlanabilecek metinlerarası ilişkiler yöntemini kullanarak oluşturduğu eserlerinde dilin parçalı yapısı ve anlam ile arasında kurulan ilişki, toplumcu gerçekçi romanlara alışkın olan, klasik yapı ile kurgulanmış bir gelenekten ilerleyen Türk edebiyatı okuyucu ve eleştirmenleri için anlaşılması ve yorumlanması zor bir yapıtlar zinciri haline gelmesini sağlamıştır.

Yedi yıllık yazarlık hayatına üç roman (Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar, Bir Bilim Adamının Romanı), bir öykü kitabı (Korkuyu Beklerken), bir oyun (Oyunlarla Yaşayanlar), yarım kalmış bir roman (Eylembilim) ve arkasından çok konuşulan “Günlük” notları sığdırmıştır.

Yapıtlarında hâkim tema olarak belirlenen “oyun kavramı”; “oyunsallık” ve “oyun dünyası” gibi adlandırmalara tabi tutulur. İncelemecilerin genel kanısı yazarın kendi oyun dünyası ile yaşamın oyun dünyası arasında bir paralellik kurmasıdır. Bu oyunlar bazen gerçeklerden kaçmayı sağlarken bazen gerçeğin kendisini arama isteğine dönüşmüştür.

Atay’ın yaşamı boyunca, okuyucunun ve hâkim edebiyat dünyasının dikkatini çekememiş ve yeterince ilgi duyulmamış olmasının nedenlerini irdelemek gerekirse öncelikle ülkenin siyasal ve toplumsal koşullarını ve daha sonra bunların edebiyata ve sanata olan yansımalarını incelememiz gerekmektedir.

60’lı yılların Türkiye toplumunda, 27 Mayıs ihtilalinin yarattığı görece özgür ve demokratik ortam içerisinde edebiyat ve sanat alanında birçok atılım gerçekleşti. Yazarlar daha özgür bir çalışma ortamı buldular. Yükselen sol düşünce etrafında yazarlar özellikle toplumcu gerçekçi romanlar kaleme almaya başladılar. Köy gerçekliğini ele alan yapıtlar ise yine bu dönemin öne çıkan bir türü olarak kendini göstermekteydi. Atay ise, kendisini sosyalist olarak adlandırmasına rağmen benzerlerinden temel bir noktada ayrılıyordu. Türk ve Dünya edebiyatına ve aynı zamanda düşünsel hayatına eleştirel bakabiliyor, dudak bükülen ve anlaşılamayan yazarları okuyordu. Küçük burjuva dünyasını ironik bir şekilde çuvaldızı kendisine batırarak ele alması ve yapıtlarında işlemesi büyük yankı uyandırdı. Atay’a birçok yazar -neredeyse alaya varan- eleştiriler yaptılar. Edebiyat klikleri kendilerinden olmayan hatta kendilerine başkaldıran bir yazarla karşı karşıya olduklarını anlayınca bu yalnız kovboya karşı çektiler kılıçlarını. Bu çetenin gazabından ölene kadar kurtulamadı. Onun eserlerine dudak bükenler, ciddiye almayanlar bugün Oğuz Atay’ın en önemli Türk yazarlarından biri olduğunu kendileri ifade ediyorlar. Yazdığı tek oyun olan “Oyunlarla Yaşayanlar”ı anlamayan, anlamak istemeyen tiyatrocuları görünce yaşadığı üzüntüyü günlüğünde hüzünlü bir şekilde anlatır. Farklı olana alışık olmayan edebiyat dünyasından sonra, farklı olana alışık olmayan tiyatro dünyası ile de yüzleşir.

Oğuz Atay, Recep Bilginer ile yaptığı söyleşide “Oyunlarla Yaşayanlar” ve tiyatro konusundaki görüşlerini şöyle ifade eder:

Oyunlarla Yaşayanlar”’da oyun içinde oyun teması var. Oyun yazarlığına heves eden bir emeklinin tiyatro oyuncuları arasındaki yaşamı.[i]

Atay,  daha sonra özel tiyatroların kaygılarını belirterek şunları söyler:

 “Ali Poyrazoğlu, benim Tehlikeli Oyunlar adlı romanımı okumuş ve bir oyun yazarsam oynamak istediğini söylemişti. O zaman gerçekleşemedi. Sonra başka özel tiyatrolarla temas ettim. Ama özel tiyatrolarda maddi endişelerin, belki haklı olarak, önde gelmesi yüzünden bu girişimi de gerçekleştiremedim.” [ii]

Atay, Türk tiyatrosundaki ön yargıya ise şu örneği verir:

“Oyunun değişik oluşu, Batı’da, öncü yazarlara karşı anlayışlı olan özel tiyatroların, nedense, bu değişiklik yerli bir yazarda görülünce aynı anlayışı göstermemeleri beni şaşırtıyor. Yetkililer ancak alıştıkları tarzda değişiklik istiyorlar.” [iii]

Atay, bir oyunun, ancak belirli bir düzeydeyse sahnelenip değer kazanacağına değinir:

Tiyatronun zor bir sanat olduğuna inanıyorum. Ama gene inanıyorum ki, bir oyunun gerçekliği, inandırıcılığı gibi özellikleri, o oyunun belirli bir düzeydeyse ancak oynanmakla anlaşılır.” [iv]

Yazar Murathan Mungan’ın Atay’ın ölümünden sonra sahnelenen “Oyunlarla Yaşayanlar”ın oyun broşüründeki  şu cümlesi Atay’ın tiyatro yazınındaki önemini ifade eder:

“Oyunlarla Yaşayanlar Türk Tiyatrosu için yeni bir özellik, yeni bir soluk taşıyan bir oyundur. Bu özellik: tiyatromuzda pek rastlanmadık bir biçimde soyutlamanın kullanılmasıdır.”[v]

Sevda Şener, “Oyunlarla Yaşayanlar” ile birlikte Atay’ın Memet Baydur ile birlikte,“ülkemizde modern sonrası düşünce ve tiyatro akımı bağlamı içinde ele alabileceğimiz iki yazarımızdan[vi]” biri olduğunu ifade eder.

Araştırmacı Yıldız Ecevit “Oyunlarla Yaşayanlar” oyunu hakkına şu belirlemelerde bulunur:

Bir devrim özelliği taşıyan, Brecht tiyatrosunun biçimsel ve kuşkusuz düşünsel düzlemdeki en büyük adımı; sergilenenin “gerçek” olmadığının, bir ‘oyun’: ‘kurmaca bir yalan’ olduğunun, tiyatronun tüm organları ve olanakları aracılığıyla göstermesidir. Batı tiyatrosunda Antik Yunan’dan beri süregelen Aristo’nun yansıtmacı/eğitici mimesis-katharsis estetiğinin ve izleyicinin oyunun kahramanlarıyla kendini özdeşleştirip güçlü duygulanımlar yaşadığı tragedya tiyatrosunun sonu demektir bu. Yeni tiyatro, izleyicisini duygulanımların boyunduruğundan kurtarmak; onu, komedinin – yalnızca keyif değil eleştiri de içeren- kahkahalarıyla özgürleştirmek istiyordur. Oğuz Atay’da varoluşsal sorunlar içinde dorukta mutsuzluklar yaşayan, sonunda da ölen oyun kişisinin trajik konumunu, ilk iki romanında da olduğu gibi ironi/alay/gülmece ögeleriyle donatarak verir; oyununu da “acıklı güldürü” olarak tanımlar. [vii]

Atay’ın yazdığı oyununu oynayacak tiyatro bulması, romanlarını basacak yayınevi bulmasından daha zor olur. Ve Türk tiyatrosunda çok önemli bir yeri olan “Oyunlarla Yaşayanlar” yazar hayattayken oynanmaz ve yayınlanmaz.

28.5.1976 tarihinde Atay, Amerika’daki arkadaşı Halit Refiğ’e mektup yazar ve şunları söyler:

“Ankara’ya gittiğim zaman benim oyunu da Devlet Tiyatrosu’na verdim; orada bir dramaturg ile görüştüm. (…) ‘Bir yazardan oyun gelmesi’ni çok olumlu karşıladı. Bakalım ne olacak?”[viii]

Yıldız Ecevit’in aktardığına göre, hayatta olduğu bir buçuk yıl boyunca Devlet Tiyatrosu’ndan Atay’a bir yanıt gelmez. “13.12.1977 tarihinde –Atay’ın öldüğü gün- çalıştığı kurumdan görevli olarak Ankara’ya gönderilen arkadaşı Özen Veziroğlu, onun kendisinden, oyununu Devlet Tiyatrosu’ndan geri almasını istediğini anlatır.”[ix]

Gerçekçiliğin zirvede olduğu bir dönemde, bireyin kaygılarına, yaşamın anlamının farklı açılardan sorgulandığı yapıtlarla ortaya çıkmak, döneminin koşullarına göre doğal olarak anlaşılamamayı doğurmuştur. Yaratıcılığın bir anlamda kalıpları yıkmak ve yeniyi aramak oluşturmak olduğu düşünüldüğünde, Oğuz Atay’ın ve kullandığı yöntemin değeri daha iyi anlaşılacaktır.

Dünya yazın tarihinde, Marcel Proust, Joseph Conrad, James Joyse, Kafka, Robert Musil, William Faulkner, Nabokov, Virgina Woolf, Salinger gibi yazarların, gerçeklikle kurmaca arasında yaşam oyunlarına yönelmelerinden yola çıkan Oğuz Atay, bu farklı biçem ve üslup denemelerini, ülkemizin kültürel değerleri ile yoğurarak senteze ulaşmaya çabalamıştır. Şimdilerde Türk edebiyatının ‘oyunbozan’ı olarak nitelendirilen Oğuz Atay’ın yaşarken beklediği ilgiye okuyucu kitlesine ulaşamaması, 70’lerde ülkedeki siyasal ve toplumsal koşulların kültürel olana yansıması ile ilişkilidir. O yıllarda “Oyunlarla Yaşayanlar” oyunu için “oyun mu gerçek mi belli değil” diyerek, oyunun içindeki “oyun kavramı”nı anlamayan meşhur(!) tiyatrocularımızı da hatırlamadan edemeyeceğim.

13 Aralık 1977’de bu dünyayı terk eden Atay’ın oyunu şimdilerde farklı tiyatrolar tarafından sahnelenmekte, romanlarının okuyucu kitlesi de her geçen gün artmaktadır. Tehlikeli Oyunlar Seyyar Sahne tarafından başarılı bir şekilde tiyatroya uyarlanarak hala sahnelenmektedir. Artık Atay için üniversitelerde birçok bilimsel araştırma yapılması onun taşıdığı önemin bir başka göstergesi haline gelmiştir.

Tiyatro Gazetesi’nin Aralık 57. Sayısında yayınlanmıştır.

[i] (Recep Bilginer, Şimdi Ne Yapıyorlar? Politika,1976)

[ii] (A.g.y)

[iii] (A.g.y)

[iv] (A.g.y)

[v](Murathan Mungan, “Oyunlarla Yaşayanlar”, Dt broşürü, 1979)

[vi] Sevda Şener, “Oyundan Düşünceye” Gündoğan Yayınları, Ankara 1993,s.10

[vii] Yıldız Ecevit, “Ben Buradayım…” Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası,İletişim Yay, 2005, s.423

[viii](A.g.y) s.441

[ix] (A.g.y) s.441

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Serkan Fırtına

Yanıtla