Tamer Yılmaz
Şüphesiz ki dünyada üzerine en çok konuşulan tiyatro yazarı Shakespeare’dir. 1997 yılında yapılan bir araştırmaya göre sadece İngiltere’de yazarın “Hamlet” adlı oyununu konu alan iki binin üzerinde kitap basılmıştır. “Hamlet”in sinemalarda da gösterilmiş altı ayrı sinema filmi, onlarca televizyon programı versiyonu vardır. Yurdumuzda da Tanzimat döneminde, uyarlama olarak, Cumhuriyet döneminde ise klasik tarzdan, post-moderne, yüzlerce biçimde sahnelenmiştir. Aynı oyunu referans alarak oyunlar yazılmış, (“Rosencrantz And Guildenstern Are Dead”/Tom Stoppard, “Hamletmachine”/Heinner Müller) Hamlet, yüzlerce oyuna, filme, romana, hikayeye, masala hatta çizgi filme esin kaynağı olmuştur. Göstergebilimsel olarak, eline kuru kafa almış bir insan silüetini hemen herkes aynı isimle adlandırır. “…olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu” sözleri bulmacalarda yer alacak kadar kültürler üstü bir motiftir.
Shakespeare’in evrensel boyutta karakter yaratmaktaki dehası yüz yıllardır tartışılmaktadır, eğer tiyatro sanatını biraz seviyor ve ilgileniyorsanız, “Shakespeare’in yazdığı oyun ve sonelerin bir kaç yazar tarafından ortaya çıkarıldığı, aslında Kraliçe 2. Elizabeth’in sarayda özel yazarlar grubu kurarak halkı oyunlar vasıtasıyla bir arada tuttuğu ve hatta Shakespeare adında birinin hiç yaşamadığı” gibi komplo teorilerini duymuş olma ihtimaliniz yüksek.
Shakespeare, hayatını kazanabilmek için yazdığı ilk yıllarda, farklı bakış açısı getirdiği oyunları nedeniyle diğer yazarlar tarafından horlanmış, dalga geçilmiş sonra da dehası sayesinde çok fazla kıskanılmış bir yazardır. Tiyatro sanatına getirdiği yenilikleri ve inanılmaz sosyal zekasını burada sayfalarca anlatıp sizleri sıkmak istemeyiz ancak onun oyunlarının yazıldığı andan günümüze dünyada çok fazlaca sahnelenmesinin sebeplerini bir kaç maddede yazmadan geçemeyeceğiz.
- Eserlerini birçok kaynaktan alır; mitoloji, efsane, tarih, oyun, masal vb. ama onları kendinden kılar.
- Mitlerin uzaklığıyla gündelik yaşamın sadeliği iç içe geçer.
- Durumlar ve karakterler açılış sahnelerinde açık ve net bir biçimde tanıtılır. Ardından aksiyon mantıklı bir biçimde gelişir.
- Birden çok olay dizisi bir arada yer alır; bunlar başta birbirinden bağımsız gibi gelişirlerse de sonunda birbirlerine bağlanırlar, birinin sonucu diğerini etkileyecek biçimde son bulur. Böylece çeşitlilik bir birlik içinde sonlandırılır.
- Zaman ve mekân özgürce kullanılır. Tekdüze mekanlara sıkıştırılmaz sahne, böylece arkada akan şeyin gerçek bir hayat olduğu izlenimi seyirciye geçer.
- Oyun kişileri çok ve çeşitlidir; beceriksiz ve komikten, yöneten ve kahramana, genç ve masumdan yaşlı ve namussuza kadar.
- Oyun kişisi çok olmasına rağmen hemen hepsine sempatiyle yaklaşır ve onları salt sahne karakterleri değil yaşayan bireyler olarak çizer. Onların kusurlarını, insan olmalarının bir kanıtı gibi göz önüne sunar.
- İnsan davranışlarına derinlikli bakışı günümüze kadar etkili olmuştur. İnsanların aradan yüzlerce yıl da geçse, değişmeyecek olan arzularını anlatır.
- Dil oldukça etkili kullanılır. Şiirsel ve metaforik dili belirli duyguları, atmosferi, düşünceleri ortaya çıkarmakla kalmaz aynı zamanda karmaşık çağrışımlar, göndermeler ile öyle bir ortam yaratır ki bu ortam o anda var olan dramatik durumu insanlık ile ilişkilendirir.
- Trajik ile komik yan yana yer alır.
- Rönesans insanının hırslarının peşinden sürüklenişi anlatılır. Rönesans ve ortaçağ değerleri bir arada bulunur. İçerikte ve biçimde Rönesans ve Ortaçağ malzemesini bir arada kullanır.
- Oyunların finali her zaman sorunun çözümlendiği izlenimini vermez. Oyunlarında bazen grotesk öğeler kullanır.
Ankara Devlet Tiyatrosunun bu sezon başında prömiyerini yapan, Chris Alexander ve Hille Darjes’ın kaleme aldığı, Yücel Erten çevirisiyle, İlham Yazar’ın yönetmenliğini üstlendiği “Shakespeare Zorda” adlı oyun da yukarıda bahsedilen bilinirliğin ve maddeler halinde yazdığımız Shakespeare dramaturgisinin üzerine sağlam bir şekilde kuruluyor.
Oyunun yazarları, Chris Alexander ve Hille Darjes’ın tam anlamıyla bir Shakespeare tutkunu olduklarını söylemek abartı olmaz herhalde. Çünkü oyun adım adım büyük yazara bir saygı duruşu şeklinde ilerliyor. Metnin genel yapısında parodi, pastiş ve kolaj teknikleri göze çarpıyor. Bu teknikler bilinenin aksine William Shakespeare’i yermiyor, onun hikaye ettiği olaylara sıradışı yaklaşımı ve oyunlarının sık örgüsünü ince ince işlerken, esin kaynağı olarak çevresine nasıl duyarlı davrandığını seyirciye göstererek onu yüceltiyor.
Oyun kurgusu da Shakespeare’in “iyi kurulu” oyun tekniğine benzetilerek yazılmış, oyun kişileri de Shakespeare’in metinlerine konu ettiği gibi farklı tonlardan bezeli bir renk cümbüşü halinde yaratılmış hatta kılık/cinsiyet değiştirmeler bile büyük üstadın komedya oyunlarında olduğu gibi özenle çizilmiş bir durumda karşımıza çıkıyor. Tüm bunlar oyunun aslında Shakespeare’e bir saygı duruşu olduğunun altını çiziyor.
Ancak metnin Shakespeare oyunlarından farkı Globe Theatre’da geçmesi ve Shakespeare’in hayatını “yeni tarihselci” bir pencereyle bize anlatıyor olması. Daha önce sinemada (“Shakespeare in Love” 1998/Tom Stoppard ve “Anonymous” 2011/Roland Emmerich) gördüğümüz bu yeni akım, resmi belgelere, kayıtlara ya da bahsedilen zamandan günümüze kalan edebiyat örneklerine dayanarak akılcı tespitler ve mantıklı çıkarımlar sunuyor bize. Edebiyatın tarih, tarihin de edebiyat gibi okunabilmesini sağlıyor.
Tarihsel bir arka planda, Shakespeare’in içinde bulunduğu dar boğaz, oyuncuların yaşadığı zorluklar, orta çağdan taşınan “kadınlar sahneye çıkamaz” yasağı ve 2. Elizabeth’in odağında saray entrikaları, gibi başlıkları oyunun ana eksenine oturan yazarlar, Chris Alexander ve Hille Darjes’ın amacı geçmişten günümüze eğlenceli ve dramatik ağlardan bir köprü kurmak. Orta çağın karanlığından tamamen kurtulabilmenin formülünü Rönesansa yakın bir tarihte geçen bir oyunla göstermek.
Oyun metni ile seyirciyle arasında kurulan sıcak temas, gösterinin ilk dakikalarında başlıyor ve seyircinin salondan çıkmasına dek devam ediyor. Tabi bu hoş atmosferi sağlayan en büyük unsurlardan biri de İlham Yazar’ın hareketli, kıvrak ve zekice kurgulanmış reji pratiği. Ankara Devlet Tiyatrolarında, tiyatro bölümlerinde ya da özel tiyatro gruplarında sahnelediği ağırlıklı olarak yenilikçi, daha önce pek denen(e)memiş projelerle tanıdığımız genç ve yetenekli yönetmen, bu proje kapsamında da kullandığı maharetli elleriyle, Türk tiyatro severlere yeni bir oyun armağan ediyor.
Oyunun aksiyon planı iki yönde devam ediyor. İlk olarak oyuncuların 1600’lü yıllarda ve günümüzde de değişmeyen yazgısı; oyuncuların yaşadığı türlü zorluklar, seyircinin önüne eğlenceli bir şekilde sunuluyor. Tiyatro-devlet ilişkisi, tiyatronun muhalif gücü, sanatın mahiyeti, toplumda, sahnede ve hatta sarayda kadının yeri, erkeklerin kadın rolü oynaması, oyuncunun sahnede olma isteği ve eşcinsel aşk gibi konular karşısında brechtyen dokunuşlarla seyirciye tatlı, küçük ve hassas temaslarda bulunuyor. Diğer planda ise, İngiltere’de saray ahalisinin erk savaşı, halkın yönelimleri, demokrasi rejiminin “ne”liği gibi ağır konular eğlenceli bir uslupla anlatılıyor.
“Shakespeare Zorda” adlı metin, yazarları tarafından çok katmanlı bir yapıda yazılmış, izleyicisinden normalinden biraz daha fazla dikkat beklemektedir; içerden, dış kabuğa doğru baktığımızda, en iç katmanda yer alan Shakespeare tarafından üç boyut kazandırılmış oyun kişilerinin ( Hamlet, Soytarı, II Richard vs.) tiratlarının gösterinin en güçlü ve en dramatik dinamikleri olduklarını seyircinin de tepkilerine bakarak söyleyebiliriz. Sonraki katman ise Globe Theatre’da çalışan oyuncuların gündelik yaşantılarını anlatan Shakespeare’in çağdaşı, oyuncu ve yazar (Richard Burbage, Christopher Marlowe gibi) arkadaşlarının da resmedildiği katman olarak bahsedebiliriz. Üçüncü katmanda yazarlar bizi “Shakespeare Zorda” adlı oyunu prova eden şamatacı, eğlenceli, profesyonel bir İngiliz tiyatro kumpanyasının provasının içine çekiyor. Shakespeare Zorda, oyun içinde oyun ve rol içinde oyun kavramlarıyla sarmalanmış bir oyuncu oyunu olarak seyircisini, ayakta durmaya çalışan bir tiyatronun kulisine davet ediyor.
Çok katmanlı bir oyun olarak yazılmış bir oyunu oynamak, sahnelemek kadar izlemek de zordur. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi seyircisinden daha fazlasını ister. Tüm bu yoğunluğu seyircisine, başarılı oyuncu seçimi/yönetimi ve reji planı aracılığıyla sunan hünerli rejisör oyuna bir katman daha katarak Ankara DT oyuncularının kimliklerini de gösterinin içine alarak ve (Cüneyt, Ünsal, Gökçe, Başak) üçüncü katmandaki kadın rejisörden daha farklı bir yapıda kendisini görmediğimiz, sadece ses olarak var olan, yönergelerini, sahne direktiflerini sanki en arka koltuklardan mikrofonla veren bir rejisörü de kurguya dahil ederek oyuna portal bir derinlik katmaya çalışmış, bu konuda da bize göre nispeten başarılı olmuştur.
Oyunculukların üst düzeyde olduğu “Shakespeare Zorda” isimli gösteride, ironik bir anlatım da daha önce bahsettiğimiz meseleler üzerinden seyircisinin önüne sunuluyor. İroni kavramının tüm bileşenleri oyuncu kadrosunun tamamının yüzlerine, vücutlarına ve seslerine sirayet etmiş. Bu açıdan bile alışılmadık bir oyunla karşı karşıyayız. İlham Yazar’ın yapmak istediklerini oyunculardan saklamak yerine, masa başı çalışmalarıyla tüm aksiyon planının tüm nüanslarını, en küçük rol oynayan oyunculara dahi bellettiğini anlıyoruz
Dört farklı katmanı özellikle sesi ve bedeniyle bir an için bile sektirmeden anlatabilme yeteneğiyle, sahnenin her yerinde her an hareketli, esnek, sade, ölçülü ve inandırıcı oyunculuğuyla göz dolduran Cüneyt Mete Ankara DT’nın en başarılı oyuncularından biri.
“Yeni mezun sanatçı” olmasına rağmen, bulunduğu her sahneyi oyunculuk enerjisiyle yükselten, dramatik oyunculuk konusunda adından ileride de söz ettireceği belli Başak Vural, “rolün büyüğü olmaz, oyuncunun büyüğü olur” klişesini doğrular nitelikte bir aktrist.
Yıllarca Ankara DT’nın en çok çalışan oyuncularından biri olan Ünsal Coşar’sa uzman bir oyuncu. Bu oyunda, seyirciyi kahkahaya boğduktan hemen sonra tüyleri ürperterek ağlatacak kadar yoğun duygu belleğine ve sahne supleksine sahip bir aktör. Serdar Kayokay, Zafer Güllü, Edip Tümerkan gibi oyuncuların tamamı alışmadığımız ölçüde başarılı bu oyunda.
Dekor ve giysi tasarımını yalın ve dönemi gayet başarılı bir şekilde anlatan Ali Cem Köroğlu, çift taraflı/tekerlekli dekor sayesinde oyunun her iki ekseninin de zaman kaybetmeden aktarılmasına olanak sunuyor.
Işık tasarımı ise Kerem Çetinel tarafından üstlenilmiş. Oyunun çok katmanlı yapısını ışık tasarımı da lineer bir biçimde destekliyor. Işığın da bir anlatım aracı olarak sunulduğu nadir oyunlardan birini izledik Kerem Çetinel sayesinde. Kendisini buradan tebrik ediyoruz.
Oyun müzikleri ise Ali Erel’e ait. Dönemin dokusuna uygun bestelerin, üzerlerinde çok çalışıldığı belli oluyor. Temponun yükseldiği anlarda ya da dramatik anlarda müziğin sinemasal bir şekilde oyuncunun arkasından geldiği yerler anlatımı kat kat derinleştiriyor. Üflemeli çalgıların canlı çaldığı her an seyirciyi hareketlendiriyor, final şarkısı ile sanki bir DT sahnesinde değil de mesleğe yeni atılacak hevesli, yetenekli ve de sıcacık oyuncuların sahnelediği konservatuarın mezuniyet oyunundaymışız gibi bir his bürüyor içimizi. Yıllardır tartışılagelen “teknik oyunculuk, bankamatik oyuncular” gibi söylemleri alaşağı eden bir oyunculuk, sıcak bir anlatım, amatör ruhunu kaybetmemiş “oyun çıkarma” meraklısı delikanlıların heyecanını görmek isteyenlere şiddetle tavsiye edeceğim oyunların başında “Shakespeare Zorda” geliyor. Bu sezonun hatta önümüzdeki (kapanmazsa DT) sezonun en çok alkış alan oyunu alacağı şimdiden belli.
Sezon boyunca Ankara’da Akün Sahnesi’nde izleyebilirsiniz.
09.10.2014