Burak Akyüz
‘Aman canım senden sana ne.’
Oyun Bandı tiyatrosu, tiyatro dünyamıza bu yıl yeni katıldı. Tiyatronun kurucusu Yağmur Yağmur’la oyunun öncesinde kısa bir sohbetimiz oldu. Özellikle oyunun yapım süreci üzerine konuştuk. Sohbette oyunun yazarı Yakup Almelek de var. Hem yazarı hem de yapımcısıyla oyunun öncesinde konuşmak şanslı bir durumdu benim için
Yağmur, Yakup Almelek’le bir röportajda tanıştığını belirtti ve tiyatrosunda ‘yerli’ bir oyun yazarının oyununun oynanmasının öneminden söz etti. Sırf bu noktası bile ayrı bir yazı konusu olmayı hak ediyor aslında. Bugün bu ülkenin genç kalemlerinin yazdığı oyunlar, adı yabancı değil diye, okunmuyor bile. ‘Adın Alex, Robert olsa oyunların okunur ve beğenilir’ diyen tiyatro camiasından az kişiye rastlamadım… Neyse bu konuyu geçip, Yağmur’un açıklamalarına dönelim. Yağmur Yağmur, ‘bunca çirkinliğin ve nobranlığın kök saldığı dünyamızda sanat ve tiyatro, güzelliklere, uyanış’a ve ucu çiçek yollarına uzanan kapılar açsın umarım’ açıklamasını oyunun bültenine yazmış. Onunla sohbetin ardından oyunun yazarı Yakup Almelek’le sohbete başladım.
Aymelek oyunu 1980 yılında kaleme almış. Viyana’da kaldığı zamanlarda evde yalnız başınayken yazdığı oyunun kaynağının bir gazete haberi olduğunu belirtiyor.
‘Bir kızın denize düşmesi ve onu kurtaran babasının ölümü…’
Yakup Aymelek, oyunları Broadway’de sahnelenen bir oyun yazarı ve bu oyunuyla yepyeni bir temayı ele almış.
Saydam Yeniay’ın yönettiği Uyanış oyunu bildiğim kadarıyla Oyun Bandı tiyatrosunun ilk oyunu. Öncelikle böyle modern tiyatroya özgü bir çalışma ortaya koydukları için kutlamak gerekir. Bu tiyatronun, her şeyden önce bir çizgisi olduğunu söylemeliyim. Tiyatronun sahibiyle yaptığım konuşmalarda da bunu sıklıkla belirttim.
Uyanış oyununu ise sezon sonunda yakaladım ve son oyunu izleyebildim. Öncelikle Yeniay, rejisinde ışık ve renk kullanımına çok önem vermiş. Işık ve renklerle atmosfer ve algı ilişkisini yakalamaya çalışmış. Yıllar önce bir kazada babasını kaybeden ana karakter Ayla’nın düş atmosferine vurgu yapmış. Oyunun başında bu anlamda mavi ışık kullanımı göze çarpıyor ve bu ışık anılara vurgu yapıyor. Oyunun ‘anılar’ üzerine kurulu olduğunu atmosfer bize anlatsa da ‘şimdi’ yi izleyeceğimizi öngörüyoruz. Mavi ışığın tüm perdeye oyun başlamadan önce verilmesi, insanın bilincinin o ‘kaplayan, yayılan’ algısına bir gönderme gibi görünüyor. Çünkü, seyircinin bilinç anlamında da bir hazırlık sürecinde olması gerekiyor. Daha sonra tekerlekli sandalye üzerinde gelen annede ilk gözümüze çarpan, kızı Ayla’dan daha bakımlı olduğu… Ayla, yıllar önce bir deniz kazasında boğulmak üzereyken onu gelip babası kurtarmış ama bu kurtarma karşılığında canından olmuştur. Ayla da sürekli olarak bunun vicdan azabını yaşamaktadır. Eksik kalan baba figürünü, oyun boyunca biçimsel olarak karşılığını aramaktadır. Hatta ideal baba modeliyle sevgili adayına bile yaklaştığını görüyoruz oyunda. Ayla, kaza anını anlatmaya başladığında ’14 yaşımdaydım…’ diyor ve sahneyi kaplayan ışığın rengi birden mora dönüyor. Mor rengin içerisinde kaza anını anlatmaya başlıyor.
Oyun temelde ‘anılarla barışık olmayan’ bir dramaturgiye oturmuş görünüyor. Öyle ki Ayla, boğulma anını anlattığında anne de ağlamaya başlıyor. Ayla’nın tam karşıtı olan karakter Perihan’ın sahneye gelişi oyunda yeni bir pencere açıyor. Ayla’nın silik, çekingen yapısına karşılık; Perihan çok daha aktif ve dişi bir kadın modeliyle sahnede var oluyor. Her oyuncunun rolünün hakkını verdiğini söylememiz gerekir. Ayla’nın bir klinikte iki aydır çalıştığı ana geçiş yaptığımızda şunu fark ediyoruz ki, Ayla üzerinde giysiyi hiç değiştirmiyor. Evde, klinikte, sokakta… Bu da her zamanki ‘ruh durumundan’ çıkamadığını bir göstergesi. Geçmişten kurtulamayan bir kadın. Geçmiş üzerinde bir leke gibi… Aynı bu giysi gibi… Nereye giderse o da peşinden geliyor.
Ayla’nın babası deniz kazasında öldüğü için tasarımda da deniz imgesinin kullanılması yadırgatıcı durmuyor. Daha sonra Ayla’nın Dr. Erol’la tanışmasına tanık oluyoruz ki aralarında yakınlaşma olacağı oyuncuların yorumunda hemen anlaşılıyor. Erol, Ayla için ‘gerçeğe açılan kapı’ görevinde duruyor. Öyle ki gerçek yaşamla en net alış-verişi Erol’la konuşmaları… Perihan, kazanma hırsıyla egemen kapitalist düzenin güzel bir temsilcisi gibi görünüyor. Çünkü Ayla’ya göre daha güzel bir kadın. Burada ‘güzel’ sözcüğünü sömürülen ve pazarlanan güzellik anlayışına göre kullanıyoruz. Sisteme göre ‘güzel’ olan Perihan, aynı sistem çarkıyla Ayla’yı kolayca ötekileştirmeyi başarır. Ayla burada daha geleneksel ve ‘bizden’ olan çizgide durur. Evet bir acı içindedir ama ‘kendi’sidir. Perihan, ‘kendi’si değildir. Ayla’nın annesi de genelde Ayla’yı beğenmemektedir. Bir kere her şeyden önce kadınsı bulmaz. Bu özelliklerin hepsi Perihan’da vardır. Perihan, sahip olduklarını kullanmayı da iyi bilir. Ayla, sahip olduklarını da kullanamaz. Ayla, sürekli bir sorgulama, arama psikolojisi içine girer. Öyle ki bu sorgulamalarına ‘inanç’ bile dahil olur. Ancak labirentin içinde döner durur ve çıkış bulamaz.
Ayla genelde orta sınıf ahlak anlayışını yansıtır ve komşu bir erkekle yaşadığı kötü bir anıyı anlatır. Peşinden de ‘kötü tecrübe hiç olmamasından iyidir’ der. Anlattığı öyküde adamın onu ilk günden yatağa atmaya çalışmasını dinleriz. Tabii ki bunu Ayla’nın tarafından dinlediğimiz için asal hikaye içinde burada çok oyalanmayız. Seyirci beklentisi ‘dur bakalım ne olacak?’ şeklindedir genelde ama burada çok güçlü ‘şimdi’ durumu var.
Ayla, “Perihanlaşmaya” karar verir ama çok kolay olmayacaktır. Önce sahneye onun giysisini giymiş bir şekilde gelir. Özlem Öçalmaz’ın Ayla’nın git-gellerini iyi verdiğini söylememiz gerekir. Daha sonra Ayla-Perihan çatışması zirveye çıkar ve kavga etmeye başlarlar. İki kuzenin aslında aynı kişi olduğuna ilk defa burada tanık oluruz. Ayla, Perihan’la (yani kendi kendine) kavga eder ama kavganın bir galibi yoktur. Adeta, içine Perihan’ın ruhu girmiş gibi kapışmada aklıma doğal olarak Fight Club’daki sahne gelebilir. Bir iç mücadele…. Ve karakter kontrolü kaybediyor. Saydam Yeniay’ın bu şizofrenik sahnenin altından başarıyla kalktığını söylememiz gerekir.
Ardından babanın hayaleti gelir ve bizim de aklımız hemen Hamlet’e gider. Acaba Hamlet’deki gibi ‘gizli olan sır’ mı açığa çıkacak diye bekleriz. Zaten hemen ardından Ayla’nın Perihan’ı ‘dişi hamlet’e benzettiği repliği duyarız. Oyun, Ayla’nın hem duygusal hem de düşsel beklentilerinin boşa çıkmasıyla sonuçlanır.
Saydam Yeniay, rejisinde sahnede üç ayrı panoyu, platform olarak kullanmış. Üç platform da oyunun üç farklı aşamasına gönderme yapar. Ayla’nın içinde bulunduğu üç farklı durumu karşılar. Zeminde ise labirente benzer bir motif bir kullanılmış. Bu da oyun karakterlerinin çıkışsızlığına vurgu yapmış. Özellikle Ayla’nın değişken ruh halini dengelemiş.
Uyanış oyunu yeni sezonda da sizlerle olacak. İyi seyirler