Bahar Çuhadar
Mekan Artı yeni oyunları ‘O’ndan Sonra’ ile sizi Karaköy sokaklarına bekliyor. Kulaklığınızı takın, anlatıcının sesinin ve oyuncuların peşinde, semtin sokaklarında dolanarak, dört ayrı karakterin hayatına sızın!
Şu sıra Karaköy sokaklarında ellerinde bir MP3 çalar, kulaklarında kulaklık, arada tuhaf hareketler sergileyen birinin peşinde giden üç beş kişilik gruplar görürseniz şaşırmayın. Gruptan biri tanıdık çıkarsa da “Naber” diye dürtmeyin, rahat bırakın arkadaşınızı… Mekan Artı’nın yeni oyunu ‘O’ndan Sonra’yı izliyordur; takip ettiği kişi oyunun karakterlerinden biri, dolandığı sokaklar da oyun alanı…
‘O’ndan Sonra’ ile topluluk, kendilerinin de dediği gibi, ‘sokaklara dönüyor’. Mekan Artı farklı sahneleme yollarını ilk deneyenlerden. Altı sene önce Galata’da ‘Bir Takip Oyunu’ adlı tek seyircili bir oyun hazırlamışlardı. Harbiye’deki yerleri kısa süre önce bir çamaşırhaneye kiralanınca Mekan Artı sahnesiz kaldı maalesef. Çareyi sokakta bulmuşlar, ortaya seyirciyi Karaköy’e çağıran ‘O’ndan Sonra’ çıkmış.
Necatibey Caddesi’ni kesen sokaklardan Arapoğlan’da bir kafeye (Nano) gitmeniz gerekiyor önce. Burada kulaklık ve MP3 çalarınızı teslim alacak, diğer seyircilerle birlikte başlangıç noktasına bırakılacaksınız. Ardından kendinizi; kulağınızdaki sesin ve dört ayrı oyuncunun peşinde, semtin bol kafeli, bol tasarım butikli sokaklarında dört dönerken bulacaksınız. Didem Kaplan’ın yazdığı metin ‘Tiraje’ adlı bir kadının hayatındaki karakterler aracılığıyla; zenginlikle yoksulluk, eskiyle yeni, vicdanıyla cüzdanı arasında kalmış İstanbulluların iç dünyasına sızıyor. Karakterler konuşmuyor; anlatıcı ses onlar adına korkularını, hayallerini, kafa karışıklıklarını dillendiriyor. Aralarda Karaköy’e dair öykücükler anlatıp semtin yeni kimliğine dokunduruyor…
Candaş Çetinkaya, Ceylan Dizdar, Demet Ergün ve Onur Adıgüzel’in canlandırdığı her bir karakter türlü çelişkiler içinde. Her birinin hayatında bir üst otorite olan Tiraje’yle değil asıl dertleri; dertleri kendileriyle. Hayal ettikleriyle oldukları yeri kesiştirememeleriyle, ait oldukları sınıfla dahil olmak istedikleri arasındaki uçurumu kapatamamalarıyla, içinde debelendikleri büyük şehir hayatının neresine ait olduklarını bilememeleriyle… Ufuk Tan Altunkaya’nın yönetimindeki oyun bunları, 55 dakikalık kompakt sürede, karakterlerin sıradan bir akşamlarından küçük kesitlerle anlatmaya çalışıyor. Oyun boyunca sokaklarda dolaşırken önünden geçtiğimiz onlarca kafe, iş çıkışı kendini buraya atmış insanlarla dolu. Biz de, pekala bu gerçek insanlardan biri olabilecek İstanbullu karakterlerin öykülerini dinliyoruz esasında. Oyun bu anlamda, atmosfer kurma işini layıkıyla yerine getiriyor. Her bir karakterin, birbirinden bağımsız ama ortak ‘anlar’ yaşaması da (ayakkabılarıyla ilgili sorunları, uğradıkları kafe, binaların camlarında yansımalarına kilitlendikleri anlar) rejinin hoş detaylarından… Oyuncuların dış etkenlere aldırmadan sergiledikleri performanslar da gayet kıvamında.
DAHA SÜRPRİZLİ OLABİLİRDİ…
Anlatıcıdan dinlediklerimiz içinse aynı şey geçerli değil. Metin daha sürprizli, anlatıcının buğulu bir tonla seslendirdiği cümleler daha gerçekçi bir dille yazılmış, karakterlerin kesitleri daha çarpıcı detaylarla dolu olabilirdi. Başka bir katmanda Karaköy’ün dönüşümü eleştiriliyor. Oradaki dilin de daha keskin bir ironi içermesi fena olmazdı. Araya serpiştirilen ‘eski Karaköy’ öykücükleri yerine; oyunun etrafında geçtiği mekânların (eski apartmanlar, restoranlar, dar sokaklar, kilise vs.) geçmişleri hikâyeye dahil edilebilseydi misal, metnin kamusal mekânla ilişkisi daha ikna edici olabilirdi.
Üzerinizde derin etkiler bırakır mı bilemem ama denemeye değer. Karakteri takip etmeye çalışırken garip gözlerle sizi ya da oyuncuyu süzenler, hatta oyuncuya “Yardıma ihtiyacınız var mı?” diye yanaşanların da katkısıyla eğlenceli bir deneyime dönüşüyor oyun. Yürüyerek tiyatro izlemekse ayrıca farklı bir deneyim…
17, 19, 24, 26 Haziran, 19.30’da.
(Oyuna rezervasyon yaptırmak şart: 0 212 245 25 15)