Savaş Aykılıç
Oyunun yönetmeni Ruşen Gülen, Gogol’ün “İvan İvanoviç ile Nikifovoric Nasıl Bozuştu” adlı öyküsünü bu oyunla sahneye taşıyan isim.
Sevda Şener’in deyişiyle “insanın derin gerçeği”/çağlar değişse de değişmeyen bir karakteristik özelliği olarak hemen hepimizin hayatta defalarca başımıza gelen insani bir zaafımızı konu alıyor oyun; alınganlık yaparak küsme; yani “bozuşma”.
İki yakın arkadaşın sudan, pardon bir “kaz” tartışması yüzünden küserler ve bunu hayatlarının göbeğine, önceliklerinin ilk sırasın koyarlarsa ne olur? Ne olacak iki taraf da burnundan kıl aldırmaz, kendi ile hesaplaşmaz ve hatasını kabul etmez ve dostluk elini uzatmazsa iş büyür ve uzar. Küslük zamanla nefrete dönüşür ve taraflar soluğu mahkemede alır.
Oyunu izlerken hem insanoğlunun ne kadar da kırılgan olduğuna tanık olurken hem de yaşadığınız ya da tanık olduğunuz benzer durumlar aklınıza üşüşüyor. İnsanın gereksiz gururu ve kör inadı yüzünden düştükleri komik ve “rezil” durumları görerek kıssanızdan hissenizi alıyorsunuz.
Ruşen Gülen, oyunu , “oyun içinde oyun” konsepti/yorumu/çerçevesiyle sahneye koymuş. Çöplükte yaşayan bir grup çöplük insanı bu oyunu kendi aralarında açık biçimde ve göstermeci ve grotesk bir oyunculuk üslubuyla oynuyorlar.
Ruşen neden böyle yapmış? Neden bu gençler, bir oyunu dönem kostümleri ve dekorları içinde değil de böyle bir çöplük konsepti, çöplük çevre düzeni içinde oynamayı tercih etmişler ?
Sanırım kurumsal tiyatrolarla rekabet edebilme güçleri olmayan bir özel tiyatro olarak dekoru ve kostümleri çöplüklerdeki çer çöpten, artıklardan tedarik etme yoluna gitmişler !
Şaka bir yana, bu çöplük konsepti sayesinde yönetmen kendi özgün bakış açısını ve yorumunu katlamalı olarak ortaya koyma olanağı bulmuş. Böylece çöplükte geçen oyun çevre düzeni, yönetmenin açık biçem yorumunu başarılı bir şekilde otaya koyduğunu söyleyebiliriz.
Çünkü böylece orijinal öykünün geçtiği 19.yüzyıl Rusya’sını, o dönem dekor ve giysilerini siz hayal ediyorsunuz, gözünüzde canlandırıyorsunuz. Oyunu iç gözünüzle özgürce renklendiriyor , dilediğiniz gibi canlandırıyorsunuz.
Ayrıca 19 yüzyıl Rusya’sının sınıflı toplumunun; aristokratların halkın mülksüz uşak ve hizmetçilerin yerine yönetmen çöplük çerçevesi ile sahnede adeta sınıfsız, ayrıcalıksız bir insanlık ideali olarak dikkatlerimizi insanın derin iç gerçeğine; süzsüz püzsüz salt insana odaklamak istemiş.
Yorumunu, bu ustalıklı çöplük soyutlaması ile ve oyunculukta da açık ve göstermeci üslupla; sanatlı bir şekilde oyunun estetiğine yerleştirdiği ve bu işlevsel yaklaşım sayesinde oyunu katmanlı bir okumaya başarıyla getirdiği için Ruşen Gülen’i içtenlikle kutluyorum.
İkinci olarak çevre düzenini tasarlayan, kuran Deniz Karalar ve aynı zamanda Tiyatro Merdiven’in Genel Sanat Yönetmeni olan Alpay Ekler’i; yönetmenin yorumunu başarıyla sahne düzenine uyarladıkları ve uyguladıkları için tebrik ediyorum.
Oyunculuklara gelince. Bu gençler de, başkaları gibi oyunu doğal, natüralist oynasalar ya! Ne gezer! İlla modern oyunculuk tekniklerini de deneyecekler!
Şaka bir yana, Tiyatro Merdiven’in en sevdiğim yanı da işte bu işlerindeki akademik ve geleneksel sentezi. Oyuncular; hem aşırı abartılı, palyaço/clown/grotesk oyunculuğu akademik bir deneysel tiyatro titizliğiyle işliyorlar, hem de Tiyatro Merdiven’in ve Alpay Ekler’in kodlarında olan Geleneksel Tiyatro ve Göstermeci üslubu bu kez grotesk ile harmanlayarak ve sentezleyerek daha da ileri bir noktaya taşımışlar bütün ekipçe.
Kolektif oyunculuğun temel ilke olarak oturmuş bulduğum grupta yine de oyunculukları ile öne çıkan Yargıç’ta modern bir Kavuklu olarak Selçuk Delipınar’ı, grotesk oyunculukları ile Gürkan Sinan Gürkan ve Murat Akgül, ayrıca (rol kapmak için birbiriyle yarışan oyunculardan aldığı rüşvete göre rolleri dağıtan bir çeşit oyun içinde oyunun yönetmeni olan) Anlatıcı ‘da Mine Altın Sinan öne çıkıyorlar denilebilir.
Dinamik, yerinde duramayan fıkır fıkır cin gibi enerjisiyle ve fıçılı tiplemesiyle Filiz Bingöl, kan ter içinde yüksek bir enerji ile göz dolduran Polis Şefi tiplemesiyle Kadir Kayhan Bişkin, vamp kadın tiplemesiyle Deniz Gül (Gürkan Sinan’ın bu sahnedeki –adeta karısına yakalanmaktan çekinen çapkın adam -mimikleri çok komikti), çamaşır asan kadın ve avukat kadın tiplemeleriyle (Tiyatro Merdiven’i Alpay Ekler ve eşi Selçuk ile birlikte yıllardır sırtlayan, grubun aynı zamanda annesi/ablası) Handan Delipınar, bir de grubun en- en genç üyesi, yetenekli çocuk oyuncu Barış Aksu, Gazeteci tiplemesiyle; kısaca, her bir oyuncu harika kompozisyonlara imza atıyorlar.
Oyunun iki sahnesi ayrıca anılmayı hak ediyor. Biri, Polis Şefi’nin -aristokrat İvan İvonoviç’in kendisinin üstüne gelmesi üzerine- elindeki yapboz/pazılın dağılarak yerlere düşmesi (ki bu bana “hukuk’un “güç” karşısında dağılması ve yerlere düşmesi olarak yansıdı). Diğeri ise Selçuk Delipınar’ın, Kadir Kayhan Pişkin’in (kucağına oturarak) Yargıç’ın ellerini oynadığı sahne (ki bunu da ben, devlet organlarının uyumsuzluğu halinde ortaya çıkan absürd ve komik durumlara bir örnek olarak yorumladım.)
Son günlerde, ülkemizde yüzyıllardır yaşadığımız Frenk aşığı-Frenk karşıtı, alaturka-alafranga, Alman Yanlısı-İngiliz yanlısı, Amerikan yanlısı-Rus yanlısı, Batılı-Doğulu, açık-kapalı, gerici ilerici, devrimci –şeriatçı/dinci, sağcı-solcu, asker yanlısı-asker karşıtı vb. yaşananlara ve yaşadıklarımıza bakıyorum da “biz bu .oku neden yedik ve neden ısrarla yemeğe devam ediyoruz” haleti ruhiyesinde yaşarken gezindiğim bir zamana denk gelen “Bozuşma” bana çok iyi geldi ; dostlarıma sıkı sıkı sarılma ve asla bozuşmama kararı almama yol açtı.
Son olarak Murat Akgül ve Gürkan Sinan’ın sadece beden duruşları, enerji ve mimikleri ile sahnede yarattıkları aristokrat tiplemeler ve hiç düşmeyen bir tempoyla ve yüksek bir enerji ile oynanan bu güzel oyuna emeği geçen herkesi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.