Üstün Akmen
1950’lerin ortasında öfkeli genç kuşak yazarı Arnold Wesker, daha çok da John Osborne’un tiyatroda yaptığını ‘90’larda Jez Butterworth, David Eldridge, Sarah Kane, Martin Mc Donagh, Mark Ravenhill ve Judy Upton ile el ele vererek birlikte hayata geçirdi, ilgilenenler mutlaka anımsayacaklardır. Bunların arasından Jez Butterworth’un “Nehir-The River”ini geçtiğimiz sezon Oyun Atölyesi yapımı olarak izlemiştik. Jez Butterworth (1969), İngiliz Oyun Yazarı, Senarist ve Yönetmen. Butterworth’un In-Yer-Face çizgisinden 2012 yılında “Nehir-The River” ile koptuğunu da biliyoruz.
Bence önemli bir yazar.
Levendoğlu Denilince…
Jez Butterworth önemli bir yazarsa; bizim Tiyatro Sanatçımız, Yönetmenimiz, Çevirmenimiz, Sinema ve Televizyon Dizilerimizin Güçlü Oyuncusu, Yazarımız Ahmet Levendoğlu da zorluklarla didişmeyi sevmemekle birlikte güçlüklerle uğraşmaktan geri durmayan, karanlıklar karşısında gözünü kırpmayan bir ustamızdır.
Sahneye koyacağı eseri seçerken, gerek tematik açıdan, gerekse diyalog yazmada yaratıcılık eksikliği olmamasına özellikle özen gösterir.
Çeviri yaparken metne tabu gibi sadık kalır, ama şayet varsa gündelik içeriksiz konuşmalar üzerinde müthiş titizlenir, güncel “espri”ler niyetine sunulan sulu sepkenlikleri “şekle şemaile” eriştirir.
Ve Ahmet Levendoğlu oyun metninde söyleyecek sözü olan Jez Butterworth’ün 2008 yılında yazdığı “Parlour Song”unu almış, “Her Yıl Kuşlar Geri Gelir” başlığı altında dilimize kazandırmış, insan ruhunu ve ikili ilişkileri mıncıklamayı seven yazarın koluna girmiş. “Nehir” gibi üç karakter üzerine kurulmuş oyunu bu sezon için sahneye getirmiş.
Konu
Konu bizim için pek yabancı değil. 11 yıllık evli olan Ned (Şerif Erol) ile Joy (Şebnem Sönmez) İngiltere’de “Bin yıllık ormanın yerine yapılan ‘kutu kutu evlerde” ikamet etmektedir. On bir yıl süren evlilik süresince çok şey eskimiş, yıpranmış, sıra dışı kalmıştır. Bu tekdüzelik Joy’u sıkmaktadır, bıkmıştır. Bunu değiştirmek için eskimişlikle savaşmak şarttır. Ned ise bu eskimişliğin geçiştirilebileceğine, hatta giderek yepyeni bir dünya ile karşılaşabileceklerine inanmaktadır. İşin esası, Ned’in işi sorunun omuriliğini oluşturmaktadır. Ned kentteki eskimiş, yıkılmak üzere olan, belki de kendiliğinden yıkılırsa tehlike arz edecek olan, yıkılıp yerine AVM(!) yapılacak olan binaları hesaplı kitaplı bir şekilde dinamitleyerek yıkan ekibin başıdır. İşini seviyor mu, sevmiyor mu anlaşılamamaktadır, ama işinden heyecan duyduğu bellidir. Gelgelelim, karısı Joy onun işini beğenmemekte hatta küçümsemektedir.
Çiftin komşusu Dale’in ise bir araba yıkama şirketi vardır ve orada göçmen Kosovalıları çalıştırmaktadır. Dale, Ned ile arkadaştır.
‘Yeniden Yapılanma’
Butterworth, oyun içinde esasen doğanın birileri tarafından gaddarca yok edilişini, kendimizden ve birbirimizden göz göre göre uzaklaşışımızı, kentleri “yeniden yapılanma” sahtekarlığı altında yıkanların bizlere daha kötüsünü kakalamalarının yanı sıra hiç de gereksinim duymayacağımız tüketim öğelerine duyduğumuz sınırsız ilgiyi işliyor.
Metin, dramaturgi hiç kuşkum yok yer/yuva/yurt kavramlarının ekseninde bir bellek mekanı oluşturma özelliğine sahip. Ahmet Levendoğlu bu özelliği, anımsananla unutulan arasındaki seçtikleriyle kurgulamış, zaman ve mekan boyutunda ele almış. Bellek, mekan ve zaman insanın var oluşunun temel kategorileri değil mi? Mekanı doğal bir olgu olarak ele alınca, sağduyuya dayalı günlük anlamları doğallaştırmış. Düşünme ve kavramlaştırma biçimlerini yazılı sözcüğün mekanlaştırmalarıyla bulmuş. Bir iletişim bölgesi yaratmasının yanı sıra mekanı ve zamanı birlikte ele almış, sahneye taşımış. Butterworth’ün yazılı metninden kişisel belleği olduğu kadar, ortak belleği de işlediği özel bir form çıkarmış. Tıpkı belleğin anıları ve anları bir araya getirerek bir şimdi yaratması gibi yeni bir bileşim yaratmış.
Yaratıcılar
Taciser Sevinç oyun için başarılı mekan yaratmış. Gene de Sevinç’e sorayım: Sahnenin sağındaki ve solundaki yapraklara ne gerek var? Kemal Yiğitcan’ın ışık tasarımı, hiç kuşkum yok ki son derece titiz bir çalışma ürünü.
Oyunculardan Şerif Erol, üretici-sanatçı olduğunu unutmuyor. Canlandırdığı karakteri yansılamıyor, bir simülatör değil, uyarıcı işlevi görüyor.
Ziya Kürküt’ün metni söyleme biçimi, davranışsal stratejisinin özel durumu gibi. Kimi kez eylemin yer aldığı ortamın konuşma biçimlerine ve öykünmeye bağlı olarak gerçeğe benzer kılıyor, kimi kez her tür öykünmeyle ilişkisini kesiyor, özgün konuşma biçimlerini aynen alarak gerçeklik etkisi yaratma çabasında olmayan, ama kendi kuralları olan ses bilimsel, retorik, prozodik bir dizge biçiminde düzenliyor.
Ve Şebnem Sönmez
Gönlümde yıllardır pamuklara sararak beslediğim oyunculardan Şebnem Sönmez ise determinist ve doğalcı ideolojiye ve estetiğe uygun olarak, bir çevre kuramından, “gerçekimsiliğin” ve gerçeğin estetiğinden yola çıkıyor. Bedenini basit bir gösterge vericisi, izleyiciye yönelik işaretler göndermek için ayarlanmış bir semafor olarak kullanmıyor.
Şebnem Sönmez, izleyicinin bedeninde enerji, arzu yönlendirmesi, itkilerin yükselişi, yoğunluk ya da ritim olarak adlandırılabilecek etkiler uyandırıyor.
Gene de bana sorarsa (Ki neden sorsun, gider Ahmet Levendoğlu’ya sorar), o karaktere biraz erotizm katması gerekiyor.