Mehmet Bozkır
“ Kara ocak bekle beni,
Sana konuk geleceğim
Kırmızı alev olup
Mahmut’u seyredeceğim.”
İzmir Devlet Tiyatrosu 2014-2015 sezonunu- uzun bir süredir tartışılır olsa da son günlerde iyice ciddiyet kazanmış olan yasa tasarısı nedeniyle öyle olmamasını ummakla birlikte belki de son sezonunu- Türk tiyatrosunun en usta kalemlerinden biri olan Güngör Dilmen’in Kurban adlı oyunuyla açtı.
Güngör Dilmen 29 yaşında yazdığı ve Sinema-Tiyatro dergisinin açtığı yarışmada birincilik ödülü alan Midas’ın Kulakları ile tiyatro çevrelerinde adını duyurdu. Başka pek çok kişiden farklı olarak Güngör Dilmen’in yazarlığında çıraklık dönemi diye bir şeyden bahsetmek mümkün değil, çok genç yaşta yazmış olduğu ilk oyunu olan Midas’ın Kulakları 1959 yılından bu yana yurtiçinde ve yurtdışında sayısız kez sahnelendi. Yazar daha sonra Midas’ın Altınları ve Midas’ın Kördüğümü isimli oyunları da yazarak Midas Üçlemesini tamamladı.
Güngör Dilmen kimya öğrenimiyle başladığı üniversite hayatını Klasik Filoloji bölümüyle tamamladı. Lisans eğitiminin ardından Amerika’ya giderek rejisörlük, sahne ışığı, dekor gibi dallarda eğitim aldı. Almış olduğu kapsamlı eğitimin ardından İsrail,Yunanistan gibi ülkelere davet edilerek tiyatro araştırmaları yaptı, İngiltere’de tiyatro eğitimi verdi. Ülkemizde de İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda baş dramaturgluk, Anadolu Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde hocalık görevlerinde bulundu. Ve tüm bu görevlerinin yanı sıra her daim yazar olarak oyunlarıyla seyirciyle buluştu. Yazarın en önemli eserlerine Midas Üçlemesi’nin dışında Kurban, Canlı Maymun Lokantası, Bağdat Hatun, Deli Dumrul, Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Yangını, Galileo’nun Günahları örnek verilebilir.
Güngör Dilmen’in oyunlarında mitolojik öğelere sıkça rastlanır, oyunlarının konusunu genellikle Anadolu kültürü, Osmanlı kültürü ve Anadolu uygarlıkları oluşturur. Hep söylenen ama pek başarılamayan yerelden evrensele ilkesini yazarın tüm oyunlarında görmek mümkündür. Bize çok tanıdık olan hikayeleri bambaşka kültürlerden gelen insanlara da aynı duyguları yaşatarak aktarır. Türk tiyatrosunun ve evrensel tiyatronun ilkelerini, yöntemlerini, biçimlerini ustalıkla bir araya getirir. Sade, öz ve etkili bir dili vardır. Metinlerini şiirsel bir üslupla meydana getirir ve bunu yaparken de bir an olsun doğallıktan uzaklaşmaz. Oyunlarında gereksiz hiçbir söze, hiç bir karaktere yer vermez. Tam da bu nedenledir ki sahnelenme aşamasında bir kelimenin dahi değiştirilmesini istemez. Oyunlarındaki hiçbir şey rastlantısal, öylesine değildir. Her satırın üzerinde titizlikle durulmuştur, yazdığı bir kelime eşanlamlısıyla bile olsa değiştirilemez, değiştirilmemelidir. Bu durum bazı oyuncular, özellikle de bazı yönetmenler tarafından hoş karşılanmasa da Güngör Dilmen’in ki bir inat ya da benden daha iyisini kimse bilemez ukalalığı değildir.
Yazarın 1967 yılında yazdığı Kurban ilk kez Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından sahnelendi. Oyunun konusu kısaca şöyle özetlenebilir; Zehra kendisinin üzerine kuma getirmeye karar veren kocasını önce bu işten vazgeçirmeye çalışır, kocasının vazgeçmeyeceğini anlayınca da bütün köye ve töreye karşı direnir. Yer Anadolu, konu kuma meselesi, başkahraman Zehra olsa da aslında anlatılan zamansız ve mekansız kadınlık dramıdır. Yeri, zamanı, şekli değişse de tarih boyunca erkekler, töreler, gelenekler kadın üzerinde baskı kurmuş, türlü şekillerde kadına hükmetmiştir. Genelde olan ise kadının boyun eğmesi, kabullenmesi, sessiz kalmasıdır. Oysaki Güngör Dilmen çaresiz bir kadın kahraman yaratmamıştır, yazarın derdi kadınlara acımak falan değildir. Tam tersine yapılan haksızlığa, zulme karşı çıkan bir kadın kahraman yaratarak hepimize Zehra’nın gücünü ve cesaretini göstermiş ve bu cesaretin ortaya çıkmasını sağlayan olayların ne denli acı olduğunu gözler önüne sermiştir.
Kurban yapısal olarak antik yunan tragedyalarına benzer, hem biçimiyle hem de sözüyle etkili bir anlatımı vardır. Bir şeyi göstermekten çok anlatmak, hissettirmek ve seyircinin seyir halinin yanı sıra duyumsaması üzerine kuruludur. Metin diyaloglardan ve düz cümlelerden oluşsa bile her satırda şiirsel bir anlatım vardır. Başkahraman Zehra ve oyunun önemli karakterleri olan Mahmut, Mirza dışındaki karakterler birden fazla görevi yerine getirir. Gerçek üstü olan gerçek olandan zaman zaman yabancılaşmaya neden olmayacak şekilde ince bir çizgiyle ayrılır.
“ Oyunlarımın sahnelenişinde öyle çarpıtmalar yapılıyor ki… Sağlığında ses çıkarmadı, şimdi bildiğimizi okuyabiliriz demesinler. Ötedileğimdir; oyunlarımda kimi çıkartmalar, kesmeler, kısaltmalar… neydi onun adı devlet tiyatrosunca? Strich, iştirih falan yapın ama asla eklemeler yapmayın. Buna kimsenin hakkı yok. Kesmeyi de oyunun yüreğinden, yürek yakınından yapmayın.”
Oyunun rejisi devlet tiyatrosu oyuncusu ve yönetmeni Tayfun Erarslan’a ait. Tayfun Erarslan zorlu bir işe kalkışmış ama işin üstesinden de layıkıyla gelmiş. Güngör Dilmen’in hatırasına da ötedileğine de saygıyla yaklaşmış. Ufuk Gönüllü’nün de katkılarıyla yönetmen iyi bir dramaturji çalışması yapmış, oyunun başlangıcını metinden farklı olarak başka bir noktaya çekmiş. Bu değişiklik henüz bilmediğimiz ama göreceğimiz, duyacağımız şeylere küçük bir ipucu niteliğinde. Metnin sadeliğine ve gücüne uygun bir reji mantığıyla az ama öz mizansenle oyun sahnelenmiş. Sahne üzerinde hiçbir fazlalık yok. Oyun başlamadan bazı oyuncuların sahnede yerlerini almaları, Zehra karakterinin oyunun ilk sahnelerinde konumlandırıldığı yer gibi yönetmenin metnin etkisini arttıran dokunuşlarını görmek mümkün. Tayfun Erarslan’ı oyuncu olarak sahnede seyretme imkanım olmadı şimdiye kadar ama ikinci kez rejisör yanıyla karşılaşıyorum. Bundan yaklaşık dört beş yıl önce seyrettiğim Ölüm Öpücüğü’nde ne kadar zekice ve seyirciye kurulmuş tuzaklarla dolu bir reji varsa bu oyunda da bir o kadar seyredeni avucunun içine alacak, yüreğinden yakalayacak an var. Birbirinden tür olarak tamamen farklı iki oyunun rejisinde de başarılı işlere imza attığını gördüğüm Tayfun Erarslan benim için artık yönettiği oyunları takip edeceğim bir isim. Oyuncu yanıyla da en kısa zamanda tanışmak dileğiyle.
Tayfun Erarslan’ın rejisini dekor tasarımıyla Murat Gülmez ve ışık tasarımıyla Kemal Gürgün iyi bir şekilde desteklemişler. Murat Gülmez’in dekoru olayı herhangi bir yere ait olmaktan kurtarmış, somut bir şekilde ev, bahçe, köy falan tasarlamaya kalkışmayıp oyunun anlatı niteliğini bozmadığı gibi gerektiği kadar dekor kullanarak sahnenin estetik görünümünü arttırmış. Kemal Gürgün ise özellikle rüya sahnesindeki ışık tasarımıyla çok doğru bir şekilde kurgulanmış olan sahnenin etkisini güçlendirmiş. Genel olarak metne uygun kostümler tasarlamış olan Günnur Orhon ise bir anlamda tragedyalardaki koroya karşılık geldiğini söyleyebileceğimiz kadınların kostümleri ile alkışı hak ediyor.
Oyunu izlemeden önce kadrosuna baktığımda Zehra karakterini canlandıran Güldeniz Türküstün’ün ismi çok tanıdık gelmişti ancak yüzümü gözümün önüne getirememiştim. Devlet tiyatrosunun internet sitesinde yer alan Refik Ahmet Sevengil Kütüphanesi’nden oyuncuyu araştırdığımda daha önce seyretmiş olduğum Yedekçi, Yerma, Bağdat Hatun, Bit Yeniği gibi oyunlarda rol aldığını tespit ettim. Ancak buna rağmen hangi rolde olduğunu anımsayamadım. Bunca şeye rağmen ismi dışında hafızamda yer etmemiş olan Güldeniz Türküstün, Zehra ile aklımda öyle bir etti ki etkisinden uzun süre kurtulmam mümkün değil. Zehra karakteri çok riskli bir rol. Doğru yorumlanmadığında ajitasyona kaçabilecek ya da geldiği nokta itibariyle zalim bulunabilecek bir karakter. Güldeniz Türküstün karakteri çok iyi irdelemiş, ince ince işleyip acısına, kederine, öfkesine seyirciyi ikna etti. Bir seyirci olarak Zehra’nın haline üzülmekten, ona acımaktan çok onu anladığımı fark ettim. İnsanın kanını dondurabilecek son hamlesinde bile onu zalim bulmadım. Metni okuduğumda çok sert bulduğum, böyle bir şeyin nasıl yapılabileceğine akıl erdiremediğim şey bile sahnede izlediğimde anlaşılabilir oldu benim için. Bunda en büyük etken kuşkusuz ki Güldeniz Türküstün’ün kusursuz yorumu ve kolay kolay erişilemeyecek oyun gücü. İstanbul dışındaki oyunlar ödül jürileri tarafından ne kadar görülür bilemiyorum hatta pek emin olamıyorum ama adı adaylar içinde yer almasa bile Zehra rolüyle Güldeniz Türküstün bu sezonun en iyi kadın oyuncularından. Oyunu seyredenler ve seyredecek olanlar eminim ki benimle aynı görüşü paylaşacaklardır.
Zehra karakteri gibi kadınlar diye adlandırılan kişileri canlandıran oyuncuların hepsi de (Birsel Aygün, Fulya Yalçın Atatoprak, Ayşın Çukadar, Işın Karakan Yıldız ) son derece incelikli ve duygulu bir oyunculukla sahnedeler. Belli ki her biri metni içselleştirmiş, rolünü yapmanın dışında Zehra’nın dramını, dahası kadınlık dramını içlerinde hissetmişler. Ve bu his seyirciye doğrudan geçiyor, bir kenarda durdukları sahnelerde bile tek bir sözleri olmamasına rağmen bakışlarıyla, yüzlerindeki ifadeyle öyle çok şey anlatıyorlar ki. Hepsini ayrı ayrı tebrik ediyorum.
Kurban’da rol alan kadın oyuncuların hepsinin birbirinden iyi olmasının yanı sıra erkek oyunculara oranla-biraz da metnin gerekleri sebebiyle-çok daha etkili ve başarılı olduklarını söylemek mümkün. Oyunun başrollerinden diyebileceğimiz Mahmut karakterinde Fatih Özyiğit’i ve Mirza karakterinde Ümit Dikmen’i görüyoruz. Mahmut karakterinde Fatih Özyiğit fiziksel görünümünün avantajını yaşıyor, fiziksel görünümünü beden diliyle destekleyerek karakteri canlı ve inandırıcı kılıyor. Aynı şekilde Mirza’da Ümit Dikmen hem bakışları hem de beden diliyle riyakarlığı, aç gözlülüğü, samimiyetsizliği yansıtıyor. Her iki oyuncunun performansı da ortalamanın çok üstünde. Fatih Özyiğit’in Gülsüm’e olan tutkusundan kurtulup Zehra’ya yanaşır gibi olduğu sahnede içinde bulunduğu sıkıntılı ve çelişkili hali yansıttığı ve Ümit Dikmen’in rüya sahnesinde Zehra’nın hayalindeki Mirza’yı canlandırdığı anlar son derece etkili. Güngör Dilmen karakterlerini niçin şiveli konuşturmadığını açıklasa ve bunun sakıncalarından bahsetse de bu oyunda da seyrettiğim diğer devlet tiyatrosu oyunlarında da garipsediğim şey hep Türkçe’nin kullanımı oluyor. Özellikle de üzerine bastırıla bastırıla söylenen r harfleri. Fatih Özyiğit’in bu rol için fazlasıyla temiz olan Türkçesi ve Ümit Dikmen’in kelime sonlarındaki telaffuzunun inandırıcılıklarına ket vurduğu kanaatindeyim, bu husus üzerinde düşünülür ve bir değişikliğe gidilirse her iki karakterin de çok daha iyi olacağını düşünüyorum.
Öğrencilik yıllarımda tiyatro günü kapsamında düzenlenen bir konferans sonrasında tanışma fırsatı bulduğum Güngör Dilmen o gün iyi bir oyun izlediğinde ne kadar mutlu olduğundan bahsetmişti, kendi oyunlarına olan hassasiyeti ise hepimizin malumu. Eğer bir yerlerden bizi görüyorsa, Kurban’ı seyrediyorsa başarının haklı gururuyla en içten haliyle gülümsüyordur. Büyük ustanın anısına saygıyla Kurban’a emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Bu denli iyi metinlere, iyi yorumlara rastlamak her zaman mümkün olmuyor. İzmir seyircisine de oyunun uğrayacağı turne duraklarındaki seyircilere de ısrarlı tavsiyemdir.