Üstün Akmen
Lefkoşa’nın yeni Belediye Başkanı Mehmet Harmancı’nın da dediği gibi Eylül, Kıbrıs’ta bir başka oluyor.
Ben yıllardır tanığım bu “başkalığa”.
Bu “başkalığın” nedeni, Ada’nın 12 yıldır tiyatro severler için olan öneminden kaynaklanmakta.
Bilirim ki Kıbrıslılar için eylül, her şeyden önce “Kıbrıs Tiyatro Festivali” ayıdır.
Lefkoşa Belediye Tiyatrosunu daha önce de defalarca yazdım, dönemin Belediye Başkanı Mustafa Akıncı’nın desteğiyle 3 Kasım 1980 tarihinde (günümüzde tiyatronun Kültür-Sanat Koordinatörü) Yaşar Ersoy, Osman Alkaş, Erol Refikoğlu ve Işın Cem tarafından kurulmuş bir topluluktur. O gün bu gündür tüm olumsuzluklara karşın toplumcu gerçekçi, eleştirel sanat anlayışıyla çalışan bir avuç tiyatrocu, Kıbrıs Türk tiyatro hareketine yeni açılımlar ve yeni anlayışlar kazandırmaktadır.
Festival kapsamında ilk olarak Lefkoşa Belediye Tiyatrosu yapımı “Kayıp”ı izledim.
Oyundan çıkarken: “Ne iyi ettim de izledim” dedim.
Toplu Mezarlar
“Toplu Mezarlar” denilince akıllarımıza ilk olarak Kıbrıs’ta Kıbrıs Türklerine karşı gerçekleştirilen katliam gelmekte. Basına yansıyan haberlerden Kuzey Kıbrıs’ın Taşkent, Sandallar, Atlılar köylerinde Rumlar tarafından öldürülen Türklerin gömüldüğü toplu mezarlar bulunduğunu öğrendik.
Kuzey Kıbrıs’ta Paşaköy’de (Aşa) 89, Balıkesir’de (Balikitre) 34 Rum’un gömülü bulunduğu mezarlar bulundu. Girne’de bir otobüs dolusu Rum Beşparmak Dağları’nda yakıldı, toplu olarak defnolundu. Serdarlı’da 39 Rum kuyudan çıkartıldı. Balıkesir’de (Balikitre) 8 kişilik bir Rum ailesi boğazlandı.
1994 yılında Ruanda’da yaklaşık yüz gün içinde 800 bin Tutsi ve ılımlı Hutu, aşırı uç Hutular tarafından öldürüldü, gömülemediler bile.
Toplu mezar cenneti olan Türkiye’de İHD raporuna göre açılmayı bekleyen 117 toplu mezar var.
Diğer taraftan, havalimanında okuduğum bir gazete, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) terör örgütünün öldürdüğü insanların olduğu öne sürülen toplu mezarlar bulunduğu haberini yayınlamıştı.
Seyircinin Beyinsel Laboratuarı
“Kayıp”ın yazarı Dramaturg Aliye Ummanel “toplu mezar” trajedilerine asla hamaset bulaştırmadan, ulusalcı salyası akıtmadan tıkır tıkır işleyen bir oyun yazmış.
Oyunun dramatik yapısını kurarken ve karakterlerinin derinliğini saptarken Shakespeare’in “Hamlet”inden yararlanmış. Cesedi toplu mezarda bulunan Oğul’u ve Hamlet’i birçok açıdan tahlil etmiş, yorumlamış ve üzerlerinden bir tartışma açılmasına çanak tutmuş.
Ummanel bu örtüşmeyi yalnızca olay dizisini sürdürebilmek için hazırlamamış, soğukkanlılıkla işlenen cinayetlerin, intikam hesaplarının ve set çekilen arzuların getirdiği karmaşık felsefi ve etik sorunların yarattığı baskıyı da anlatmış. Oğul’un, annenin, büyükbabanın bilinçaltı arzularını seyircinin beyinsel laboratuarında tahlile yollamış.
Anne/Oğul/Büyükbaba gerçek duyguları tahrik edip, acı ve parçalanmışlıkla yoğrulmuş bir serüvene elli beş dakikalık bir süreç içinde bizleri tanık ederken yitik ve karmakarışık yaşamları olan iki “ezik” kuşağa ve onların nerelere sürüklendiklerinin ya da sürükleneceklerinin de izini göstermiş. Varoluşsal sorunsalını tartışmaya açmış, bizi biz ile yüzleştirmeyi amaçlamış.
Yaratıcı Kadro
Kendi yazdığı oyunu yöneten Aliye Ummanel, rejisinde de hemen hemen sonsuz bir yeniden anlatma örgüsü sağlıyor. “Hamlet” oyununun provalarından, kocasının/babasının/oğlunun katliam sonrası kemiklerine ulaşılmış aile ortamını pek güzel harmanlamış. Karakterlerin birkaç insanı barındıran ruhuyla çelişkilere ayrı kostümler giydirmiş.
Işık düzenini tasarlayan Fırat Eseri’ye, oyunlarda belli alanların aydınlıkta bırakılması o bölümü vurgulamak ya da simgesel bir anlatımı açıklamak için ya da kişiyi belirlemek amacıyla kullanılmaz mı diye soracağım, başka da söz söylemeyeceğim.
Anlar o beni!
Özlem Deniz Yetkili’nin kostümlerini ve o daracık sahne için tasarladığı dekoru sevdiğimi söyleyeceğim.
Oyunculuklar
Oyunda rol alan “eski kurt” Erol Refikoğlu hem Yönetmen’in, hem de Büyükbaba’nın fiziksel yaşamını, karakterin ruhsal yaşamının başladığı en derine ulaşana dek derinleştirmiş.
Hatice Tezcan, özdeşleştiği Anne karakterinin dokusunun nahif maddesini pek güzel kavramış. Kavramakla da kalmamış, eminim o dokuyu zorluklar ve yokluklar içinde ortaya çıkarmış. Oyunculuğu gevşeme, yoğunlaşma, duyusal ve duygusal bellek tekniklerini, kısacası bir rolün figürleşmesini önceleyen her bir şeyi içeriyor.
Osman Ateş, canlandırdığı Mezarcı ve Komite Görevlisi karakterlerinin fiziksel yaşamına ilişkin maddi, fiziksel, somut bir çizginin sağlam desteğini arkasına aldığından can verdiği karakterler asla boşlukta salınmıyor, sallanmıyor.
İzel Seylani, Horatio ve Komite Psikoloğu kimliklerini temellendirdiği aksiyonlarla kurarak başarıya ulaşmış.
Genç oyuncu Erdoğan Kavaz, Hamlet’i ve Oğul’u fiziksel varlıklarında içtenlikle ve de içtenlikli olarak yaşıyor. Yaşarken duygularını da hareketsiz bırakmıyor. Sürecin içini daha da derinleştiriyor. Bedenini, görünüşlerini, sesini, duygulanımlarını bu iki karaktere mükemmelen adamış.
“Kayıp”, kolayca düzelebilir ışık tasarımı, yazılı metni, rejisi, dekoru, kostümü, oyunculuk başarılarıyla Kıbrıs’ın 2014-2015 tiyatro sezonuna şimdiden bomba gibi düşüyor.