Can Merdan Doğan
her aşk gibi bizimki de benzeyecekti
doğduğu yerin duvarlarına…
Faize Özdemirciler
Gittiğiniz, gidince de hakkında hiçbir şey bilmediğinizi fark ettiğiniz yerler vardır. Çok bildik, tanıdık sanırsınız orayı; kumarhaneleri, otelleri, denizi övülmüştür. Siz de oraya, bunların birkaçı için gidersiniz; biraz nefes almaya, şehirden uzaklaşmaya, kendinizi koruyucu Akdeniz’in kollarına bırakmaya… Ne de olsa Türkiye’nin bir parçasıdır, güvenli bir yolculuk, güvenli bir tatil olacaktır!
Bildiklerinizi unutmak için yapılan yolculukların sonunda, bildiklerinizi sahiden unutmanız gerektiğiyle karşılaşmak insanı sarsıyor. Hani yeni bir bilgiyle karşılaştığımızda, ben nasıl bir cehalet içindeymişim, nasıl da bilmiyormuşum duygusuyla, insan bir süre utanır ya, Kıbrıs yolculuğu öyle bir yolculuktu benim için. Tatil yapayım derken, kendimi yine tiyatro konuşurken, oyun izlerken, saatlerce süren sohbetlerin içinde buldum; mutluluğumun içinde saklı bir utanç vardı; hem kendime hem de yaşadığım coğrafyanın kirli siyasi antlaşmalarına karşı, bu kadar kötüsünüz işte dedim, geçmişi bu kadar kötülükle doldurmuşsunuz…
12. Kıbrıs Tiyatro Festivali kapsamında izlediğim, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu oyunu, Rumca Küstüm Türkçe Kırıldım.
Kıbrıs’ın ikiye bölünüşünü, barış harekatı adı altındaki katli, Kıbrıslıların nasıl vaatlerle uyutulduklarını ve hafızasızlaştıklarını anlatıyor. Tabi failler hiç değişmiyor, sahnede değişen ise muhteşem bir şey var, her ne kadar belgesel tiyatro öğeleriyle oyunun kurulmak istenen dili arasında bir uyumsuzluk olduğunu düşünsem de, oyunun eksik olan taraflarına, teatral oyunculuğuna vs karşı; Tiyatroda görmeye bayıldığım, bir sövgü, bir kusma anı mevcut. Oyunu tragedya formuna yakınlaştıran o anlar.
Ben de oyun sonuna kadar o kusma anına sıkı sıkıya tutundum, çünkü her şeyi çarpıtarak söyleyen ve kavram yığınları içinde yolunu kaybetmiş bir ülkenin vatandaşı olarak, çokça bu tutunma haline ihtiyaç duydum izlerken…
Oyunu, Faize Özdemirciler’in şiirlerinden uyarlayan Yaşar Ersoy.
Yaşar Ersoy, yıllarını tiyatroya vermiş, bu işi tutkuyla yapan bir oyuncu/yönetmen. Kıbrıs için önemli bir figür. Siyasi duruşundan ödün vermeyen bir tiyatrocu. Öyle tutkulu ki sahnede, sahiden en çok o tutkusuyla bağ kuruyorsunuz. Teatralliği zaman zaman izleyeni yorsa da, bir tragedya oyuncusu, sanırım böyle oynar, diye geçiyor içimden. Bedenin büyüklüğü, şiirin esleriyle tuhaf bir zıtlık oluşturuyor, belki de şiirin fısıltısına biraz izin verse, izlediğimize daha da bağlanacağız.
Sahnede, güvercinler, sınırları simgeleyen tel örgüler bizi karşılıyor. Oyunun müzikleri oldukça önemli, özgün müzikte, yeteneğine hayran kaldığım Ersen Sururi ismi var. Hem piyanosuyla hem de viyolasıyla eşlik ediyor oyuna.
Anlatıcı, bir şair/yazar olarak konumlandırılmış. Hem geçmişini, hem şimdisini arayan bir şair. Yazı masasının başında, notlar düşüyor gördüğü çorak Kıbrıs’ına… Sinirleniyor, arıyor ve annem sevdi beni bir tek, diyor.
Kulağımda çınlıyor; çünkü ülkeler, sınırlar, askerler sevmez bizi, bizi en çok annelerimiz sever. Yitirdiğimizin ne olduğunu en çok da onlar bilir, onların dualarına yansır yitirdiklerimiz.
Tanıdığıma memnun olduğum başka bir ses ise, Faize Özdemirciler.
Kavafis’in yitirdiklerinin izinde bir kadın bana kalırsa. Yalın, ürkütücü bir yalınlığı var kaleminin. Nasıl duymamışım, nasıl bilmiyordum, dedim. Faize Özdemirciler, sadece Kıbrıs için değil, Akdeniz’deki birçok yer için önemli bir şair/öyle olmalı bana kalırsa. Mitolojiden besleniyor şiirleri, o hikayeleri tıpkı Kavafis gibi deforme etmeyi seviyor. Bir sisi araladım; hafızasıyla baş etmeye çalışan toprakların içinden; şiirlerinde sıkça yer verdiği manolyalar, yaseminler, begonviller gibi fışkırıyor. Ve evet, her şair doğduğu yerin duvarlarına benzer. Sıvası atmış duvarlarının içinden bile, bir çiçek bulur çıkarır…