Mehmet Bozkır
İki bez parçasının, kundak ile kefenin arasına sıkışmış hayatların hazin ve gülünç hikayesi.
“Yona ve Leviva, birbirinden ve evliliklerinden sıkılmış bir çifttir. Kavgalarına sebep olan bu bıkkınlık onların özelinden belki de yüzyıllardır kanayan bir yara olan evlilik geneline yapılan bir sorgulamaya dönüşüverir. Kim için yapılır evlilik? Kadın ve erkek evlendikten sonra bir adanmışlıkla yaşamak zorunda mıdır? Bağlılık, gerekli ve olumlu bir etki midir yoksa muhatabını sardıkça boğan bir canavar mı? Yaşamak Denen Bu Zahmetli İş, tüm bu sorgulamaların odağında duran çarpıcı bir kara mizah örneği.”
İsrailli ünlü tiyatro yazarı Hanoch Levin’in ülkemizde ilk kez İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen oyunu bu cümlelerle tanıtılıyor.
Gece yarısı. Bir evin yatak odası. Sürekli damlayan bir musluk. Derin derin uyuyan bir kadın. Yatakta dört dönen bir adam. Karısının derin uykusu horultulara dönüşünce onu yataktan atacak kadar tahammülsüz. Ve kocasının kendisine karşı olan tavrından çok şapka seçmeye çalıştığı rüyası bölündüğü için üzülen bir kadın.
Oyun bu sahneyle başlıyor ve kadınla adamın kim olduklarını, niçin bu noktaya geldiklerini görüyoruz yaklaşık bir buçuk saatlik süreç boyunca. Niçin bu noktaya geldiklerini görüyoruz da peki geldikleri noktadan nasıl çıkacaklar, buraya mahkumlar mı? Oyun bu soruların cevaplarını hemen vermiyor, ipuçları sunuyor ve soruyu biraz da her bir seyircinin ayrı ayrı yanıtlamasını sağlıyor. Bir karı kocanın evliliği üzerinden tüm hayatımızı sorguluyoruz.
Masal dinlemeye, hikaye okumaya başladığımız andan itibaren hep mutlu sonlar görüyoruz. Pamuk Prenses, Prens’e kavuşur, Külkedisi keza öyle. Filmlerde türlü felaket yaşayan çiftler sonunda her şeyi aşarlar ve bir araya gelirler, hele bir de Yeşilçam filmiyse izlediğimiz son sahne bellidir. Ya gelinle damat el ele kırlarda mutlulukla koşar ya da esas kızla esas oğlan yanaklarını birbirine dayar, gözlerini kısar, ağızları kulaklarında kameraya bakarlar. Ve bu hiç değişmez, yüzyıllardır hep mutluluk dayatılır. Beraberliklerine evlilikle devam eden çiftler için “ ilişkileri mutlu sonla noktalandı” deriz çoğu zaman dediğimiz şeyin hangi anlama geldiğini fark etmeden.
Hikayelerde de masallarda da filmlerde de oyunlarda da kavuşmadan sonraki anları görmeyiz, o mutlu son nasıl bir sondur göstermezler, biz de bilmezden geliriz. Hanoch Levin bir cesaret örneği göstermiş ve 30 yıllık evli sıradan bir çiftin hayatı nasıl olur dürüstçe anlatmış. Bu noktada ülkemizde pek de tanınmayan yazarın kim olduğu ve neler yaptığı konusunda biraz bilgi vermek gerekli.
İki hikaye kitabı, şarkı ve skeç koleksiyonu, iki çocuk kitabı, bir şiir kitabının yanı sıra 56 yıllık yaşamına 56 oyun sığdırmış bir yazar Hanoch Levin. Yazarlığının yanı sıra dramaturg, yönetmen ve şair olarak da bilinen Levin yaşadığı dönemde 33 oyununun sahnelendiğini görmüş, aynı zamanda oyunlarından 21 tanesinin yönetmenliğini de yapmıştır. Levin yazın hayatına hiciv ile başlamış, politik satirler yazmış, özgün bir dramatik ve teatral dil geliştirmiştir. İsrail toplumunun zafer sarhoşluğunu, kendini beğenmişliğini sertçe eleştirmiş, oyunlarında adeta kehanetlerde bulunmuştur. Zaman kısa sürede Levin’i haklı çıkarmıştır, sahnelenen ilk oyunları tepki çekmiş, kamuoyunun baskısı nedeniyle bazı oyunları kısa sürede kaldırılmıştır. Bu oyunlar tepki çekse de yazara ülke çapında şöhret getirmiş, yeteneği kariyerinin ilk yıllarında tescillenmiştir. Yazar ve yönetmen olarak kendi dilini oluşturmuş, tiyatro türlerine ciddi ve önemli kazanımlar sağlamıştır. Hanoch Levin gerçekçi, bir o kadar da karamsardır. Ve oldukça cesurdur.
Yazarın tüm bu özelliklerini Yaşamak Denen Bu Zahmetli İş’te görmek mümkün. Oyunun hem çok acı hem de mizahi yanları var. Adamın gidiyorum dediği anda kadının onu vazgeçirmek için elinden geleni yapması, artık kadının pes ettiği noktada adamın gitmekten vazgeçtiğini gizlemeye çalışarak açık bir kapı araması. Ve kadınla adamın tam da sahip olmak istediği hayatı yaşayan ortak arkadaşları Gunkel’in gecenin yarısında çıkıp gelmesi, onların kaçmaya çalıştıkları hayata balıklama atlamaya çalışması.
Yazara göre gençler, yaşlılar, evliler, bekarlar, herkes ama herkes bir sebeple mutsuzdur. Hayat baştan kaybedilmiş bir savaştır. İnsan doğduysa mutlaka ölecektir, bunun farkında değilmiş gibi yaşamaya çalışmak nafile bir çabadır.
Hanoch Levin oyunda bize alışkın olmadığımız ama çok iyi tanıdığımızı dehşetle fark ettiğimiz bir kapı aralıyor. Sahi biz ne için bu kadar mücadele ediyoruz, niye tırnaklarımızı hayata geçirip sanki bırakmazsak bir yere gitmeyecekmişiz gibi davranıyoruz? Hayata bağlı olacağız, ayakta kalacağız, sağlam duracağız diye bunca çaba neden? Birçoğumuz iyi bir fakülte bitirmek, iyi bir iş bulmak, o işte yükselmek, iyi paralar kazanmak, doğru bir eş bulmak, araba almak, ev almak, sonra evin de arabanın da daha iyisini almak için çabalayıp duruyoruz. Uğruna kendimizi heba ettiğimiz şeylerin hepsine sahip olduktan sonra da bu muydu diye soruyoruz kendimize, yanıtını kimselerin duyamayacağı kadar kısık bir sesle vererek. Bazen de Yona gibi sahip olduğumuz her şeyden vazgeçip çok daha azına razı olarak gitmek istiyoruz, sadece gitmek. Peki o kadar kolay mı gitmek? Levin bu sorunun cevabını çeşitli nedenlere dayanarak ve asla ahkam kesmeyerek veriyor.
Oyunun bizlerle buluşmasını sağlayan aynı zamanda başrol oyuncusu olan Ülkü Duru. Almanya’da bir festivalde Hanoch Levin’in başka bir oyununu izleyen oyuncu yazarın diğer oyunlarını da bulur, hiçbirisi Türkçe’ye çevrilmediği için Fransızca baskılarını getirtir ve arkadaşı yönetmen Kerem Ayan’dan okumasını rica eder. Yaşamak Denen Bu Zahmetli İş’in sahnelenme süreci böylece başlamış olur. Devlet Tiyatrosunun kadrolu sanatçısı olup da Ülkü Duru gibi çalışkan ve üretken olanlara pek sık rastlamak mümkün değil. Daha önce ülkemizde oyunları sahnelenmemiş yazarların eserlerini bulup onları bir proje halinde devlet tiyatrosuna sunan oyuncu adı bir oyunun kadrosunda yer alınca bin bir bahane bulup kadrodan çıkmaya çalışan oyunculara örnek olmalı.
Ülkü Duru’nun önerisiyle oyunu okuyan Kerem Ayan oyunun yönetmenliğini yapıyor. Makine Mühendisliği’nin ardından Fransa’da görsel işitsel yönetmenlik ve sinema eğitimi alan Kerem Ayan Bay Hiç ve Kuçu Kuçu’nun ardından üçünce kez yönetmen olarak karşımıza çıkıyor. Yönetmen oyunu sahneleme sürecini “Yazarın ruhunu yakalamayı deneyip en sade mizanseni bulmaya çalıştım. Bu güzel teksti ortaya çıkarmaya çalıştım.” diye anlatıyor. Kerem Ayan tevazu ile çalıştım, denedim şeklinde anlatsa da bu işin altından layıkıyla kalkmış. Yazarın derdini ve metni çok iyi kavramış, her ikisine de saygı göstererek kendini geri planda bırakmayı göze almış. Belli ki ekip arkadaşlarına da derdini çok iyi anlatmış. Sahnede fazla olan hiçbir unsura rastlamak mümkün değil.
Kerem Ayan’ın sade üslubuna tüm yaratıcı ekip katılmış. Yıpranmış görünümleri ve iddiasız kostüm tasarımıyla Mihriban Oran, insanı yormayan ışık tasarımıyla Akın Yılmaz ve duyguları bire bir yansıtan müzikleriyle Murat Balcı uyumlu bir çalışma içindeler. Işın Mumcu’nun dekoru oyunla müthiş bir uyum içinde, birçok yönünü sevdiğim oyunda en beğendiğim şeylerden biri tamamlanmamış gibi duran, oranın bir yatak odası olduğu izlenimini vermekle yetinen dekor oldu.
Oyunculuklara gelince;
Yona rolünde Musa Uzunlar son derece doğal. Yatakta söylenip durmaya başladığı andan oyunun sonuna kadar ne yaptığının farkında, karakterdeki duygu değişimlerini yumuşakça yansıtıyor ve bütünlüklü bir ruh haline seyirciyi ikna ediyor. Yona’nın dramının içindeki komediyi altını çizmeden gösteriyor. Zaman zaman sesiyle fazlaca oynayıp dublaj tonlamalarını andırmasa çok daha iyi olur kanaatindeyim.
Leviva rolünde Ülkü Duru öylesine rahat ve doğal ki oyunun başında yatakta uyuduğu sahnede herhalde kendi evinde de en fazla bu kadar rahat uyuyordur diye düşündüm. Üzüntüsü, hayal kırıklığı, şaşkınlığı, sevinci, pek iddialı olmayan kafa tutması ve Leviva’nın her hali çok gerçekçi. Musa Uzunlarla son derece uyumlu bir şekilde onun karakterinde de yumuşak geçişler oluyor. İki oyuncu değişimleri arasında harika bir denge kurmuşlar. Leviva’nın kocasını ikna etmek, vazgeçirmek için yaptıklarını Ülkü Duru hem sesiyle hem bedeniyle hem mimikleriyle keyfine doyulmaz bir oyunculukla sergiliyor. Ne yazık ki, her biri çok ses getirmiş Vahşet Tanrısı, Kır, Yangın Duası gibi oyunların hepsini kaçırıp ilk kez sahnede seyredebildiğim Ülkü Duru’nun benim için en önemli yanı şu oldu; şimdiye kadar oyunculuğu tutkuyla yapan pek çok aktörü, aktristi sahnede izledim ama selama çıktığında Ülkü Duru gibi mutluluktan gözlerinin içi parlayan, sevinçten yerinde duramayan bir oyuncuya rastlamadım. Mesleğine aşık olduğu o kadar belli ki, sırf o selam anına şahit olmak için bile yeniden seyredebilirim bu oyunu.
Oyundaki kısacık fakat fevkalade önemli Gunkel rolünü canlandıran İşdar Gökseven’in işi diğer iki oyuncuya göre daha zor. Ama İşdar Gökseven o zorluğun altından öylesine başarıyla kalkmış ki hayran kalmamak mümkün değil. Yazarın çok yerinde bir kararla oyuna soktuğu Gunkel’i diğer iki karaktere oranla temelsiz olması ve rolün kısalığı nedeniyle birçok oyuncunun tiplemeye çevirebileceğini söylemek haksızlık olmaz. Oysaki İşdar Gökseven rolün işlevini çözmüş, yazarın amacına hizmet etmiş. Seyirciyi önce kahkahaya boğup sonra da bir anda hüzne salan Gunkel belki de en iyi yorumlarından birine İşdar Gökseven sayesinde kavuşmuş.
Yaşamak Denen Bu Zahmetli İş, herkesin üzerinde titizlikle durduğu bir çalışma sonucunda ortaya çıkmış. Gösterilen bu özeni her an hissetmek mümkün. Hüzne de kahkahaya da boğmayan ancak mutlaka bir yerinden sizi yakalayacak olan bu oyunu yeni sezonda kaçırmamanızı öneririm. Bir tavsiyem de oyuna biraz erken gidip Küçük Sahne’nin havasını içinize çekmeniz yönünde. Çıktığınız merdivenlerde, oturduğunuz iskemlede yüz yıllık bir tiyatro tarihinin izleri var, gelmiş geçmiş tüm ustalara selamla ve saygıyla.
*Başlıktaki cümle oyunun çevirmeni Nermin Saatçioğlu’na aittir.
*Hanoch Levin hakkında verilen bilgilerde Devlet Tiyatroları Yaşamak Denen Bu Zahmetli İş oyun kitapçığından ve yönetmenin görüşlerinden faydalanılmıştır.
*Yaşamak Denen Bu Zahmetli İş, sezon öncesinde 12. Kıbrıs Tiyatro Festivali kapsamında 23 Eylül’de Lefkoşa’da seyredilebilir.