Üstün Akmen
Ne yalan söyleyeyim “Çeng” denilen, İran ve Osmanlı geleneği içinde yer alan “kucak arpi”ni Şirin Pancaroğlu’nun parmakları arasında 2008 yılının temmuzunda, olmadı, denk düşmedi Aya İrini’deki konserinde göremedim.
İşin doğrusu, minyatürlerde sıkça rastlamıştım da: “Nedir bu saz” diye meraklanmamıştım.
Bu ülkede “arp” denilince akla gelen tek isim olan Şirin Pancaroğlu’nun Mayıs 2014 tarihli Klasik Batı Müziği albümleri yayınlayan Lila Müzik’ten çıkan “Çengnağme” başlıklı albümünü geçen hafta sonunda edininceye kadar da tınısını duymamıştım.
Organolojinin “açık arplar” arasında incelediği çalgılardan olduğunuysa albümü dinlerken araştırdım, algıladım.
“Köşeli arp” olduğunu kavradım.
Yaklaşık 2 bin 500 yıl boyunca yalnız Ortadoğu’da değil, Orta Asya ve Uzak Doğu’da da kullanılan köşeli arpların tarih sahnesinden en son çekileninin Osmanlı çengi olduğunu “bilvesile” öğrendim.
Öğrenmenin Yaşı
Öğrenmenin yaşı yok ki!
Öğrendim.
Divan şiirinde bir “mazmun” olan ve sevgilinin cefasıyla beli bükülmüş aşığı simgeleyen Osmanlı çeng’inin atası, meğerse İran çeng’iymiş, ama çalgı, biçim bakımından İstanbul’da bazı özellikler kazanmış.
Safiyüddin Urmevî (Ölüm Tarihi 1294), Abdülkadir Meragî (1350-1435) gibi “müellifler” çeng hakkında ayrıntılı incelemeler yapmışlar. “Kenzü’t-Tuhaf” adlı, 14. yüzyıldan kalma Farsça yazmada da çeng ile ilgili bir hayli bilgi varmış Ama 15. yüzyıl şairi Ahmed-i Dâî’nin “Çengnâme” adlı mesnevisi, çeng’e diğer Osmanlı çalgıları arasında çok ayrıcalıklı bir yer kazandırmış. Çünkü başka hiçbir Osmanlı çalgısı için (manzum ya da mensur) böyle bir eser yazılmamış. Daha çok Avrupalı gezginler için, Saray nakkaşhanesi dışında, halktan ressamların yaptığı, bugün çoğu Avrupa müzelerinde bulunan “çarşı resimleri” dışında, “Şehinşahname”, “Süleymanname”, “I. Ahmed Albümü” ve “Surnâme-i Hümâyûn” gibi minyatür albümlerinde, birçok diğer çalgının yanı sıra çengin de betimlendiği minyatürler varmış.
Öğrendiklerim
Daha neler öğrendim neler!
Bir kere Çeng, erkekler kadar kadınlar tarafından da çalınan bir çalgıymış. Sonracığıma, Çengli minyatürlerin çoğu, bir eğlence sahnesinden çok, şair veya bilginlerle yapılan sohbetleri betimlermiş. Çeng için standart bir boydan söz etmek güç olmakla birlikte başlıca iki boy çeng olduğu anlaşılmış. Birincisi görece küçük olan ve kapalı mekanlarda, oturularak çalınan kucak çengi; ikincisi ise bir hayli büyük olan ve ayakta çalınan açık hava çengiymiş. Kucak çengi, burguluğu, oturan sazendenin sol dizi üzerine konularak; açık hava çengi ise, uzun ayağı icracının iki bacağı arasında sıkıştırılarak ve gövdesinin (yani rezonatörünün) alt kısmından geçirilen bir kuşakla bele bağlanarak çalınırmış.
Şirin Pancaroğlu Denilen Fenomen
Klasik müzik geleneğiyle yetişen Şirin Pancaroğlu’yu ben her şeyden önce doğaçlamaları ve avangart çalışmalarıyla pamuklara sarıp sarmalayarak yıllardır yüreğimde taşımaktayım. Pancaroğlu, bu kere de çeng’in izini sürmüş.
Sanatını icraya başladığı ilk yıllardan itibaren yukarıda anlattığım gibi İran ve Osmanlı minyatürlerinde sıkça karşımıza çıkan, yere oturularak çalınan ve yaklaşık 25 teli bulunan, arpa da çok benzeyen bu çalgı, Şirin Pancaroğlu’nun hep dikkatini çekermiş. Gel zaman git zaman, bu dikkat meraka dönüşmüş. Bu çalgının sesini duymak, onu çalmak tutku halini almış. Minyatürlerde resmedilmesinden, çalgılar arasında çok sık boy göstermesinden Orta Çağda sevilen bir çalgı olduğu kanısını yakalamış.
Ancaaak… Bu çalgının hiçbir örneği günümüze ulaşmamış ki!.
2013 yılında İzmir’li çalgı yapımcısı Levent Güleç çengi üretince bu albüm farz olmuş. Pancaroğlu’nun müzik dostları Bora Uymaz (vokal, perküsyon, lavta), Murat Aydemir (tambur), Derya Türkan (klasik kemençe), Yavuz Akalın (ney), Meriç Dönük (mandallı arp), Volkan Topakoğlu (kontrbas) da kendisine arka çıkınca gerek halk müzikleri, gerekse geleneksel makamsal müzikler günümüzün çok sesli anlayışı içinde düzeyli, çağdaş ve estetik biçimde işlenmiş, ortaya “Çengnağme” çıkagelmiş.
Yücelmek, Yükselmek
“Çengnağme” her şeyden önce eskiyle yeniyi harmanlayan bir albüm.
İçinde 1610 doğumlu Tamburi Angeli’nin “Kürdi Peşrevi” de var, Bora Uymaz’ın “Çeng için Nişâbur Peşrev”i de…
Bu albüm mutlak edinilerek, Şirin Pancaroğlu’nun 2009 yılında uçak kazasında hayatını kaybeden meslektaşı Ceren Necipoğlu anısına bestelediği “Nikriz Saz Semai”deki kederli azameti, gizemli hüznü özellikle tatmak gerekmekte.
Sözün özü şu ki, Şirin Pancaroğlu bu albümüyle başarı olgusuna bu kere de “Aldım, kabul ettim” diyor. Bilinçsiz, ama fevkalade doğal olarak kazandığı başarı eşliğinde, hiç kuşkum yok ki “sanat”ın kişisel olmayan ününü paylaşmayı sürdürüyor.
Parmaklarını tellerden çektiğinde kaskatı bir yüzle, kendine sunulan övgüleri/ alkışları alarak, kendi kendine gülüp durmak istiyor.
Aynen, yaşamını ağırbaşlı bir duruma sokmaktan korktuğu gibi…
Kimseye çaktırmadan deyivereyim: O, sanatçının “sanat” karşısında duyduğu alçak gönüllülük içinde, yüceliyor, yükseliyor.
Şirin Pancaroğlu, başarı tacını bir kere daha başına takıyor.
Evrensel
http://www.evrensel.net/kose-yazisi/72123/sirin-pancarogludan-gene-bir-ilk-cengnagme.html