Üstün Akmen
Amerikalı oyun yazarı William Mastrosimone (1947)’nin kimin tarafından dilimize uyarlandığını bilemediğim, sahne dili ve Türkçesi pek de iyi olmayan “Uçlar/Extrémité” başlıklı oyunu yeni kurulan (içtenlikle uzun ömürler diliyorum) Tiyatro Martı yapımı olarak sahnelenmekte.
“Uçlar” gerilim dolu bir dram. Kadına şiddet, tecavüz ve yetersiz bulunan cezalar karşısında kadının çaresizliğini anlatıyor. Raul, Marjorie’yi izleyip evinde tecavüze kalkışıyor. Marjorie, tecavüzü engelliyor ve Raul’ü zararsız hale getiriyor. Aynı evde kalan Terry ve Patricia ne yapmak gerektiği konusunda kararsız kalıyorlar ve olaylar iyiden iyiye sarpa sarıyor.
Gerilim Oyunu
Şiddetin insan psikolojisinde meydana getirdiği tahribatı da gözler önüne seren “Uçlar”, oldukça gerilimli tablolarıyla olayların psikolojik derinliğine inerek, izleyicinin kendine değişik sorular sormasını sağlayabilen bir metne sahip. “Vatandaş gerçekten suçsuzsa neden korksun” sorusu, oyun sonunda sorulabilecek soruların elbette başında geliyor.
Şiddete maruz kalan kurban, üstünlüğü sağlarsa yapması gereken nedir?
Saldırganı yine onun gibi şiddet kullanarak mı cezalandırmalı, yoksa adalet sistemine mi güvenilmeli?
Adalet mekanizmasının yetersizliği/yetmezliği sayesinde ya kurban suçlu duruma düşer, saldırgan serbest kalırsa?
Dinçel’in Dekoru Olmamış
Sahne dekor tasarımını imgesel evreni, düşleri ve gerçekçiliğiyle; estetiği ve duygularıyla; doğrudan aktardığı yorumları, izleyiciyi uyarması ve etkilemesiyle ve de görünenle görünmeyeni aynı anda verebilme yeteneğiyle bugüne değin onlarca kez alkışladığımız Barış Dinçel yapmış.
Yapmış da, bu kere sahne şekil ve ölçülerinin, sahne ağzı veya tavanının boyutları, salondaki herhangi bir koltuğun, balkondaki seyircilerin sahneyi nasıl gördüklerini düşünmeden dekorunu tasarlamış.
Tasarım güzel ve işlevsel, ama (ben oyunu Beşiktaş Kültür Merkezi’nde izledim) sahne tabanı seyirci tarafından görünmüyor, Bu da, izleyicinin izlemesini engellediği için oyunun geneline olumsuz puan yazdırtıyor.
Urağ Neler Yapamamış
“Uçlar”ı Yıldırım Fikret Urağ sahneye koymuş. Koyarken, oyunun artık hiç bir yerde, hatta evlerimizde bile güvende olmadığınızla ilgili iletisini ve de şiddeti görmezden gelerek yaşamanın olanaksızlığı gerçeğini yeterince vurgulamamış. Olayların geçtiği/geliştiği evin ana kapısı yok. Barış Dinçel’in simgesel kapısından Raul’de, Patricia’da, Terry’de yolgeçen hanına girer gibi giriyor. Evin telefon kablosunu Ruth kopartıyor, ama iki kablo ucunu birbirine bağlamayı üç Amerikalı kadın beceremiyor; tutun ki ev şehir dışında, üç kadından biri dahi otomobiline atlayıp kasabaya/kente her nereyeyse gidip telefon aramayı düşünemiyor.
Bu ve buna benzer eksiklikler yazılı metnin inandırıcılığına gölge düşürüyor.
Diğer taraftan, Yıldırım Fikret Urağ, tiyatro yapısına açık yazılı metnin, saydam düşünce yapısını iyi kavramamış; kısmen de olsa ateşli anlatışla sahneye taşıyamamış. Taşırken yaşamı ve insanı “sahnede” nasıl estetize edebileceğini de düşünmemiş. Sadece özel çerçevesi içinde eyleme uymakta kalmış, aynı zamanda eylemin asıl karakterini belirleyip havayı yaratamamış, oyunu akıtamamış. Tecavüz olayı çerçevesi içinde dönen oyunun iki saati aşkın bir süreye uzaması/uzatılmasının yer yer tekrarlara ve tekdüzeliğe yol açmasını önleyememiş.
Kostümler her kiminse “eh” kıvamında.
İmzası olmayan ışık tasarımı da düzeltilmeye muhtaç.
Oyunculuklar
Aydın Şentürk, Raul’ün fiziksel yaşamını, karakterin ruhsal yaşamının başladığı en derine ulaşana dek derinleştirmiş. Gel gelelim ses kullanımında hayli zayıf.
Terry de, Zeliha Bahar Çebi’nin daha ilk profesyonel oyunuymuş, bu kerelik fazla deşmeyeyim.
Simge Defne, Patricia’nın duygularına doğrudan, hiçbir hazırlık ya da destek olmadan ulaşmaya çalışıyor, ama olmuyor.
Zeynep Özyağcılar ise özdeşleşeceği Marjorie karakterinin dokusunun nahif maddesini iyi yakalamış, canlandırdığı karakterin fiziksel yaşamına ilişkin maddi, somut bir çizginin sağlam desteğini arkasına aldığından boşlukta salınmıyor, sallanmıyor.
İlla ki eleştiri isterse, pek yavan geçen ilk tabloya dikkat etse derim ben.
Arının insanı bacağından sokuşunu bir gözlemleyebilse, o eylemi fazla köpürtmese.