Üstün Akmen
Şarkıcı; başı ve göğsü yukarıda, ağzını, dudaklarını ve alnını kasmadan ayakta dimdik ve rahat bir şekilde durdu. Orkestranın yaptığı kısa bir giriş müziğinin ardından beklenen aryayı söylemeye başladı. Notalar su gibi akarken, şarkıcının sesi sanki ondan değil de, başka bir yerden geliyor gibiydi. Suya atılan bir taşın yarattığı ses gibi. Gözyaşının beyaz bir mermere damlama sesi gibi. Aryanın sonunda bir alkış tufanı koptu. Onun sesi de, tanrının insana olağanüstü armağanı olan pek özel bir “enstrüman” niteliğindeydi. Tiz sesleri kolaylıkla çıkarabilen, çevik kadın sesi koloratur sopranolar gibi… Duygusal ya da romantik karakterleri canlandıran lirik sopranolar gibi… Genellikle dramatik karakterleri oynayan dramatik sopranolar gibi… Çoğunlukla yaşlı kadınları ya da sopranonun rakibini canlandıran mezzosopranolar gibi… Mezzosopranoyla aynı rolleri oynayan kontraltolar gibi… Yumuşak, lirik, dramatik tenorlar gibi… Buffo, cantante ve profundo gibi kategorilere ayrılan baslar gibi… O, tenor ve bas arasında yer alan bir sesti. Baritonun ta kendisiydi. Adı Dmitri Hvorostovsky (1962) idi.
Şef Orbellan
Sibiryalı Bariton Dmitri Hvorostovsky’i, geçtiğimiz salı günü Devlet Opera ve Balesi Başrejisörü Yekta Kara’nın sanat yönetmenliğinde, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü ve Genel Sanat Yönetmeni Prof. Rengim Gökmen’in himayesinde ve de Denizbank’ın sanatsever Genel Müdürü Hakan Ateş’in sponsorluğunda bu yıl 5.si yapılan İstanbul Opera Festivali’nde dinledik.
Dmitri Hvorostovsky’e Amerikalı Piyanist ve Orkestra Şefi Constantine Orbellan (1956) yönetimindeki İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası eşlik etti.
Dmitri Hvorostovsky, kimi parçaları da Porto Rikolu olağanüstü ses Ana Maria Martinez ile birlikte söyledi, aralarda Martinez’i dinledi.
Sesin Oluşmasını Sağlayan Organ
O, Borodin’in “Prens Igor”undan “Ni sna ni otdyha izmucennoj duse”yi söylerken, aslında sesin oluşmasını sağlayan organın boğazımızın ortasında bulunan gırtlak olduğunda karar kıldım.
Gırtlağımızın, iki minik kas kıvrımının, yani ses tellerimizin bulunduğu boşluğu çevreleyen kıkırdak yapılı bir kabuktan oluştuğunu biliyordum.
Normal şekilde nefes alırken, ses tellerimizin gevşek olduğunu ve soluk borusunda “glottis” olarak bilinen üçgen biçiminde bir açıklık meydana getirdiğini de öğrenmiştim.
Verdi’nin “Ernani”sinden üçüncü perde ikinci tabloda Don Carlo’nun aryası “Gran Dio… Oh de’ verd’anni miei” aryasını söylerken gırtlaktan geçen havanın arttığına, “glottis”in daraldığına ve tellerin titreyerek sesi oluşturduğuna bizzat tanık oldum.
Hvorostovsky ses tellerini gerdi, sesi bir o kadar titredi, sesinin perdesi yükseldi de yükseldi.
Derken hava basıncını azalttı, ses tellerini gevşetti “glottis”in açıklığını artırdı, bunun sonucunda titreme doğal olarak azaldı ve ses daha derinden gelmeye başladı.
Ana Maria Martinez
Soprano Ana Maria Martinez de Rossini’nin “Sevil Berberi” operasında birinci perdede Rosina’nın Almaviva’ya olan aşkını anlatan ünlü arya “Una voce poco” ile yüreğimi titretti.
Bizet’nin “Carmen”inden ikinci perde başı şarkısında, hani prelütten sonra Lillas Pastia’nın meyhanesinde Çingeneler ve kaçakçılar eğlenirlerken Carmen ortaya gelerek bir şarkı söyler ya!
İşte o söylediği, gitgide hareketlenen “Chanson Bohemienne”inde vücudunu bir ses kutusu gibi kullandı, salonu hareketlendirdi.
Ardından Hvorostovsky, aynı eserde “Chanson Bohemienne”den hemen sonra Çingenelerin omzunda Lillas Pastia’nın meyhanesine giren ve boğa güreşlerinden kazandıklarından, kadınlardan söz eden Toreador Escamillo’nun ünlü aryasını söyledi.
Hvorostovsky o şarkıyı, yani: “Votre toast, je peux vous le rendre”yi söylerken tüm vücudunu kullandı, bedeninin tümünde kaslarının gerginliğini ayarladı, mükemmel bir denge sağladı, duyguyu her bir dinleyici ve izleyiciye iletti.
TÜSAK’ın Yok Etmek İstediği Orkestra Top Gibi
Velhasıl-ı kelam, geçen salı günü, İstanbul Zorlu Center Performans Sanatları Merkezinin 2242 kişilik, zenginleştirilmiş akustik özellikleri olan ana salonunda, gerek Martinez’in, gerekse Hvorostovsky’nin fiziksel çaba ve enerji harcama yöntemleri ilgiyle izlendi.
Hvorostovsky’nin şarkı söyleme stili ve tekniği zaman içinde evrimden geçmişti, belliydi.
Vücudu kullanarak şarkı söylemek dedikleri demek ki bu demekti.
Constantine Orbellan (1956) yönetimindeki İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’nın tüm üyeleri prelütlerde, intermezzolarda ve eşlikte birer birer alınlarından öpülecek kadar iyiydi.
İstanbullular, Hvorostovsky’den iki gün sonra bu yıl Semiha Berksoy Opera Ödülleri’ni kazanan Sopranolar Eylem Demirhan Duru (İzmir DOB), Burcu Uyar (Deutsche Oper Berlin), Seda Aracı Ayazlı (Ankara DOB), Bas Engin Suna (Antalya DOB), Bariton Murat Güney’i (İstanbul DOB) dinledi.
Dinlerken, TÜSAK yasasını TBMM’den geçirmek için ağzı köpürenleri bir kez daha lanetledi; opera sanatçılarının şarkı söylemelerine yakıştırılan: “Müzikle sözcükleri harmanlama ve şiire bir melodinin kanatlarını takma”nın ne anlama geldiğine bir kez daha kanlı canlı tanıklık etti.
Kulaklarıyla tanıklık ederlerken de sanatın akademik eğitimini, profesyonel sanat işçiliğini yok etmenin öyle her babayiğidin harcı olmadığının altını alkışlarıyla pek güzel çizdi.