Yaşam Kaya
‘Tr Warszawa & Teatr Narodowy W Warszawie’ yapımı Alman sinemasının ilk örneği olan ‘Nosferatu’ uyarlaması İKSV 19. İstanbul Tiyatro Festivali’nde seyircisiyle buluştu. Alman sinemasının başyapıtları arasında giren eser, son dönemde benim de sıklıkla yazılarımda dile getirdiğim ‘sinematografik tiyatro’ akımının başarılı bir örneği. Oyunu Yazan ve Yöneten Grzegorz Jarzyna çağdaş batı tiyatrosuna öylesine geniş derinlik sunuyor ki, bu adımdan sonra çıkacak tüm oyunlar ‘Nosferatu’nun izini takip ederek sahnelenmeli. Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde izlediğimiz; devasa dekoruyla, mükemmel teknik ekibiyle, milimetrik ses efektleriyle adeta kendimizi ‘tiyatro cenneti’nde hissettiğimiz gösteri izleyenleri çok sert çarptı.
Evelemeden gevelemeden sözü konuşalım. Hani bazı eleştirmenler gibi ‘anlamadım’ söylemine yatıp, ‘modern tiyatronun ne olduğunu bilmediğini itiraf etmek’ komedisine düşmeden kritiğe devam edelim. Son iki senedir yazılarımı takip edenler bilirler; sinema ile tiyatro arasında derinlemesine bağlar olduğunu, hatta bazı sinema yönetmenlerinin tiyatro akımlarından faydalanıp filmler çektiğini araştırma dosyalarımda belirttim. Özellikle Andrew Dominik ile David Fincher gibi Hollywood’un iki dahi yönetmenini detaylı araştırmalarımla inceledim. Yazılarımdan sonra ortaya muhteşem analizler çıktı. Mesela ‘Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikastı’ filminde Yönetmen Dominik, oyuncular üzerinde ‘Grotowski Oyunculuk Tekniği’ çalışmış. ‘Fight Club’ filminde ise Yönetmen Fincher, İngilizlerin dünyaca meşhur ‘İn Yer Face’ tiyatro akımını kullanmış. Örnekleri detaylandırarak ilerleyebiliriz, ama gelin biz Polonya’nın dahi çocuğu Grzegorz Jarzyna oyununda neler yapmış onu inceleyelim.
‘Nosferatu’ sözcük anlamıyla ‘Drakula’ öykülerini anlatan bir kavram. Oyunda modern teatral tekniklerle donatılmış bir sahnede, Kont Drakula öyküsünün benzeri işleniyor. Jarzyna, kendi yarattığı şatosunun içine yerleştirdiği altı asıl karakter üzerinden nefesimizi tutarak izlediğimiz şaheser çıkarmış. Devasa sahnenin her bir karesini ince ince işleyen yönetmen, tiyatroda teknik kullanımın olağanüstü başarısını adım adım göstermiş. Oyun çok yavaş ilerliyor. John Zorn imzalı gerilim müzikleri insan bedeninin hareketine göre biçimlenirken, sadece içinde bulunduğu gerilime odaklanan oyuncuların üstün performansı sayesinde gösteri mükemmel anlam kazanıyor. Yazının başlığında belirttiğim gibi sahnede bir nevi ‘Alfred Hitchcock’ gerilimi var. Dar alanda sıkışan, sonra teknik detayların araya girmesiyle birden tüm çevresel faktörleri içine alan ‘Nosferatu’, tiyatro tarihine yeni bir soluk katacak. Oyuncuların cesur sahne duruşu Drakula öyküsünün içimize işlemesinde en büyük etken. ‘Dışavurumcu Alman Sineması’ oyunun bütünsel enerjisine yansımış. ‘Sinematografik’ tekniklerle bezeli bölümler, insanlık tarihinin derin felsefesine içine alarak büyümüş. Yüz on dakika nefessiz izlediğimiz konuya hayranlıkla bakmamak elde değil!
‘Nosferatu’ rolünde Wolfgang Michael duruşuyla, sesiyle seyirciyi büyüleyen performans sergiledi. ‘Lucy Westenra’ karakterinde Sandra Korzeniak ile harika ikili oluşturmuş. Mutsuz ilişkilerin içinde savrulan, bilinmez bir hastalığın pençesinde çırpınan ‘Lucy’ vampire dönüşürken, Sandra Korzeniak’ın cesur yorumu sahneye yansıyor. Oyuncunun bedensel güzelliği sahnenin bütününe hakim. ‘Mina Harker’ı yorumlayan Katarzyna Warnke ‘sahte ilişkiler’ bağlamında çarpıcı bir yorum ortaya koyuyor. Yalnız şu ‘Lucy’ cinayetini araştıran ‘Abraham Van Helsing’ karakteri pek anlaşılmıyor. Jan Frycz ‘dedektif’ rolünün altyapısını anlamamış. Jan Englert, Lech Łotocki, Adam Woronowicz, Marcin Hycnar, Krzysztof Franieczek, Jacek Telenga sahnedeki diğer başarılı kadro.
Grzegorz Jarzyna adını bir yere not edin. ‘Sinematografik Tiyatro’ kavramını duyduğunuz zaman bu isimle mutlaka karşılaşacaksınız. Yönetmenin zekice yazıp, kurguladığı ‘Nosferatu’ İKSV 19. İstanbul Tiyatro Festivali’nin en iyi oyunu diyebilirim.
1 Yorum
Nosferatu’nun İKSV’deki iki gösteriminden ilkini izleme şansım oldu.
Gösteride ışık kullanımı gerçekten oldukça etkileyiciydi. Pencereden yansıyan gündüz ışığı, duvarlara düşen akşam güneşi, ayna kullanımıyla sağlanan ışık oyunları vs. gerçekten çok başarılıydı. Sis ve projeksiyon kullanımı ile de yer yer tiyatro sahnesi için oldukça etkileyici fantastik bir sahneleme elde edilmiş.
Oyun boyunca ışık ve dekor tercihleriyle sahneyi oldukça gerçekçi bir ‘setting’ olarak kurmayı tercih etmiş Jaryzna(fantastik bölümleri dışarıda tutarak söylüyorum). Yalnız özellikle oyunun ilk yarısında zaman zaman bir sinema filminden ziyade kötü bir dizi film izliyormuş hissine kapıldım. Sanırım bunun nedeni oyunculuk üslubundaki tercihlerdi. Bir “gerilim” tiyatrosu kurguladığından yönetmenin özellikle ağırlaştırılmış bir oyunculuk tercih etmiş olabileceğini tahmin ediyorum. Ancak çoğu zaman bedenin oyunculuğa katılmadığını, bazı oyuncularda itkinin zayıf olduğunu, oyunculuk trüklerine başvurulduğunu hissettim. Bu da özellikle oyunun ilk yarısında seyri zorlaştırdı benim için. Bunun yönetmenin tercihinden mi yoksa oyuncuların üslubundan mı kaynaklandığını merak ettim.
Kamera önü oyunculuğu ve tiyatro oyunculuğu arasında bir üslup denenmiş olabilir ama bu bazı oyunculuklardaki enerjisizliği ve itki kaybını haklılaştırır mı?
Yalnız birkaç istisna var. Özellikle oyunun ikinci yarısında dekor, ışık gibi teknik olanaklardan değil doğrudan oyunculuktan kaynaklanan etkili anlar vardı. Nosferatu ve Van Helsing’in ışığa doğru yürüyüşleri, yine Nosfertau ve Mina Harker’ın sahnenin önüne doğru ağır adımlarla ilerleyişi inanılmaz etkileyiciydi. Keşke oyunda bu yoğunluklu oyunculuklardan daha çok görebilseydik diye düşündüm. Başta Wolfgang Michael(Nosferatu) ve Katarzyna Warnke (Mina Harker)’ın belli bölümlerde Jan Frycz (Van Helsing) ve Lech Łotocki’nin iyi bir oyunculuk sergilediklerini düşünüyorum.