Mimesis Haber / 10 Mayıs Cumartesi günü İKSV Salon’da festivalin paralel etkinliklerinden biri olan “Koreografik Kesitler ve Söze Dökülen Düşünceler” adlı sunum-performans gerçekleştirildi. İsveç Konsolosluğu’ndan Suzi Erşahin’in girişimiyle organize edilen etkinlik İsveç Konsolosluğu ve İKSV Tiyatro Festivali’nin ortak etkinliğiydi. Sunumda, İsveç’ten Björn Säfsten, Sophie Augot, Oskar Landström ve İstanbul’dan Talin Büyükkürkçüyan yer aldı.
Sunum metni Björn Säfsten’in Umeå Güzel Sanatlar Akademisi’nden Per Nilsson ile birlikte yürüttüğü çalışmayı özetleyen bir metindi. Per Nilsson Felsefe bölümünden bir akademisyen, Björn Säfsten ise bir dansçı-araştırmacı ve koreograf. Ortaklaşa yürüttükleri projede dansın ve hareketin üretimi esnasında zihinsel süreçlerin dahiliyeti, koreografide kurgu ve kimliğin nasıl üretildiği, dansı yaratırken temsilden kaçınmanın mümkün olup olmadığı gibi konular üzerine kafa yoruyorlar.
Metin İngilizce ve Türkçe okundu. Sunum metni okunurken bir yandan sunumda geçen konu ile ilgili performanslara yer verildi. Metin İsveçli grup tarafından sırayla İngilizce okunurken, Talin Büyükkürkçüyan Türkçe metni okudu, tüm grup zaman zaman performansta yer aldı. Bu, performans alanı ile ilgili akademik bir sunum için enteresan ve format açısından ilham vericiydi. Yalnız performans ile metin arasında git gel yaparken seyircinin takibini zorlaştıran anlar oluyordu. Bazı performans bölümlerini metinle ilişkilendirmek zordu. Bu, eşzamanlı takibin zorluğundan da kaynaklanmış olabilir. Ancak kesinlikle geliştirilmeye açık bir sunum formatı, özellikle de performans alanına ilişkin sunumlar için.
Sunum başladığında Björn, İngilizce metni okurken Sophie, oturduğu yerde karşıda bir noktaya bakıp ağzını burnunu yamultmaya başladı. Performans alanının sunum yapılan masa olmasını beklemediğimizden bir süre ne olduğunu anlayamadık ve bir tuhaflık hissi oluştu. Ancak oyunculuk kararlı olduğundan bir süre sonra bu tuhaflık ortadan kalktı, performansa diğer dansçı da katıldı. Yavaş yavaş metni okumayanların performanslarıyla metni desteklediği ya da örneklediği bir tablo oluştu ve metinle ilişkili olarak hazırladıkları performansları sunumla eşzamanlı olarak sergilemeye başladılar.
Üç kişinin yer değiştirerek ve donarak birbirinin ifadesine, postürüne ve oluşan mizansene farklı anlamlar yüklediği bir icra bölümü oldu. Birinci kişi bir fiziksel ifadeye bürünüp, o anda hareketsiz kalıyordu. İkinci kişi bu kişinin aksiyonuna ve yönelimine göre bir mizansen ve ifade seçiyor ve donuyor, üçüncü kişi de aynı şekilde kendine bir ifade seçiyordu. Böylece bir tablo oluşuyordu. Tablo birinci kişi tarafından bozuluyor yeni bir sabit mizansen ve ifadeye geçerek tabloya yeni bir anlam yükleniyordu. Bu diğer kişiler tarafından sırayla devam ettiriliyordu. Sunum metninde temsiliyet ve hareket ilişkisine yapılan vurgu ile birlikte düşünüldüğünde bu performansla, her hareketin bir temsile dönüştürülebileceği ima ediliyor olabilir. Bu performans, Björn’ün Oskar tarafından elle müdahale edilerek çeşitli şekillere sokulduğu ve Oskar’ın farklı tablolar oluşturacak şekilde mizansenler kurduğu bölümle devam etti. Özellikle bu noktada mizahi bir etki oluştu. Björn, Oskar tarafından uzun süre sabit ve zor bir pozisyonda bırakıldığından bir noktada artık bacak kasları bedeni taşıyamayacak hale geldi ve Björn yere yığıldı. Bu final, hareketin komutlar ve yönergelerle şekillendirilmesine, “manipülasyon”una bir karşı çıkış olarak algılanabilir.
Performans-sunumun en çarpıcı bölümü Sophie’nin mask kullanımına başvurduğu ve beden ile mask bölgesini birbirinden ayrıştırdığı bölümdü. Sophie bir yandan mümkün olduğunca aynı ritimle ses çıkarmayan ve oldukça yavaş tempoda olan bir alkışlama eylemindeyken seyirci karşısında abartılı bir sevinç gösterisiyle başlayıp önce öfkelenme, sonra korkma, sonra büyük bir üzüntü içinde ağlama, heyecanlanma ve en son sakinleşme aksiyonlarına oldukça yavaş bir şekilde geçişler sergiledi[1]. Geçişlerin yavaşlığı ve aksiyonun netliği ve zaman zaman metronomu değişse de (Sophie sohbet sırasında, aslında aynı ritimde olmasının hedeflendiğini söyledi) sabit bir alkışlama eyleminin bu esnada devam etmesi sahne üstünde güçlü bir etki oluşturdu. Sophie ile konuştuğumuzda bu geçişlere defalarca çalışınca bir noktadan sonra bedenin şartlandığını ve üzüntüye geçmesi gerektiğini zihninden geçirdiğinde bedenin hangi bölgesini kontrol edeceğini düşünmeksizin öncelikle diyaframın kasılmaya başladığını ve bunun ardından kendiliğinden mask bölgesinde oluşan değişimin yaşandığını anlattı. Sophie bir anlamda şartlanma sonucunda bedensel değişikliğin aksiyondaki değişikliğe yol açabildiğini ifade ediyor. Bedenin bölümlere ayrılarak, bu bölümlerde (bu örnekte mask bölgesi ve eller) farklı aksiyonlar ve ritimlerin sürdürülmesi deneniyor. Bunu, bedende aynı anda birden fazla fiziksel aksiyonun yüklenilmesi olarak da ifade edebiliriz. Bu üzerinde durulabilecek bir araştırma denemesi. Özellikle bu süreçte zihnin ve bedenin nasıl işlediği ve birbiriyle nasıl ilişkilendiği üzerinde durulabilir[2].
Sunumda, farkında olsak da olmasak da dans üretiminde ve genel olarak koreografi alanında hep bir dilin içinde hareket edildiğini ve bu yolla bir tür “gerçeğin” inşa (truth construction) edildiğini, doğaçlama anında bile estetik beklentinin farkında olarak bir dilin içinden konuşulduğunu söylüyordu Björn Saftsen. Koreografinin taleplerini fazla iyi biliyoruz diyor. Düşünmeden dans edemeyiz, bunu saf dışı bırakamayız ama temsil etmemeyi deneyebilir miyiz diye soruyor? Jestin de bir temsiliyet (representation) aracı olabileceği düşünüldüğünde, dans esnasında jesti de ortadan kaldırmayı mı hedefliyorsunuz diye sorduk. Björn bunun çok da mümkün olmadığını çünkü eninde sonunda seyirci ile bir iletişim kurmak istendiğini dolayısıyla dans ederken bir ölçüde jeste de, temsiliyete de yer vermek zorunda kalındığını, ancak önemli olanın hareket ederken temsiliyet konusuna eleştirel yaklaşabilmek olduğunu söylüyor. Çeşitli denemelerle fazlasıyla-bilinçli hareket tercihlerini engellemeyi deniyorlar, bunların birkaçını performans esnasında sergilediler. Hatalar oluşturma, beklentinin dışında mimikler ekleme, bedeni seyircinin beklemediği kullanımlara sokma, performans sırasında seyirci tarafından algılanabilecek örnekler. Bazılarıysa belki de nöroloji alanındaki çalışmalarla desteklenebilecek ve deneyerek fark edilebilecek, dışarıdan izlendiğinde tam anlamlanmayan denemelerdi. Örneğin bir performans bölümü için, zihni mekânsal konseptler ile sürekli meşgul ederek bedenin zihinle fazla-bilinçli ilişkisine kısa devre yaptırmayı denediklerini ve böylece bilinçdışı hareketi mümkün kılmaya çalıştıklarını söylediler.
Çalışmalarına önce Forsythe doğaçlamalarıyla başlamışlar. Daha sonra mekânı şekillendirme (sculpturing space) çalışmaları yapmışlar. Önce dili tam olarak öğrenmek sonra bunu yıkmaya çalışmak gerek diyorlar. Nasıl ki bir dili konuşurken bazen dilimiz sürçer hata yaparız bu anlar dilin error verdiği, kısa devre yaptığı anlardır. Aynı şey dans dili için de düşünülebilir diyorlar. Ama genel olarak tüm bunların bir deneme olduğunu söylüyorlar ve bu konuda %100 başarılı olabildiğimizi iddia edemeyiz diyorlar.
Özetle sunu, zihin ve hareket arasındaki ilişkiye dair bazı noktalara dikkat çekiyor ve sorular ortaya atıyordu. Zaman zaman keyifli bir seyirlik performans oluşturduğunu da söyleyebiliriz. Bu etkinlik vesilesiyle haberdar olduğumuz çalışmanın, sonuçlar olgunlaştıkça paylaşılması bu alanlarda araştırma yürütenler için faydalı olacaktır.
Björn Säfsten, Sophie Augot ve Oskar Landström bir süredir birlikte çalışan dansçılar. Björn’ün araştırması içinde birlikte denemeler yapıyorlar ve zaman zaman bazı gösteriler hazırlıyorlar. Sunum içinde Idiots ve Fictional Copies çalışmalarından bazı bölümlere yer verdiler. Bağımsız bir toplulukları yok. İsveç’te devlet kumpanyalarında yer alıyorlar ancak bağımsız çalışmalar için zaman zaman bir araya geliyorlar.
Björn Säfsten’in çalışmalarına www.bjorn-safsten.com adresinden ulaşılabilir.
Ek 1
Aşağıda Björn Stäfsen’in sunum metninin özetine yer veriyoruz:
“İçinde kendimizi hapsedilmiş bulduğumuz gizli sistemlerle ilgileniyorum. Farkında olmayarak yaptığımız sınırlamaları ve dışarıda bırakmaları bir sistem olarak anlamak istiyorum, kültürel bilinçdışını görünür kılmak istiyorum.”
Foucault, “Dışlama Ritüelleri” (Rituals of Exclusion)
Bir koreografinin düşünceden tamamen bağımsız olabileceğini hayal edemiyorum. Hareket konseptleri üzerine düşünmediğimiz anda bile bedenimiz bunu bizim için yapıyor. Beden ve hareketler gizli ya da açıkça ifade edilen konseptlerle oluşuyor. Karar verdiğimiz hareketleri yaparken bile diğer konseptler işin içine girer ve bizi hareket ettirmeye devam eder.
Aynı anda bedenimizdeki tüm hareketlerin farkında olmak mümkün değildir, bilinçaltı tam burada devreye girer, bu aynı zamanda bedeni disipline eden koreografilerin devreye girmesi anlamına gelir. Eğer gizli normatif koreografileri açığa çıkarmazsak, bunların tüm dansı kontrol etmesi riskiyle karşı karşıya kalırız. Bu bizi dansın ve koreografinin temsillerine geri götürür. Nasıl oluyor da dans eden ajanlara, bilinçdışımıza karşı savaşan teröristlere dönüşüyoruz? Peki, devraldığımız hareket mirasının dışına çıkabilir miyiz, nasıl? Hareket ederek zihnimizi kandırabilir miyiz?
Kullandığımız jestlerin yarattığı etkiyi, bizden nasıl koreografiler beklendiğini, kültürümüzün fiziksel beklentilerini, bunların tümünü çok iyi biliyoruz. Bunları kırmamız, değiştirmemiz mümkün mü? En azından bunun normatif bir yapı olduğunu gösterebilir, bazı bariyerleri kısmen yıkabiliriz. Temsilin üretimine meydan okuyacak pratikler geliştirebilir miyiz? Yorulmanın neticesinde oluşan yoğunluk bunu kırmanın bir yolu olabilir mi?
[1] Sunum sonrasındaki söyleşi esnasında, katılımcılardan biri bunun “golf clapping” olarak adlandırıldığını ve İsveç’te yaygın bir kullanımı olduğunu söyledi. İngilizce “Golf clapping” adı verilen bu abartılı derecede sessizce alkışlama eylemi bir şeyi sarkastik bir şekilde destekleme ya da küçümseme anlamına gelebiliyor.
[2] 2012 yazında itki ve fiziksel aksiyon ilişkisi üzerinde durduğumuz bir atölye çalışmasında fiziksel aksiyonun bu çeşitlemelerinden bazılarını denemiş ve Sophie’nin denemesine benzer örnekleri “parçalama” olarak adlandırmıştık.
Banu Açıkdeniz / Mimesis Haber