Günümüzün politik gündemine dair teatral bir üretim yapmak üzere 2010’da Britanya’da doğan ‘Theatre Uncut’ projesinin İstanbul ayağı için şubatta altı yazar DOT’un ev sahipliğinde buluşmuştu. Berkun Oya, Hakan Günday, Derem Çıray, Ayfer Tunç; İngiltere’den oyun yazarları Davey Anderson ve Stef Smith, projenin yaratıcılarından Hannah Price’ın moderatörlüğünde bir hafta boyunca çalışıp evlere dağıldı. Gezi ve sonrasında yaşananların başköşeye oturduğu çalışmadan doğan altı kısa oyunun ilk okuması bugün itibariyle ‘Makas Oyunları, İstanbul Kısa Oyunlar Projesi’ adıyla Tiyatro Festivali’nde yapılacak. Ekiple şubattaki atölye çalışması esnasında bir aradaydık…
Nasıl geçiyor atölye çalışması?
Berkun Oya: Birlikte geçen vakit çok planlı bir araştırmanın değerlendirilmesi gibi de oldu. Ülkedeki son dönemi ve Gezi sürecinden başlayarak ve daha genel anlamda yabancı konuklarla Türkiye tarihini adeta biraz çalışarak geçti. Sanıyorum onlar sürekli şaşırma hali içerisinde. Bizim için normalleşmiş olan her şey onlar için apayrı şaşırma sebebi olabiliyor.
Gezi Direnişi’yle gördük ki hayat, sanatı fena halde alt etti. Protestolar, bireysel eylemler, yazılamalar vs. son derece yaratıcı. Artık herhangi bir sanat işinden etkilenmek zorlaştı. Sizin açınızdan durum nasıl?
Berkun Oya: O zorlaşmaya avantaj gibi bakmalı. Gezi’nin enerjisinin üzerine çıkabilecek bir enerji yaratmak ne kadar mümkün bilmiyorum ama yapmaya çalışmak bile iyi bir yol.
Hakan Günday: Hikâye dinlemekten, izlemekten, okumaktan beklentiniz şaşırmaksa bunun gerçek hayatı yakalama ihtimali zaten yok. Bana sorarsanız hikâye anlatmanın temel işe yarayan taraflarından biri, anlatan ve dinleyen için anlamaya çalışmayı mümkün kılabilmek. Bunlar şaşkınlıktan ziyade, önünüzdeki bulutun içinden biçimler görüp, onların üzerinden kalemle geçmeye çalışmaktır.
Ayfer Tunç: Bu ortak çalışma olmasaydı, bu şekilde bir düşünme biçimini geliştiremezdim. Genellikle yaşadığımız ortam üzerinden düşünmeye başlayan biri değilim. Ezeli meselelerim, bir atmosfer anlayışım var, onlar üzerinden yazıyorum. Bir de şu var: Olaylar yaşanır ve toplumsal hafıza bunları kaydeder. Ama bunlardan süzülmesi gereken bilinci oluşturan şey, sanat… Böyle zamanların içerisinde böyle bir çalışma yapmak, gelecekteki toplumun bilinçaltına malzeme koymak demek. Bu çalışma, yaşananlar için sanatsal bir zemin oluşturacak.
Derem Çıray: DOT projeyi öyle güzel bir zamana denk getirmiş ki isteseler yapamazlardı. Biz de şanslıyız, İngiltere’den gelen arkadaşlarımız da… Sevdiğim yazarlarla çalışmak ufkumu açtı. Gezi sürecini yeniden yaşamış gibi oldum. Fark ettim ki üzerinde düşünmediğim farklı bakış açıları var Gezi’ye dair. İngiliz arkadaşlarımızla dışarıdan bakmış olduk.
Atölyede nasıl bir yöntem izlendi?
Ayfer Tunç: Birinci gün bir tür zihinsel çözümleme yaptık. “Paylaşmak istedikleriniz nelerdir?” dedi, çıkanlar duvara asıldı. Ardından Çiğdem Anad geldi, bize Gezi’nin basın kanalını anlattı. İkinci gün sosyolog Nazlı Ökten sosyal ve siyasal tarih bilgisi verdi, onun sosyolog yaklaşımıyla belirlediği noktalar vardı. Avukat Can Atalay da Gezi’nin içinden örnekler anlattı. Kendi aramızda da bu olguları konuştuk.
Dünyanın sokaklarında da sürekli bir isyan hali var. Farklı kentlerden insanların korkularını aşıp sokaklara dökülmesini nasıl görüyorsunuz?
Hakan Günday: Muhteşem… Temelleri sizden önce atılmış bütün kavram, kurum ne varsa, bunlar hakkında size en ufak bir fikir sorulmamışsa ve size ilk nefesinizden sonra “Buyurun işte bu dünya, burada yaşayacaksınız, siz gelmeden evleri çizdik, okulları belirledik, her şey belli” dendiyse ve o çizilen yerlere sığmamaya başladıysanız… Ve insanlık denilen tarihin, haberleşmenin en kolay yapıldığı dolayısıyla çok rahat suç ortağı bulabileceğiniz dönemine denk geldiyseniz, normalde tanımadığınız kişilerle aynı meydanda aynı saatte toplanabilirsiniz. Birbiriniz sayesinde o kadar bir araya gelebilirsiniz ki orada korkuya yer kalmaz.
Türkiye’deki güncel politik durumla ilgili bir dolu şey duymuşsunuzdur… Geldikten sonra ne değişti?
Davey Anderson: İngiliz basınında gördüklerimizden, olanları biraz biliyorduk. Başbakan’a tepki duyulduğu gibi bilgilerimiz vardı ama gelince işlerin daha komplike olduğunu gördük. Ama daha önemlisi artık burada olanlar umurumuzda.
Hannah Price: Normalde ulaşamayacağımız kişilerden gerçekten neler olduğunu dinledik. Yazarlarla buluşmuş olmamız da çok önemli. İnsanların nasıl hissettiğini öğrendik. Başka birinin politik dünyasına dâhil olduk.
Stef Smith: Parka gittik, fotoğraflarda gördüğümüz yerde olmak çok önemliydi. Ve tabii Gezi’ye dair her şeyi bilemeyeceğimizi de anladık…
Dünya sokaklarında isyanın sesi bu kadar yükselmişken bunu kâğıda dökmeye çalışmak nasıl bir duygu?
Hannah Price: Tiyatronun en iyi yaptığı şey, bir sürü insanın aynı anda empati kurabileceği anlar yaratmaktır. Her şey değişiyor ama seyircinin perspektifi de o belirli anda değişiyor. ‘Hayatın sanatı yenmesi’ konusunda endişelenmiyorum.
Davey Anderson: Dünya daha performatif bir yer haline geliyor; sokak, tiyatrodan etkileniyor. Sokağın daha sanatsal olması çok güzel… Tabii insanların bir tiyatro oyununa gitmek ya da bir protestoya katılmak arasında seçim yapması gereken anlar da olacaktır. Belki oyundan çıkıp bir protestoya katılmak isteyecekler… Tam da bu yüzden tiyatro bence şu anda en canlı sanat formu… İnsanlardan gelip bir şeye tanıklık etmesini istemiyoruz sadece; “Gelin, bu işi bizimle yapın” diyoruz. Sahnede, yazdığımız sözleri söyleyecek sanatçılar olacak ama siz de birer performansçı olabilir, farklı mekânlarda sözünüzü söyleyebilirsiniz. Amacımız bir iş satmak değil, insanları bizimle sanatsal bir projeye dâhil olmak üzere cesaretlendirmek.
Stef: Bir odada oturup fikirler üzerine konuşan insanların yaptığı da bir tür aktivizm bana kalırsa…