Anlamadığını İtiraf Etmek Erdemse: Ne Yaptıysak Nafile…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

19. İstanbul Tiyatro Festivali’nde ilk olarak geçtiğimiz cuma günü Polonya edebiyatının ödüllü yazarı Dorota Maslowska’nın (1983) yazdığı, 2009 yılında Berlin’de Schaubühne am Lehniner Platz’da galasını yapan “Ne Yaptıysak Nafile…” başlıklı oyunu izledik. TR Warszawa yapımı olan eseri, klasik tiyatro yapıtlarını cesur uyarlamalarıyla ünlenen Grzegorz Jarzyna (1968) yönetmiş ve 10 oyuncu rol almıştı.

Tanıtımlarda, Dorota Maslowska’nın popüler kültür ve ulusal stereotiplerden (Sözcüğü, diğer insanları içine yerleştirdiğimiz kategoriler anlamında kullanıyorum), reklamların, dergi ve günlük gazetelerin yalan dolu dilinden yola çıkarak oluşturduğu metnini; Grzegorz Jarzyna’nın dünyanın korkunç gerçeğine dönüştürdüğü yazılmıştı. Keza, Yönetmen Grzegorz Jarzyna’nın “Ustaca bir hokkabazlıkla gerçek dışı olgularla istediği gibi” oynadığı da tanıtımlarda ifade ediliyordu.

Magdalena Maciejewska’nın Sahne Tasarımı

Oyun sonundaki izlenimime göre, yazarı ve dolayısıyla yönetmeni, tiyatroyu yeni sanatsal seviyelere çekme girişimlerinden dolayı alkışlamamak mümkün değildi. Tekstin, rejinin yanı sıra Magdalena Maciejewska’nın sahne tasarımıyla teknik açıdan sınırların zorlandığı da belliydi.

Kavramsallık, soyut ve fantezi…

İlginç öyküler…

Estetizm ve çok sayıda alıntı…

Diğer taraftan, Eleştirmen Agnieszka Tszyñska’dan öğrendiğimize göre, Polonyalı eleştirmenlerin saptadığı: “… Türlü edebi yaklaşımların karışımına dayalı olarak ikame bir üretim, alçak uçuş gerekliliğini lanse eden sanatsal edebi bir akım yaratma” çabası, anlamamış olsam da alkışlanmayacak gibi değildi,  alkışladım.

Apayrı Dillerde Konuşan Karakterler

Oyundaki karakterler aynı aileye mensup farklı kuşaklardan kadınlardı.

Biri, anneannesine eziyet etmesinin dışında bir de (Oyunda Varşova’nın yıkıntılarını simgeleyen) “pikselleri (Yüm sayısal, yani dijital görüntülerin en küçük parçası olan üçlü nokta  grubu) kurcalayan”, hatta İnternet’ten indiren Küçük Metal Kız.

Diğeri, dünyanın en büyük üçüncü perakende grubu olan Tesco’nun bültenlerini okuma “müptelası” ve de “yük taşıma paletlerinin mağazalarda klasik fiziksel yöntemlerle taşınması uzmanı” Küçük Metal Kız’ın annesi Bayan Halina.

Bir başkası ailenin büyüğü, sürekli olarak gençliğindeki 2. Dünya Savaşını anımsayıp duran Tekerlekli Sandalyedeki Gamlı Yaşlı Kadın.

Kadınlar, eski bir apartmanın giriş katındaki tek oda olduğunu anladığımız evdeydiler; birbirlerine yakındılar, ama farklı gerçeklikler içinde yaşamaktaydılar. Hatta   Agnieszka Tszyñska’nın dediği gibi, apayrı dillerde konuşmaktaydılar.

Örneğin Tekerlekli Sandalyedeki Gamlı Yaşlı Kadın karakteri: “Çamçak balığı tutardık, ufacık, ufacık, yaban; tez canlı mübarekler böyle böyle didişip avuçlarımızı gümüşi, yağlı pullarıyla pul pul yaparladı” diyor, Küçük Metal Kız: “Sen ne diyorsun be anneanne, biz şimdi genelde kapuş tutuyoruz. Senin anlayacağın, çürük kaput… Ama bir de bir kaçış kaçıyorlar, bir atılış atılıyorlar ki! Oğlanlar gülüyor; benimse, her gün kaç potansiyel açıkgöz minik Polonyalının var olmanın direğinden döndüğünü düşündüğümde kanım tepeme çıkıyor (Çeviri: Osman Fırat Baş).”

Varlık Ya Da Varoluşun Temel Kategorisi

Gene Agnieszka Tszyñska’nın dediği gibi oyun: “… Kahramanların anlattıkları kopuk kopuk monologlar…”dan ibaretti, dolayısıyla anlaşabilmeleri (Dolayısıyla izleyicilerin de anlayabilmeleri) olanaksızdı. Halina, Bozena ile çöplükte bulunmuş “Senin İçin Değil” dergisini okur ve de tatile nereye “gitmeyeceklerini”, bahar aylarında hangi giysileri “giymeyeceklerini”, hangi kozmetik ürünleri “almayacaklarını” tartıştıkları 2. Tablo ve sonrasındaki absürtlükler, Ionesco’yu çağrıştırmaya başladı. Banal mi banal durumlarla komik mi komik durumlar, ölüm ve trajedi arasına sığıştı, sıkıştı. Olumsuzlama derinlere kaydı, gerçekliğin temel sorununa  “varlığa” tosladı. Varlık ya da varoluş ile bunların temel kategorileri bilinçli olarak birbirine karıştırılmıştı.

Grzegorz Jarzyna, giderek Dorota Maslowska’nın yazılı metninden tiyatroyu bireyin saplantılarının, karabasanlarının ve kaygılarının aracı olarak kullanmayı amaçlamaya başladı. Politik ideoloji ve Baltık Denizi’nde, bataklıklarla kaplı sığ bir lagün olan Vistül kıyısındaki ülkeyi yurt edinmiş insan topluluğunun ezilmişlik ve haksızlığa uğramışlık duygularını biçimlendirmek istedi. Oyunun yaratıcıları, açıkça gerçeğe ve üstü kapalı olarak da gerçekliğe karşı çıkmayı hedeflemekteydi. Sözcüklerin anlamsız, insanlar arasındaki tüm iletişimin olanaksız olduğunun açıklanmasına girişildi.

Dorota Maslowska’yı Kutlamam Gerekirdi

Oyunun sonuna varıldığında, Gencecik Yazar Dorota Maslowska’nın geçerli bir kişisel bakış sunduğunu kabullendim.

Gelgelelim, oyununu hemen önümdeki sırada izleyen yazarı, bilinçli bir gerçek karşıtı olduğu, dil yoluyla iletişimin olanaksızlığını savunduğu için kutlamaktan nedense çekindim.

Ben, insanın kendisini anlaşılır kılmasının fevkalade güç olduğunu söylüyor, ama kesinlikle olanaksız olmadığını savunuyorum.

Dorota Maslowska’yı bu nedenle tebrik etmedim.

Ne yalan söyleyeyim, oyun ve oyunculuk da beni havalara uçurmadı.

“Oyunu beğenmedim/sevmedim” ukalalığına girişmedim, “anlamadım” deyip geçiştirdim.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla