Levent Soy
Kibir…
“Şımarıklığı bırakın artık” cümlesi ile, anayasal olarak garantiye alınmış olan ‘toplantı ve gösteri yapma hakkı’m idari olarak engellenirken, bir de kendini herkesin babası zanneden kibirli muktedirden fırça yemiş olunca, 1 Mayıs’ı sokaklarda geçirme isteğim şiddetlendi. Akabinde örgütlendik, 5 kişilik müthiş bir örgüt. Amaç sabah 11:00’de Mecidiyeköy’de buluşma.
Çıkmak ya da çıkmamak…
Sabah 09:30 alarmı çaldığında, sosyal ve antisosyal medya ilk müdahalelerin haberleri ile dolmaya başlamış. Kim bilir benim gibi niceleri bu saatlerde henüz evde ve çıkmak ya da çıkmamak arasında ikilemde. Ya “bugün hiçbir şeye izin verilmeyecek” diyerek evde kalınacak ve twitter takip edilecek, ya da “herkes böyle değil de şöyle düşünürse şu an sokaklarda olanlarla birlikte daha güçlü oluruz” diyerek TT (trend topic) olunacak.
Taksiii.. Mecidiyeköy lütfen
Hoops. Zincirlikuyu mezarlığı önü. O ünlü “her canlı bir gün ölümü tadacaktır” yazısını aşamıyor araçlar. İlerisi karambol. Taksiden iniyoruz mecburen. Bayağı bir kalabalık var. Ve maslak yönünden yürüyerek gelen insanlar. Kalabalıklaşıyoruz.
Levent – 4 Levent arası artık beş dakika
Hani metroya binsek indisi bindisi 10 dakika sürer. Macera dolu bir koşuyla, hem de arada kapsülden kaçma, siper alma, eğilme kalkma vs ile birlikte 5 dakikada 4 Levent metro durağındayız. Aslında o Zincirlikuyu kavşağını hiç kaptırmayacaktık. Kötü oldu. Kaptırmasaydık oradan yürürdük.
Akşamüstü trafik normalleşmiş!
Yemek yerken haberler Mecidiyeköy’de yolların açıldığını trafiğin normalleştiğini söylüyor. O halde metro da açılmıştır diyerek Levent metroya iniyoruz. Nayn! Aynen geri çıkıyoruz. Hala Hacıosman, Osmanbey’den daha muteber. Tabanvaya yükleniyoruz biz de. Üstelik örgütümüz katılımlarla 8-10 kişiye yükseldi. Birlikten kuvvet doğar.
Yollar yürümekle aşınmaz
Zaten aşındıran aşındırmış yolları bizden önce. Zincirlikuyu – Mecidiyeköy arası tümüyle terk edilmiş, sadece işgal kuvvetleri tadında üniformalı ve sivil polisler var ortalıkta. Bölgeyi fethetmiş bir eda ile serilmişler kaldırımlara. Biz de gayet sivil/rahat tavırlarla bir bahar gezintisi formatına geçtiğimiz için pek bir şey demeden bakıyorlar. Toma sidiği birikmiş sağda solda, kırmızı renkli kokusuz. Yüzer metrelik aralıklarla sabah kitlelerin geri çekilirken durakladıkları noktaları anlamamak imkansız. Yerlerdeki taşların ve kenara itilmiş cılız barikat malzemeleri artıklarının dili var, anlatıyor olanları.
Yine Taksi, yine Taksim
“Dünyanın bütün işçileri birleşin” lafını üzerlerine alınmış olan dünyanın bütün polisleri birleşmiş bu noktadan itibaren. Biz de Mecidiyeköy’den sonra bu Birleşik Polisler Devleti hudutlarını aşamıyoruz. Taksiler çalışıyor fakat. Gayretkeş taksi şoförümüzün sayesinde bir yılan gibi kıvrılarak Şişli’den Dolmabahçe’ye oradan Tophaneye ulaştık. Yol boyunca ara sokaklarda bile öyle değişik girişleri kapatmış ki polis, gerçekten yol almak bulmaca gibi oldu. Buradan İstanbul haritası üzerinde ulaşımı var gibi gösterip nasıl yok ederim diye çalışan ve de oldukça başarılı olan tüm polis şeflerine selamımı gönderiyorum.
Sınırı geçmek!
Tophane’den Galatasaray’a çıktık yürüyerek. Yolda güneşin altında gevşemiş bir grup genç faşist “bize de bir iş çıkmadı bugün” şeklinde oturuyordu. Belli ki hevesleri kursaklarında kalmış. Galatasaray postanesinin önünde polis barikatı. İstiklal Caddesi’ne giriş yok. Sonra “sadece karşıya geçecekler” diye sesleniyor polis. “Biz” diyoruz. En azından karşıya geçip bir çay içelim. “Öndeki sırayı takip edin” diyerek alıyorlar bizi barikatın arkasına. Resmen kafile ile hudut geçiyoruz. Karşı tarafta (İngiliz Konsolosluğu tarafı) yediğim içtiğim bana kalsın. Ama ortalık bomboş, polis kitlelerinin dışında turistler dolanıyor, onlar da şaşkın şaşkın etrafa bakıyorlar. Dükkanların yüzde sekseni kapalı zaten. Gerçekten 1 Mayıs olayları yüzünden Taksim esnafı kan ağlamış, adam haklı yahu!
Alçak Mavi!
Saat ilerlediği için Balık Pazarından İstiklal Caddesi’ne çıkabilir miyiz acaba diye ümitleniyoruz. Belki açmışlardır artık. Yine Nayn! Balık Pazarı ağzındaki barikatta iki turist var. Bir sivil polis onlarla İngilizce konuşuyor. Diğer polisler gülümseyerek İngilizce bilen sivile “ne diyor?” vs. Baktım, turistler caddeye çıktı, bir de birkaç kişi daha var caddede, hemen yükleniyorum sivile: “O caddede gezenler hep polis ya da turist mi? Bak o karşıdaki ‘Mavi’ (kotçu) da açık. Öyleyse kim alışveriş yapıyor o mağazadan?” İyi yerden yakaladım. Zaten caddedeki tek açık mağaza o, tam da karşımda. “Yok arkadaşım biz de temizlik yapıyoruz zaten dükkanda” diyor sivil. Nasıl ya, ne temizliği, siviller ne temizliği yapıyor… Anaaam, eleman sivil değilmiş, Mavi’nin çalışanıymış. İngilizce biliyor diye polislere yardım ediyor turistleri ayırmakta. Özel not: 1 Mayıs İşçi Bayramı resmi tatilinde, işçilerini fırsattan istifade temizlik yaptırarak çalıştıran o Mavi mağazasını (balık pazarının karşısı) kınıyorum. Bi daha da gitmem.
Passport!
Dönüş zamanı. Bu kez Galatasaray’dan Tophane istikametine geçiş yapacağız yine kafile halinde. Önümüzde bir grup var caddeye girmek isteyen. İngilizce konuşuyorlar, fakat hudut polisi yemiyor, soruyor: “Passport?”
Son sözler:
Valilik titiz bir çalışmayla Taksim merkezli dairesel hatlarla İstanbul tarihinde görülmemiş bir savunma taktiği geliştirmiş bu 1 Mayıs’ta. Şişli’de olan Şişli’de, Zincirlikuyu’da olan Zincirlikuyu’da, Beşiktaş’ta olan Beşiktaş’ta kaldı değil. Bu noktalarda buluşmayı da sekonder hatlarla engelledi. Mahalle araları bile kesildi, Tomalar yerleştirildi. Ve tabii şehir dışından getirtilen araçlar ve elemanlar sayesinde çok zengin bir kadroya sahip. Bütçe sıkıntısı da olmadığı için eldeki araçları, kapsülleri, mermileri çok bol ve etkin kullanabiliyor.
Türkiye Cumhuriyeti, kendi hudutları içindeki bir caddeye sadece pasaport sahibi turistleri alıp, T.C. vatandaşlarını almayarak bir ilke imza attı.