[Ece Saruhan’ın Ülkü Duru, Musa Uzunlar ve İşdar Gökseven ile yaptığı ve HABERTÜRK’te yayınlanan söyleşisini paylaşıyoruz.]
Hanoch Levin’in yazdığı, Kerem Ayan’ın yönettiği oyunda Leviva’yı Ülkü Duru, Yona’yı Musa Uzunlar canlandırıyor. İşdar Gökseven ise çiftin gece vakti evlerine gelen bir dostları rolünde. Kara mizah tarzındaki oyunu hayattan ne isteyip ne istemediğim üzerine düşünerek izledikten sonra, bir araya geldim onlarla. Üçü de sahnede su gibi. Tekstin samimiyeti onlarınkiyle birleşince insan oyunun bir parçası gibi hissediyor kendini. Sohbetimiz sırasında da başrol samimiyetindi.
Oyun hem güldürüyor hem de evliliğe yakılmış bir ağıt niteliği taşıyor. Bağlılık, sürekli tekrara düşme, hayatı ıskalama gibi pek çok şeyi irdeliyor. Bana “Evlilik böyle bir şeyse almayayım” dedirtti…
Ülkü Duru: Böyle düşünme çünkü her evlilik oyundaki gibi değil! İşdar ile ben 1990’da tanıştık, 1992’den beri de evliyiz. Eğer 2 kişi de kendi alanlarını yaratabiliyorsa evlilik güzel bir şey. İşdar ve ben her zaman birbirimizin zevklerine, yaşam biçimine, dostlarına saygı duyduk. Birbirimize alan tanıdık. Eğer karşındakine alan tanımıyorsan evlilik esarete dönüşüyor.
İşdar Gökseven: İnsan onunlayken mutlu olduğu, hayatı onunla paylaşmaktan keyif aldığı için hayatını bir yabancıyla sürdürür. Bizim evliliğimiz için bu durum geçerli ama oyunda anlamamın mümkün olmadığı başka türlü bir tablo var.
Ü.D.: Evlilikte sıkıntı yaratan başlıca şey tarafların sürekli kendilerini tekrarlaması. Kişinin kendini yenilemesi lazım. Bu, ilişkiye yansır. İnsan özellikle yaşlandıkça tembelleşiyor. Oysa her yaşta yeniliğe açık ve meraklı olmalıyız. Kendimizi de ilişkilerimizi de sürekli şarj etmeliyiz. Bu sadece sevgililikte ya da evlilikte değil, dostluklarda da böyle olmalı. Hayat çok kısa. Oyunumuzun yazarı hayatın sadece sıkıntıdan ibaret olduğunu söylese de bence hayat güzel geçirilmesi gereken bir zaman dilimi. Hayatın hakkını vermeliyiz.
Musa Uzunlar: Ülkü’ye katılıyorum. Yaşamak denen bu zahmetli işi sürdürürken hayatımızdan memnun değilsek sürekli aynı şeyleri yapmaktan vazgeçmeliyiz. Başka bakış açıları geliştirmeliyiz.
‘Hayatı Dolu Dolu Yaşamalıyız’
Oyunda ölüm korkusuna da gönderme var. Çoğumuz ölümden korkarak yaşıyor ama yaşamı ıskalamaktan korkmuyoruz. Bu, garip bir çelişki değil mi?
M.U.: Bence ölüm korkusu, yaşamadıkları şeyler olanların kapıldığı bir korku. Hep eksik kalanların korkusu. Doğduğumuz andan itibaren ölüm zaten var. Hayatı dolu dolu yaşayanda ölüm korkusu olmaz.
Ü.D.: Ölmekten korkmak yerine her güne “Dolu dolu yaşayacağım” diyerek başlamak gerekiyor. Güzel geçirilmiş zamanlar insanı kaliteli kılar. Bir de sevdiklerimize sevgimizi söylemeliyiz. Bunu duymak insana iyi geliyor, enerji veriyor.
‘Okul Günlerimize Geri Döndük’
İnsanların çoğu kendilerini sevmiyor, doğal olarak başkalarını da sevemiyor. Bence oyunda bahsedilen yalnızlığın ve geçmek bilmeyen baş ağrısının başlıca nedeni bu…
İ.G.: Tam da bu noktada sanatın önemi ortaya çıkıyor. İnsan bir sanat dalıyla ilgilenince kendini daha iyi tanıyor, kendiyle barışıyor. Hayattan daha büyük keyif alıyor, bu keyfi başkalarıyla da paylaşıyor.
M.U.: Kendiyle barışık insan kendini çok fazla hatırlamaz. Kendiyle problemi olan insan sürekli kendini hatırlar. Mesela bir iş yaparken insan kendini unuttuğunda o işin güzelliği ortaya çıkıyor.
Ü.D.: Aynen öyle! Mesela biz bu oyunun provalarında okul günlerimize geri döndük. Okuldaki gibi hem çok sevişerek hem de çok didişerek çalıştık. Gerçekten çok eğlenceli bir prova süreci geçirdik.
‘Sahnedeki Hepimizin Hikayesi’
Seyirci de bu eğlenceye ortak oluyor. Benim izlediğim gün arkamda şehir dışından gelen bir genç vardı. “Devlet Tiyatrosu’nun bütün oyunları böyleyse, hepsini izlerim” dedi…
Ü.D.: Ne güzel, bir seyirci kazandırmışız tiyatroya. Yazar kadını da erkeği de çok iyi çizmiş. Oyun, orta sınıftan bir çiftin evliliğini anlatsa da aslında hikâye hepimizin hikâyesi.
M.U.: Yazarı alkışlamalıyız çünkü evrensel bir dil yakalamış. Tekstin her yerinde samimiyet var. Her yaş grubundan seyirci kendinden bir şeyler buluyor.
‘Şöhret ve para altyapı ister’
Oyunda Yona karısına dış görünüşüyle ilgili ağır laflar ediyor. Kadına et parçası muamelesi yapılması da, kendini böyle pazarlayan kadın da çileden çıkarıyor beni…
İ.G.: Benim için geçerli değil ama çoğu erkek hükmedebileceği kadını tercih ediyor. Bir de biz bir kızın elini tutmak için günlerce beklerdik. Günümüzde her şey çok kolay elde edildiği için çok da çabuk tüketiliyor.
Sanatçı olarak nitelendirilmek de çok kolay günümüzde…
İ.G.: Evet, halkımız herkesi çok çabuk sahiplenip havaya sokuyor.
Ü.D.: Çok çabuk beğenilen insanlar da çok çabuk hak etmedikleri bir şöhrete ve paraya sahip oluyor. Para ve şöhret; karakter, eğitim ve görgü açısından altyapı ister. Bu kadar çabuk gelen şöhreti ve parayı taşımak zor. Çoğunluk, “Ben neymişim be” havasına girip taşıyamıyor. Seyirci zor beğenmeli, kaliteli olana yönelmeli.
‘Ülkemizde sanat ve sanatçılara verilen değer bizi mahvediyor’
Tiyatronun üzerinde TÜSAK yasa tasarısı ile iyice ayyuka çıkan bir baskı var. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Ü.D.: Geçtiğimiz günlerde Ses Tiyatrosu’nda bir bildiri okundu. Bildiriyi okuyanlar arasında Genco Erkal, Ferhan Şensoy, Rutkay Aziz, Gülriz Sururi gibi isimler vardı. El üstünde tutulması gereken bu insanlar “Tiyatromuzu kapatmayın” diye bildiri okuyorlar. Bu bana o kadar koydu ki! Bu mudur bu insanların değeri? Ülkemizde sanata ve sanatçılara verilen değer beni mahvediyor.
İ.G.: Beni de! Seyirciye de büyük rol düşüyor. İnsanlar devletin tiyatrosunun, balesinin, tiyatrosunun kapatılmasını istemiyorlarsa tepkilerini göstersinler. Sadece bizim bağırmamızla olmaz! Devlet Tiyatrosu’nun kapatılmasına hep birlikte karşı çıkmalıyız.