TÜSAK Gelirse Opera Bale Tamamen Yok Olur

Pinterest LinkedIn Tumblr +

fft81_mf2085174[Klasik müzik portalı Andante’nin Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bali’nin Radikal gazetesinde yayınlanmış; Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen ile TÜSAK gündemli söyleşisini yayınlıyoruz]

Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) yasa tasarısı, sanat kurumlarımız ve sanatçılarımızın üzerine bir karabasan gibi çöktü. Neden kültür-sanat üretiminde bulunmak isteyen herkese fon dağıtmak için kurulduğu söylenen TÜSAK uğruna sanat kurumlarımız feda edilmek isteniyor? Hükümetin herkesten gizlediği başka bir amacı mı var? TÜSAK tartışmalarını, ülkemizin en önemli sanat otoritelerinden biri olan ve bu taslak yasalaşırsa kapısına kilit vurulacak kurumlardan birinin başında bulunan Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen’e sorduk.

TÜSAK yasa tasarısından ilk olarak ne zaman haberdar oldunuz? Bakanlık bürokratları tarafından tasarı hakkında diğer müdürlerle birlikte siz de bilgilendirildiniz mi?

Sanat kurumları ile ilgili yapılanma ve yeni düzenlemeler arayışı, son birkaç yıl değil 20 hatta 30 yıl öncesine dayanır. Aslında benim inancıma göre her kurumun kendisini zamana göre ayarlaması, içinde bulunduğu şartlara göre sürekli değişim anlayışı içinde olması gerekir. Göreve geldiğim 2007’den beri Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nde mevcut mevzuat çerçevesinde gerçekleştirilebilir birçok düzenleme yaptık. Bunların hepsi ülkemiz koşullarını ve toplumsal değerlerimizi gözeterek sanat kurumlarımızda daha dinamik ve verimli bir çalışma ortamı yaratabilme amacıyla yapıldı. Ancak kamuoyuna TÜSAK kısa adıyla yansıyan taslak maalesef bizim hiç bilgimize başvurulmadan, görüşlerimiz alınmadan tasarlandı. Böyle çalışmaların doğru sonuçlar vermeyeceğini her zaman ifade ettim. Katılımcı, değişik görüşlerin yansıyabileceği, uzmanlığa ve liyakata değer verilen yaklaşımlarla doğru sonuçlara varılabilir. Bu, maalesef gerçekleşmemiş, Türkiye’de müzik ve sahne sanatlarıyla ilgisi hiç olmayan kişiler bu yasanın hazırlayıcısı ve savunucusu. Ben yasayla ilgili resmi olarak ilk defa 3 Ocak 2014 tarihinde diğer genel müdürlerle birlikte bilgilendirildim ve o toplantıda yasanın çok güzel şeyler getiriyormuş gibi sunulmasına karşın son derece önemli mahzurlar taşıdığını açık dille ifade ettim.

Yasa tasarısı önünüze gelip de okuduğunuzda tepkiniz ne oldu? O sırada bakanlık nezdinde girişimlerde bulunup görüşlerinizi dile getirebildiniz mi?

Maalesef aradan geçen 3 aya yakın sürede görüşlerimin dikkate alınmadığını görüyor ve üzülüyorum. Çünkü bu tür düzenlemelerde yıkıcı değil yapıcı yönde düşünmek ve yarınları öngörebilmek gerekir. Sanat kurumları süreklilik ve birikimle oluşturulan deneyime dayalı olmaları bakımından, oluşabilecek zararların telafisi asla mümkün değildir. Biz gerçek anlamda sanatı desteklemek istiyor muyuz? Eğer bu soruya samimi bir şekilde “evet” yanıtını veriyorsak, Türkiye Sanat Kurumu yasa tasarısının bunu sağlamayacağını bilmemiz gerekiyor. Çünkü bu yasa tasarısının siyasi erke bağımlı, güdümlü ve onun yanında ülkemiz ve dünya koşullarında açıkça örnekleri görülen popülist yaklaşımlara yol açacağı ve Türkiye’de bugüne kadar oluşmuş sanatçı potansiyelini eriteceği aşikârdır. Ancak yasa tasarısıyla ilgili sayın bakanımıza sunum yapabilme olanağımız olduğu takdirde hayali kurulan oluşumun ne kadar büyük zararlar verebileceği konusunda kendisine endişelerimizi aktarabileceğiz.

Hükümet neden devlete bağlı sanat kurumlarının çağın gerisinde kalmış, aksayan taraflarını -sizin de talebinize uygun olarak- revize etmek yoluna gitmeyip hepsini kapatma yoluna gidiyor?

Sanat kurumlarımız dış dünyaya açılan ulusal vitrinlerimizin markalaşmış değerleridir. Bu da on yıllara hatta yüzyıllara dayanan bir birikim gerektirir. Yeniden yapıp yapamayacağınız meçhulken, var olan marka değerlerini yok etmek, hayalci birtakım yaklaşımlarla Türkiye’de müzik ve sahne sanatlarının daha özgürleşeceğini söylemek, maalesef bir ‘distopya karanlığı’ gibi sanat kurumlarımızın üzerine çöktü.

Tasarı yasalaşırsa, Türkiye’de bundan böyle sadece CSO, Ankara Devlet Opera Balesi, Ankara Devlet Tiyatrosu türünden birer kurum devlete bağlı olarak yaşamayı sürdürecek, geri kalanlar tarihe karışacak mı demektir?

Tasarının beni en fazla tedirgin eden bölümü, bireysel veya şimdi görevde olan sanatçılarımızla ilgili değildir. Sanat dallarının 10-15 yıl sonrası ve gelecekte toplumumuza nasıl bir kültür ve sanat ortamı bırakacağımız ile ilgilidir. Endişelerimin odağında, istihdam alanları daraltılmış bir sektörde genç ve yeni elemanlara iş olanakları son derece sınırlandırılmış yapılar sunacak olmamız yatıyor. Bu gelişme, sanat ve sahne işçiliği alanlarına büyük bir darbe indirecek, sanat kurumlarının ve özellikle de opera-bale alanlarının meslek olma niteliğini ortadan kaldıracaktır. Halbuki, 1924 yılında Atatürk ’ün direktifiyle CSO’nun Ankara’ya gelmesi ve Musiki Muallim Mektebi’nin kurulmasıyla başlayan, müzikte en ileri teknolojileri öğrenme ve evrensel çapta yeni Türk müziğini yaratma çabaları, aradan geçen 90 yıl içinde başka hiçbir ülkede görülmemiş büyük bir başarı kazanmıştır.

Bakanlığın düzenlediği istişare toplantısında TÜSAK aleyhinde konuşurken “Başarısız olan birileri varsa bu kişiler biz idareciler ve siz siyasetçilersiniz, sanatçılarımız asla başarısız değildir” sözlerini sarf ettiniz. Kastettiğiniz neydi bu sözlerle?

Opera-balelerimiz, senfoni orkestralarımız, tiyatrolarımız hiçbir üçüncü dünya ülkesiyle karşılaştırılamayacak başarılar kazanmış ve yurt sathında yaygınlaştırılmıştır. Bu süreçte Türkiye’de her kurumun yaşamış olduğu dengesiz gelişme, sanat kurumlarımız için de zaman zaman geçerli olmuştur. Ancak bu, doğrudan doğruya siyasetçilerin müdahaleleri, bilgisiz bürokratların talepleri ve yetersiz yöneticilerin beceriksizlikleri sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Ama sanat kurumlarımız ülkemizin diğer devlet kurumlarından daha hantal bir yapı asla oluşturmamaktadır. Ancak ne yazık ki sanat kurumları, toplumların bugününe ve hatta yarınlarına değil, 50-100 sene sonrasına yapılan yatırımlar olması açısından siyasetin ve bürokrasinin günah keçisi olmaktadır. Bu bakımdan, haksız yere yaratılan günah keçisi, sanatçılar ve sanat kurumları değildir. Yapılan yanlışların sorumluluğu siyaset, bürokrasi ve yönetim oligarklarına aittir.

Opera ve Bale Kurumsal Olmak Zorunda

TÜSAK yasalaşır ve bu kurumlarımız kapatılırsa sizce Türkiye’de opera ve bale sanatlarını nasıl bir gelecek bekliyor?

Doğrudan doğruya etkilenecek sanat dalları opera ve baledir çünkü bu sanat dalları kurumsal yapı olmadan hiçbir şekilde proje bazında üretilemezler. Dünyada devletin, yerel yönetimlerin desteği olmadan yürütülen opera ve bale kurumu yoktur. Bugün Türkiye’de opera ve bale sanatçılarının tek istihdam alanı Devlet Opera ve Balesi’dir. Üretim mekanizması olmadan bu sanatlar üretilemez. Bu mekanizmaların ortadan kaldırılması veya küçültülmesi ise zaman içinde eğitim gören tüm gençlerin ortadan çekilmesi, konservatuvarların, müzik okullarının kapanması sürecini doğuracaktır. Bu noktada opera ve bale, belki misafir kumpanyaların temsilleriyle Türkiye’de arada sırada gerçekleştirilse dahi, Türk ulusal opera-bale oluşumu tamamen yok olacaktır. Her sanat dalının kendi koşulları içerisinde değerlendirilmesi gerekiyor. Özellikle opera-bale sanatının kendine özgü yapılanma süreçleri iyi bilinmeden yapılacak düzenlemeler, 90 yılda vardığımız şu önemli düzeyi bir anda yıkabilir. Bunun üzüntüsü ve endişesini çok yüksek düzeyde yaşıyorum.

Siz bildiğim kadarıyla yasa tasarısına açıktan cephe alan, onu külliyen reddeden, masaya oturmaktan kaçınan tavırları hoş karşılamıyorsunuz. Diyalogdan yana mı olmalı sanatçılar?

Yaşam prensibi gereği, hiçbir şeyi toptan reddetmekten yana olmadım. Çünkü herkesin iyi niyetle Türk toplumuna daha iyi şeyler sunabilme çabası içinde hareket ettiği peşin önyargısıyla düşünüyorum. Ancak diyalog, benim bu önyargımın doğruluğunun kanıtlandığı bir güven ortamında yararlı olabilir. Bu diyaloğun oluşabilmesi için de önce güven ortamının sağlanması gerekir. Maalesef bakanlığımız bürokratları sanat camiasından kaçırarak hazırlamış oldukları bu tasarı ile güven ortamını büyük ölçüde zedelemişlerdir. Bu yönüyle, diyalogdan yana olmayan, tasarıyı toptan reddeden sanatçı duruşlarını anlayabiliyorum. Tasarıda tüm sanat kurumlarının ilga edilmesi yer alıyorken böyle bir tasarı üzerinde tartışmanın bile yersiz olduğu düşüncesi doğrudur. Benim de kırmızı çizgimi oluşturmaktadır.

Söyleşinin uzun versiyonu Andante’nin nisan sayısında.

Serhan Bali

Radikal 

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.