Üstün Akmen
Türkiye’nin ilk profesyonel feminist tiyatro topluluğu Tiyatro Boyalı Kuş, hiç kuşkum yok ki on dört yıldır tiyatromuza yeni bir dil kazandıran, kadın bakış açısıyla kendi oyun metinlerini oluşturan, var olan metinleri feminist açıdan yorumlayan bir topluluk.
Feminist tiyatro teorisi denilince kaynağını feminist hareketin oluşturduğunu ve kadınların sorunlarını, sıkıntılarını göstermek amacıyla ortaya çıkan bir tiyatro akımı olduğunu biliyor ve malumunuzdur bu tür yapımları bu çerçeve içinde değerlendiriyoruz.
Demem o ki, bu yazımızda da aynı minval üzere hareket ediyoruz.
Feminist Gözlem Gücü
Tiyatro Boyalı Kuş, bu kere Afife Jale ve Cahide Sonku’nunki ile benzerlikler taşıyan hayli hazin bir yaşam öyküsünü ele almış. Ünlü bir babanın (Muhlis Sabahattin/1889-1947) kızı, ünlü bir bestecinin (Neveser Kökdeş/1904-1962) yeğeni, bir dünya güzelinin (Keriman Halis/1913-2012) kuzeni, bir primadonnanın (Suzan Lütfullah/1909-1932) yakın arkadaşı; Tiyatro, Operet ve Dublaj Sanatçısı Melek Kobra’nın (1915-1939) yaşamını feminist gözlem gücünün masasına yatırmış.
Melek, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ünlü olmuş ABD’li komedi ikilisi sıska Stan Laurel ve onun ortağı gürbüz oğlan Oliver Hardy seslendirmeleriyle tınısını beyinlerimize kazımış, döneminin dublaj kralının (Ferdi Tayfur/1904-1958) eski eşi. 24 yaşında yaşamını yitiren sanatçının günlükleri, ölümünden tam 67 yıl sonra Araştırmacı/Yazar Gökhan Akçura tarafından bir sahafta bulunmuş. Akçura eski yazıyla yazılmış günlüklerin yeni yazıya aktarılmasını ve nihayet 2006 yılında “Hatıratım” başlığıyla kitaplaştırılmasını sağlamış.
Akçura Tutmuş…
Bundan sonraki aşamada Çevirmen/Editör Rüstem Ertuğ Altınay (1982), kollarını sıvayıp günlükleri oyunlaştırmış. Oyunun Altınay’ın ilk oyunu olması da, yapıma bir “ilk”i yaşama geçirme özelliği katmış. Bu özelliği dikkate alarak Altınay’ın oyun metnini didiklemeyeceğim. “Dil birliği yok, neden ‘sonbahar’ sözcüğü yerine ‘güz’ kullanıyor “ diye sual etmeyeceğim. Eserin sahne dilini de eleştirmeyeceğim.
Reji
Jale Karabekir, anladığım kadarıyla feminist tiyatro akımının teorik perspektifinden yola çıkmış. Metni feminist perspektifle nasıl ele alabileceğini iyi düşünmüş. “Hatıratım” kitabı ve oyunlaştırmayla ilişkili kuramsal parçaları ve feminist tiyatronun kavramsallaşmasıyla ilişkili tarihsel materyalleri incelemiş. Keşke Melek’e Bekri’ye (Haaa sahi, sırası gelmişken sorayım: Bekri, esasında Şekerci Hacı Bekir. İyi de, neden gizlenmiş acaba) eski harflerle mektup yazarken, eline tükenmez kalem vermeseymiş. Yazarın, oyununu Melek’in yaşam öyküsüyle oldukça benzeşen Alexander Dumas’nın “Kamelyalı Kadın”ından bir bölüm ile açmasını değerlendirmiş, oyunun tematik müziğini Verdi’nin “Kamelyalı Kadın”dan esinlenerek bestelediği “La Traviata” olarak seçmiş. Karabekir’in finali Puccini’nin “La Bohéme”inde son sahnede Rodolfo’nun aryası (O Mimì tu più non torni / O giorni belli, piccole mani, / odorosi capelli…” ile bağlamakla zekasını ortaya sermiş.
Yaratıcılar
Nelin Dükkancı feminist dramaturgisini, sezebildiğim kadarıyla feminist kritik üzerine oturtmuş. Eleştirel dramaturgi yöntemi olarak bir erkek yazarın (Rüstem Ertuğrul Altınay’ın) eserindeki kadın karakterin derinini pek güzel tırmalamış. Gökmen Kasabalı neyin koreografisini yapmış anlayamadım, ama söz konusu oyuncuya yönelik beden kullanımıysa başarmış.
Erdem Çınar, ışık tasarımını yaparken Burcu Rahim’in seçtiği gecelik ve sabahlığın renkleriyle ilgilenmiş. Renkleri, tasarladığı oyun ışığında kullanılacak renk filtrelerini belirlemede çok önemli bir etken olarak kabul etmiş. Kullandığı renk filtrelerinin gecelik ve sabahlığın, hatta terliklerin renklerini güçlendirecek, belirginleştirecek nitelikte olmasını sağlamış. Konuya, konunun gelişimlerine güç veren (özellikle buz beyazı) iyi bir ışık tasarımı yapmış.
Yeşim Koçak
Melek karakterini ete, kemiğe, deriye büründüren Yeşim Koçak’a gelince gene “iyi” oyunculuk örneği vermekte…
Koçak, oyunculukta var olan temel elementleri ve prensipleri yine fevkalade akıcı ve doğal olarak kullanıyor.
Melek’in otantik kişiliğini dürüst ve gerçekçi olarak ortaya çıkarıyor.
Bedenini gene yaratıcı fiziksel anlatıma mükemmelen hazır hale getirmiş.
Doğru nefes, rahatlama, temel esneme ve vücudunu çalışmaya hazır hale getirme; yanı sıra ritim duygusu, omuriliği esnetip uzatma yeteneği onda zaten var!
Mekan-beden algısını bu oyunda daha bir yüceltmiş.
Ya, Muhlis Sabahattin Bey’in Tahsin Nahit’in güftesinden bestelediği Nihavent şarkı “Üç yıl beni sevdanın ipek saçları sardı./Hummalı başım göğsünün üstünde yanardı./Bir çift iri sevdalı yeşil gözleri vardı./Kirpiklerinin gölgesi ta kalbime dolardı”yı söyleyişi?
Ya “Faust” tablosundaki yükselişi?
Ya gene Nihavent makamındaki Neveser Kökdeş eseri “Neden bilmem bu iptilâ/Günden güne hâlim fena/Aşk da yok mu vefa/Sorsam sana/Hastadır gönlüm inan bana” eserindeki vurgulama incelikleri?
Yeşim Koçak, sessizken ya da hareketsizken, karanlıkta ya da ışıkta, bilinçli ya da bilinçsizce coşkularının ışımalarını gene ortaya döküyor.
Adeta: “Oynamak ya da oynayamamak… İşte bütün sorun bu” diyor…