Mimesis Çeviri / İngiliz Tiyatrosu, hakkında yapılan “elitler tarafından elitler için yapılan bir sanat dalı” şeklindeki eleştirileri ancak daha kapsayıcı bir hale gelerek savuşturabilir.
Guardian. 3 Mart 2014, Çeviri: Dilşad Sağlam
Lemn Sissay “Why I Don’t Hate White People“ [Neden Beyaz İnsanlardan Nefret Etmiyorum?] adlı oyunda. Fotoğraf: Tristram Kenton, Guardian.
Devoted and Disgruntled [Fedakar ve Şikayetçi]topluluğunun bir katılımcısı geçtiğimiz hafta tiyatroyla ilgili “Tiyatro özünde beyaz tenlidir” ifadesini kullandı. Southbank Centre isimli kültür ve sanat merkezinde Lemn Sissay ve Tyrone Huggings tarafından ortaya konulan etkinlik,İngiliz tiyatrosunda ırk ve çeşitliliğin üzerinde durmayı hedefliyor. Huggins’in daveti ise okumaya değer.
Aslında asıl tartışma konusu İngiliz tiyatrosunun çeşitlilikten son derece yoksun olması. Tiyatro sadece beyaz tenli değil, aynı zamanda düzgün bir fiziğe sahip, orta sınıf mensubu ve çoğu zaman da erkek görünümüne sahip. Bu tespitin canlı kanıtlarını çevremizde görmek hiç de zor değil: sahnelerde, tiyatrolarımızın güç kaynaklarında ve seyircilerin arasında. Bizim gibilerle, bizim gibiler için tiyatro yapabilmek için çok fazla zaman harcıyoruz.
Bu tatsız gerçekle yüzleşemediğimiz takdirde, sanat eğitiminin okullarda gittikçe değersizleştirildiği ve müfredatlardan çıkarıldığı koşullarda hiçbir ilerleme kaydedemeyiz. Yüksek sanat eğitimi veya drama okullarında eğitim almak için 27,000 Sterlin birçok kişi için oldukça yüksek bir tutar. Bunun yanı sıra, ödeme almadan staj yapmaya elverişli bir bütçeye sahip olmak sanat dalında kariyere sahip olma şansını yakalamak için en önemli şart.
Renk körü yaklaşımıyla oyuncu seçme tekniğinin ilk kez uygulamaya konulduğu 1980’li yıllardan bu yana ne kadar ilerledik? Asyalı bir oyuncudan seçmelere katılırken kendi türbanını getirmesi bugün bile talep edilebiliyorken, ya da siyahi bir oyuncu çete üyesi veya uyuşturucu kaçakçısından başka bir role seçilemiyorken, düşündüğümüz kadar ilerlemediğimiz açıkça ortada. Devoted and Disgruntled topluluğunun katılımcılarının en fazla ortaya attığı soru şuydu: “Siyahi, Asyalı veya Doğu Asyalı sıfatlarını taşımadan nasıl oyunculuk yapılabilir?”. Eclipse Tiyatrosu’ndan Dawn Walton bu konuda, beyaz olmayan oyunculara başarılı olmaları için yeterli fırsatın verilmediğini savunuyor. Bu durum hem Amerika’ya yönelen yetenek göçünün en önemli sebeplerinden birini teşkil ediyor, hem de her gidenle birlikte İngiliz tiyatrosunun daha da zayıflamasına yol açıyor.
Oyun yazarları için de durum ne yazık ki pek farklı değil. Bir tiyatro, kendine bir gösteri fikri sunan beyaz tiyatro yapımcısına, son bir buçuk yıldır zaten iki beyaz prodüksiyon sahneye koyduğunu ileri sürerek daha fazla beyaz tiyatro prodüksiyonla uğraşmak istemediğini söyleyebilir mi?
Tiyatrolarımızın başında bulunan kişilerin biraz daha farkındalık içinde hareket etmeleri belki bu gidişatı bir gün gibi kısa bir zamanda bile değiştirebilir. Kraliyet Mahkemesinden Vicky Featherstone’un da belirttiği gibi, tiyatro yönetmenleri, inisiyatif alıp oyuncu seçimlerine dair verdikleri her kararı dikkatle sorgulamalı. Gate Tiyatrosu’ndan Christopher Haydon ise yaptığı planlamaları ve oyuncu seçimlerinde aldığı kararları sorgulama ve farkındalık kazanma konusunda dürüst bir tutum takınıyor. Bu iki ismi de orada görmek oldukça güzeldi. Open Space tiyatrosu, buluşmaya katılan insanların gündemdeki konuların tartışılması için son derece yeterli olduğu ve gelmeyenler üzerinde zaman harcamanın anlamsız olduğu görüşünü benimsiyor. Ancak buna rağmen şunu düşünmeden edemiyorum: büyük ve iyi finanse edilen kurumlardan hiçbir temsilcinin gelmemiş olması, bu kurumların çeşitlilik üzerinde tartışmalar yürütürken aslında bu konudaki duyarlılıklarının kutucukları işaretleme ve finansman kaynaklarına ulaşmadan öteye gitmediğini gösteriyor.
Ama değişim zorunlu. Geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen No Boundaries [Sınırsız] sempozyumunda Bigga Fish adlı sosyal platformun kurucusu Nii Sackey, “Çeşitlilik bizde hiç yok.” diyerek aslında durumu açıkça ortaya koymuş oldu. Sackey, öte yandan sanatın neden Downtown Abbey* gibi olmaktan çıkıp Olimpiyatların kapanış töreni gibi olamayacağı sorusunu da gündeme getirdi. Değişim yaratmak istiyorsak bizi rahatsız eden şeyleri içimize sindirmemiz gerektiğini, bizim gibi görünen ve benzer geçmişe sahip olan insanlarla iletişim kurmanın daha kolay olduğu düşüncesinden sıyrılarak farklı insanlara iş fırsatları sunmamız gerektiğini belirtti.
Sackey’nin de ortaya koyduğu gibi, çeşitlilik gerçekten çok değerli. Farklı insanlar farklı düşünce sistemleri üretir. Farklılık, her zaman ilgi çekicidir ve hiçbir zaman tehlike riski taşımaz. Bozucu bir etken olarak görülebilir, ancak zaten sanat her zaman bozulmaya açık olmalıdır. Tiyatro; daha açık, demokratik ve eşitlikçi bir anlayış benimseyerek ve fırsatları adilce paylaştırarak, yaşadığımız dünyayı daha gerçekçi yansıtmakla kalmayıp elitizm eleştirilerini çürütecek ve kendi gelişimi için de yararlı adımlar atmış olacaktır. Harekete geçip değişim yaratmadığı sürece tiyatro bu tür eleştirilerin hedefinde kalmaya devam edecektir.
*Ç. N. Downtown Abbey: İngiliz televizyon dizisi. Seçkin bir aile ile hizmetçilerinin hayatını konu alan ve İngiliz toplumunun hiyerarşik ilişkisi üzerinde duran bir yapım.