Firuze Engin
1-2 Şubat 2014 tarihlerinde, Assitej Türkiye aracılığıyla ve KATİB’in (Karadeniz’e Kıyısı Olan Kent Tiyatroları Birliği) davetiyle iki günlük atölye çalışmalarının yürütücülerinden biri olarak Samsun’da bulundum.
Atölyelerin ana başlığı “Hikaye Anlatıcılığı” olarak belirlenmişti. Çocuk ve gençlik tiyatrosunda hikaye anlatıcılığı türünün kullanım biçimleri üzerine çalışmalar yaptık.
Çalışmalar 3 ana başlıkta yürütüldü.
Ayşe Selen’in liderliğinde “Hikaye Anlatan Oyuncu”, İlker Yasin Keskin ve Aysel Yıldırım liderliğinde “Gençlik Oyunlarında Yöntem: Anlatıdan Oyun Metnine” ve benim çalışma başlığım olan “Objeleri Kullanarak Hikaye Anlatmak”.
Bu iki günlük deneyimi aşağıda ‘çalışmalar’, ‘gözlem’ve ‘deneyim’ başlıkları altında değerlendirmeye çalışacağım.
ÇALIŞMALAR
1 ŞUBAT 2014
Ayşe Selen ve ben erken saatte Samsun’a vardık. KATİB temsilcileri bizi havaalanından alıp Samsun Düşevi Sanat Merkezi’ne getirdiler.
Çalışmalar saat 10.00’da başladı. Ayşe Selen’in liderliğindeki “Hikâye Anlatan Oyuncu” atölyesinde ben de katılımcı olarak yer aldım. Atölye, ısınma çalışmaları ve oyunlarla başlayıp Selen’in hikâye anlatıcılığı üzerine deneyim ve bilgi paylaşımıyla devam etti. Bu bölümde, üzerinde durulan meselelerin bence en önemlilerinden biri “Hikâye anlatıcısının, gündelik hayattaki kimliğimiz ve kişiliğimizden beslense bile, bağımsız bir rol kişisi olduğu” ydu.
İlk atölye sonrası 1 saatlik mola verildi.
Saat: 14.00’te “Objeleri Kullanarak Hikâye Anlatmak” atölyesinin bugünkü bölümüne başladık.
Isınma çalışmaları yaptık ve daha sonra hikâye anlatıcılığı ile ilişkilendireceğimiz oyunlar oynadık. Oyunların akabinde obje kullanımına ilişkin egzersizlere başladık.
Obje ya da Cisim Oluşturma
Objelerle hikâye anlatmak başlığını genel bir başlık olarak seçmiştim ve bu yöntemi kullanırken mutlaka elimizde objeler olması gerekmediğinden, bir objeyi bedenle tarif etmek (gerekirse taklit etmek) üzerine etüdler yaparak başladık. Katılımcıların kendilerine bir obje seçmesini ve bu objeyi kendi bedenleriyle nasıl tarif edebileceklerini (ya da taklit edebileceklerini) araştırmalarını istedim. Kimisi oldukça yaratıcı olan sonuçlar ortaya çıktı.
Çalışmanın ikinci adımı olarak, bu kez 4 kişi bir araya gelip tek bir objeyi oluşturmaya çalıştılar. Aslında her iki çalışmada da yalnızca objeyle sınırlı kalmayıp, oluşturmaya çalıştığımız şeye “cisim” dedik. Örneğin bir sürahi cisimdir ama aynı zamanda objedir de. Ancak ayak, kulak ya da bebek (katılımcılardan birinin “ben anne karnında bir bebeğim” demesi buna vesile oldu) obje değildir. Bu noktada geometrinin “yaradılmış ya da yapılmış her şey bir cisimdir” tanımından faydalanarak çalışmamızın bu bölümünü “cisim oluşturma” olarak genelledik.
4 kişilik ekipler bir araya gelerek birer cisim oluşturup, diğer ekiplerle paylaştıktan sonra iki çalışmayı birleştiren yeni bir egzersiz yaptık.
Ben ve Biz
Katılımcıların alanda serbest olarak dolaşmalarını, bedenleriyle hiç bir şey tarif etmeden yürümelerini istedim. Bir defa el çırptığımda, az önce sadece kendi bedenleriyle oluşturdukları objenin şeklini alacak, iki defa el çırptığımda ise 4 kişilik gruplarındaki arkadaşlarını bulup ortak cisimlerini gerçekleştireceklerdi.
Bu çalışmaya “Ben ve Biz” dedik. Bir süre uyguladıktan sonra üzerine konuştuk. Alanda serbest olarak dolaşırken “ben” yani tek kişilik göreve geçmek ve bir anda “biz” yani çok kişi birlikte yürütülen göreve geçmekle ilgili deneyimlerini aktardılar. Hikâye anlatıcılığında “ben ve biz” meselesinin önemi üzerine konuştuk. Hem tek başına yapmakta olduğun şeyi bilmek, hem de başkalarıyla beraber yapacağın şeyi bilmek, bunları yaparken düşünmemek ama bir bilgi olarak sürekli bedeninde tutmak ve başkalarıyla beraber her ne oluşturuyorsan onu oluştururken gelişebilecek yeniliklere açık olmak… “Bilmek” kelimesi, katılımcılar arasında verimli bir tartışma başlattı. Bilmek düşünmek anlamına mı geliyor? Az sonra nereye gideceğimi ve ne yapacağımı düşünüyor muyum? Hayır, bunu düşünmüyorum. Hesaplamıyorum ve tasarlamıyorum. Bunu bedenim biliyor. Ama bu bilgi bende bir ezber olarak yerleşik değil; olmamalı; birden fazla kişiyiz ve her an gelişebilecek yenilikleri hep birlikte yaşamaya hazırız. Örneğin 4 kişi beraber bir salıncak oluşturuyorsak, her yeni deneyimde salıncak cismi biraz daha gelişebilir. Değişebilir de. Onu ezberlemektense her seferinde yeniden keşfetmeye açığız.
Obje Çalışmaları
Kısa bir aradan sonra katılımcılar salona bazı objeler getirdiler. Objeleri kendileri seçmişti ve onlarla ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Önce, bilindik bir yaratıcı drama çalışmasıyla başladık. Objeleri işlevi dışında kullanma denemeleri yaptık. Bir kaşkolun, saç olduğunu varsaymak, bir kitabı çadır gibi hayal etmek, bir su şişesini silah olarak kullanmak…
Objelerle hikâye anlatırken, bu yöntem kullanılabilir. Aynı obje hikayenin gidişatına göre bir çok farklı obje yerine kullanılabilir ya da sınırlı sayıda obje ile, bu yöntemi kullanarak bütün bir hikâye anlatılabilir.
Daha sonra, az önceki çalışmayı yaptığımız objelerin tamamını salonun bir köşesine yığdık. Bu köşeyi temsil köşesi olarak belirledik. Katılımcılardan tek başlarına gelip, bu yığılı objeleri istedikleri gibi düzenleyerek bir mekân oluşturmalarını ve bu mekânı bize anlatmalarını istedim. Kimi katılımcılar Istanbul boğazı ve İstanbul şehrini oluştururken, kimi katılımcılar futbol sahası, kimi ise Peppee’nin yaşadığı diyarı tarifledi. Bu deneyim üzerine kısa bir sohbetimiz oldu. Objelerden bir mekân oluştururken istediğimiz kadar dar ya da geniş bir alan hayal edebiliriz. Tarif ettiğimiz mekân, bir evin odası ya da bir şehir ya da uzay gibi çok büyük bir alan olabilir. Objelerden mekân oluşturmak, objelerle resim çizmek gibi bir şey. Hayal gücümüzle ne yapmak istersek, yapabiliriz.
Objelerle oyun oynama alıştırmaları yaparken, çocukları kendimize örnek alabileceğimiz üzerine konuştuk. Çocuklar objeleri, çok çeşitli ve yaratıcı biçimde kullanırlar. Çünkü mühim olan ilk adım hayal etmektir ve çocuklar hayal etmekte hepimizden üstündürler. Örneğin iki tuzluğun iki arkadaş olduğunu hayal eder ve bu tuzuluklarla saatlerce oyun oynayabilirler. Arkadaşlar dağa tırmanır-dağ bir sehpadır, gölde yüzerler – göl kilimdir, üşüyüp eve girerler – ev masanın altıdır vs… Objelerle bu tür oyunlar oynarken yapıların oranını, büyüklüğünü ya da hayal ettikleri şeye benzerliğini asla düşünmezler.
Çocuklara, objeleri kullanarak hikâye anlatırken gerçekçi olmak zorunda değiliz. Tıpkı onların oyun oynarken yaptığı gibi türlü fantazilere uçabiliriz. Bilakis gerçekçi olmak, hayal gücümüzü kısıtlar. Varsaymak (örneğin bir tuzluğun insan olduğunu varsaymak), hayal etmek (örneğin bir soda şişesinin uzaya fırlatılan füze olduğunu hayal etmek) ve bu varsayıp hayal ettiğimiz şeylere kendimizin de inanması, tutarlı biçimde bu hayali sürdürmemiz yeterlidir.
Katılımcılar, objelerle ilgili ilginç hayaller kuruyor ama uygulamada bunu kısıtlı biçimde gerçekleştiriyorlardı. Ya hata yapmaktan korkuyor (ki objelerle oynarken neye hata diyebiliriz, işin burası sahiden belirsiz) ya da kendilerini bu hayale bütünüyle kaptıramıyorlardı. Bu noktada çalışmaları izleyen Ayşe Selen’in bize katkı sunacak bir yorumu oldu. “ Galiba gerçeklik sürekli ayaklarımızdan tutup bizi aşağı çekiyor”
Her adımda “tıpkı bir çocuk gibi oynamak” düşüncesini hatırlayarak ilerledik. Daha sonra, bu düşünceye küçük bir ek yaptık. “Çocuklar, kimse tarafından seyredileceklerini düşünerek ya da bir seyirci için hazıranarak oyun oynamazlar. Kendilerini eğlendirmek için oynarlar. Biz oyuncular için, ayırıcı bir fark var: Temsil. Oynadığımız oyunun bir temsil olduğunu da bilmek ve unutmamak durumundayız. Hem bir çocuk gibi keyif almalıyız, ama hem de kendimizi onların oyunlarında yaptığı gibi sonsuz ihtimale bırakamayız. Oyunumuzun/hikâyemizin bir çerçevesi vardır. Keyif alırken o çerçeveyi kaybetmemeli veya oraya geri dönmenin yolunu bilmeliyiz.
Objeyi Kişileştirmek –Objeyi Kukla Olarak Oynatmak
Günün son çalışması için, her katılımcı kendisine bir obje seçti. Bu objeyi kendi nesne özellikleriyle bir kişi/karakter olarak düşünmelerini istedim. Örneğin seçilen obje bir çakmaksa, bu çakmak canlı, hareket eden, ses çıkarabilen, kişisel özellikleri, belirgin bir yürüyüşü ve davranışları olan “biri” olacaktı.
Her katılımcı bir süre, seçtiği obje ile zaman geçirdi. Objeyi keşfetmeye çalıştı. Onun hareket kabiliyetini, fiziksel özelliklerini inceledi bu özelliklere göre nasıl bir kukla olabileceğinin denemelerini yaptı. Katılımcılar seçtikleri objenin gözlerinin nerede olduğuna karar verdiler. Dolayısıyla bu objenin/kuklanın bir yere yöneldiğinde önce bakışlarıyla kafası ve gözleriyle yönelmesi üzerine çalıştılar.
Obje kuklaların karakter özellikleri de yavaş yavaş beliriyordu.
Günün sonunda bir “arkadaş tanışması” yaptık. Herkesin seçtiği objeyle arkadaş olduğunu var sayarak, bize arkadaşlarını tanıştırmalarını istedim.
Katılımcılar bu tanıştırma seremonisi için hep aynı kalıbı kullandılar. Elinde objesiyle gelen katılımcı, biz seyircilere bakıp “Merhaba size biriyle tanıştırmak istiyorum” dedi ve bize objesini gösterdi. Sonra “Arkadaşım bir …… (objenin ne olduğu) ve ……. biridir (karakter özelliği)” cümlesini söyledi.
Örneğin: Merhaba size birini tanıştırmak istiyorum. Arkadaşım bir şemsiye ve biraz korkak biridir.
Cümlesinin akabinde obje/kukla bize söylenen kişilik özelliğine uygun bir eylem yaptı. Ve onu tanıtan katılımcı “Biz şimdi gidiyoruz” diyerek objesiyle beraber karşımızdan çekildi.
Bu tanışma temsilini her katılımcı uyguladı ve bize obje kuklasını tanıştırdı. Tanıştırma esnasında, kimi katılımcıların sahiden objesiyle duygusal bir bağ kurduğunu kimi katılımcıların objenin karakterini (tıpkı bir arkadaşı gibi) kabul edip benimsediğini gördük.
Obje tiyatrosunda bu ilişkinin (kukla ve kuklacı) güzelliği ve aynı zamanda, objelerle hikâye anlatmanın bir yöntemi olarak, objenin kukla gibi kullanılabileceği üzerine konuştuk.
***
Yarın hikâye anlatıcısının, hem anlatıcı hem de objelerle hikâyeyi canlandıran kişi olarak iki kimliği birlikte kullanması üzerine çalışacağız.
2 ŞUBAT 2014
Çalışmalar, sabah 10.00’da yine “Hikâye Anlatan Oyuncu” atölyesi ile başladı. Ayşe Selen bugün, ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ masalını farklı yönelimlerle anlatma üzerine bir etüd çalışması yaptı. Dün aktardığı deneyim paylaşımı ve bilgiler ışığında “anlatıcının anlattığı hikâyeye inanması”, “oyuncunun gereksiz ve anlamsız hareketlerden kaçınması”, “anlatıcının seyirci ile göz teması”, “anlatı dili, dili zenginleştirme, sesi tonlama” , “hikâyenin içindeki küçük hikâye katmanları” gibi başlıklar öne çıktı. Dört katılımcının ayrı ayrı hikâye anlatma denemeleri üzerinden bu ve başka başlıklar hem konuşuldu hem de tekrar tekrar denendi. Deneme yapan katılımcıların, hikâyelerinin parçalarını tekrarlarken, nice pürüzleri temizleyebildiklerini ve hikâyeyi anlatan kişinin aynı zamanda bir rol kişisi olduğu meselesini deneyimlediklerini gördüm.
Bu çalışma, az sonra objeleri kullanarak hikâye anlatma denemesi yapacak olan oyuncular için aynı zamanda harika bir hazırlık oldu.
Saat 14.00’te Objeleri Kullanarak Hikâye Anlatma Atölyesinin bugünkü bölümüne başladık.
Bugün, ısınma olarak dikkat ve konsantrasyon çalışmaları yaptık. Akabinde dün neler yaptığımızı hatırladık.
-Bir cismi, objeyi bedenle tarif etme.
-4 kişi ortak çalışarak bir cismi/objeyi tarif (ya da taklit) etme.
-Ben ve Biz -Kendi cismimizi bedenimizle oluşturup, bırakıp, dört kişilik grubumuza dönme ve orada hep birlikte bir cisim oluşturma, bırakıp tekrar kendi cismimize dönme. Bireysel oyun alanımız, birlikte oyun alanımız.
-Objeleri işlevi dışında kullanma. Bir objeyi başka bir obje olarak hayal etmek ve kullanmak.
– Objelerden mekân yaratma.
– Objeyi kişileştirme. Objeyi kukla olarak kullanma.
Hareketli Kompozisyon Çalışması
Katılımcılar iki kişilik gruplar oluşturdular. Bütün grupların hikâyesi Kırmızı Başlıklı Kız masalıydı.
Küçük bir not: Atölye çalışmalarına hazırlık yapmak için Aysel Yıldırım, Ayşe Selen ve ben İstanbul’da buluştuğumuzda aklımda “Kırmızı Başlıklı Kız” masalını çalışmak vardı. Bunu söylediğimde Ayşe Selen gülümsedi ve “ben de bu masalla çalışmayı düşünüyorum” dedi. Önce bahtsız bir tesadüf diye düşünmüştüm ve anlatılacak hikâyenin bir önemi olmadığına göre başka bir masalı seçebileceğimi söylemiştim. Fakat Ayşe Selen aynı masalı, başka yöntemlerle anlatmanın katılımcılar için bilakis daha verimli ve zevkli olabileceğini söyledi. Böylece iki atölye için de aynı masalı kullanmaya karar verdik.
İkili gruplar, istedikleri objeleri kullanarak Kırmızı Başlıklı Kız masalını, fakat sözsüz anlatacaklardı. Masalı diledikleri gibi 4 parçaya bölmelerini istedim. Her parça, bir hareketli kompozisyon olmalıydı ve kompozisyonda asla replik kullanmamaları gerekiyordu. Nida, efekt veya başka sesler kullanabilirlerdi elbette ama sözsüz bir temsil için çalışıyorduk. Önemli olan, dün uyguladığımız tüm yöntemleri kullanarak (hangilerini kullanacakları onların seçimi olacaktı) objelerden 4 hareketli kompozisyon oluşturup masalın hikâyesini anlatabilmekti.
Katılımcılar, iki kişilik gruplar halinde 15 dakika hazırlık yaptılar. Masaldaki Kırmızı Başlıklı Kız, Kurt, Büyükanne ve Avcı rollerini oynayacak objeleri seçtiler. Eğer mekân oluşturacaklarsa bunlara yönelik objelerine karar verdiler ve masalı kendi diledikleri şekilde 4 kompozisyon parçasına böldüler. Kimi grup bu parçalama işlemini mekân değişimine göre, kimi grup eyleme, kimi grup ise hikâyeye her yeni karakterin katıldığı ana göre yaptı.
Gösterim;
Gruplar çalışma gösterimlerini şu şekilde yaptılar. Ya objeleriyle beraber sahneye gelip (salonun sahne olarak seçtiğimiz bölümüne) birinci kompozisyonu kurup eyleme başladılar ya da başta gözlerimizi kapatmamızı istediler, objelerini hazırladıktan sonra tekrar gözlerimizi açmamızı isteyip sunuma başladılar.
Onlar hikâyenin her yeni komopozisyonuna geçerken bize gözümüzü kapamamızı söylüyor, yeni kompozisyonu hazırlayıp gözlerimizi açmamız için komut veriyorlardı.
Böylece gözlerimizi onların komutlarına göre açıp kapatarak, 4 hareketli kompozisyon parçası halinde grupların objelerle anlattığı sözsüz Kırmızı Başlıklı Kız masalı temsilini izledik.
Temsiller üzerine konuştuk. Hem uygulayıcılar kendi deneyimlerini aktardı hem de ben, yaptığımız çalışmaların nasıl kullanıldığı ya da daha verimli nasıl kullanılabileceği üzerine örnekleri yorumladım.
Makaralı Öykü[1]
Kısa bir aradan önce, az sonra yapacağımız son çalışmada kullanılabilecek yöntemlerden birini örneklemek için katılımcılardan Ferda’yı yanıma çağırdım. Ferda’dan, bize, bugün sabah uyandığı andan itibaren neler olduğunu neler yaşadığı ve neler hissettiğini anlatmasını istedim. O anlatırken, ben onu yönlendirecektim. Kollarımı makara sarar gibi içiçe yuvarladığımda anlatısını olduğu gibi sürdürmesini, ellerimi pamuk tiftikler gibi açıp kapattığımda ise o anda anlatısının her neresindeyse o bölümü en ince detayına kadar anlatmasını istedim. Ta ki ben tekrar makara hareketini yapana kadar girebildiği her detaya girmesini…
Bunu yaparken kendisini tıpkı bir kamera objektifi gibi düşünmesini rica ettim. Objektif hikâyede genele bakıyor, objektif zoom yapıyor.
Böylece, benden aldığı yönlendirmelerle Ferda sabahtan başlayarak bize gününü anlattı. Benim makara hareketim pamuk tiftiklemeye dönüştüğünde Ferda, pilav yaparken yıkadığı pirinçlerin içinde gördüğü kararmış bir tek pirince kadar detaya indi.
Söz etmek istediğim şuydu. Az sonra, Kırmızı Başlıklı Kız masalını anlatacağız ve bu dümdüz akıp giden masalın içinde, kendi insiyatifimizle bazen zoom yapıp hikâyenin incecik bir detayının – örneğin kızın başındaki şapkaya konmuş olan böceğin ya da kurdun tüylerine vuran rüzgârın onun tüylerini nasıl havalandırdığının- hikâyesine girebilir, kısaca hikâye içinde hikaye açabiliriz.
Bu olanaktan bahsederken, sabah Ayşe Selen’in atölyesinde gerçekleşen bir durumu örnek verdim. Hikâye anlatan katılımcı Cem, hikâyesinin içinde “bizim oralarda çok meşhurdur, masada sıcacık pişi vardı” dedi. Ayşe Selen onu durdurup işte burada isterse, ayrı bir bölüm açıp pişinin tarifini verebileceğini söyledi. “Ama tarif bittikten sonra hikâyeyi kaldığın yerden yakalayabilmeli, onu sürdürebilmelisin” Benim zoom yapmak diye tabir ettiğim olanak, Ayşe Selen’in hikâye içinde hikaye açmak önerisiyle hemen hemen aynı yere işaret ediyordu.
Kırmızı Başlıklı Kız Masalını Objelerle Anlatmak
Katılımcıların bu anlatma deneyimine tek başına hazırlanması kesinlikle çok daha verimli olacaktı. Ancak süremiz daralmıştı ve tüm çalışmaları izleyebilmemiz için, iki kişilik gruplar halinde hazırlanmalarını istedim.
Bu sefer söz sebest olacaktı ve hareketli kompozisyon çalışmasındaki gibi hikâyeyi bölümlere ayırmak yerine, bu kez başlayıp bitireceklerdi. Masalın karakterleri konuşabilir, karakter olmayan şeyler de – oradan geçen kuş, kenarda duran ağaç, büyükannenin evi ya da kurdun parmakları- tercihe göre konuşturulabilirdi.
Katılımcılar, dünden bu yana, başından itibaren egzersiz olarak yaptığımız tüm çalışmaları hikâye anlatma yöntemi olarak kullanabilirlerdi. Bunların dışında, hikâye anlatıcısı olarak; Ayşe Selen’in yaptığı uyarıların bazılarını hafızada tutmalarını önerdim. Çünkü bu deneyimde de aynı şekilde önem taşıyan konulardı ve illa ki anlatıcıların işine yarayacaktı.
1- Mutlaka bir başlangıç noktası belirleyelim. Hikâyenin başlangıcını bilelim, girişi net olsun.
2- Tekerleme kullanacaksak, tekerlemeyi bir fasıl olarak düşünelim. Hikâye fasıllardan oluşur, tekerleme de ilk fasıldır. Bu demek oluyor ki, tekerleme bittikten sonra hikâyeye geçmeden evvel küçük bir ara koymak, tekerleme faslının bittiği hikâye faslının başladığını belirginleştirmek önemlidir.
3- Anda olan her şeyi hikâyenin içine al! Hikâye anlatıcısı, dış faktörlerin hiç birine kapalı değildir. Bilhassa açıktır. Seyir yerinde ya da temsil alanı içinde herhangi bir şey olduğunda onu yok sayma! Aynı zamanda, sen anlatıcı olarak bir hata, dil sürçmesi ya da aksilik yaşadıysan becerebildiğin ölçüde bunu anlatının içine al ve kullan. Ama bir şeye dikkat ederek, bunu fuzuli espri haline getirme. Anlatıcının arkasından sen (günlük yaşamdaki sen) görünme. Her ne yapıyorsan ve söylüyorsan anlatıcı kişisinin içinde kal.
4- Tekrar iyidir. Hikâyesini anlattığın bir karakterin eylemini veya senin anlatıcı olarak yaptığın bir eylemi ileride bir noktada tekrar etmen, seyirci için bir hoşluktur. Tekrar gülümsetir. Bizler ikiz gördüğümüzde hoşumuza gider, buna gülümseriz. Çünkü ikiz tekrardır. (bu benzetme Ayşe Selen’in)
5- Karakterin özellikleri sürekli olsun. Diyelim ki obje bir parfüm şişesi ve kızdığı zaman parfüm püskürtüyor, her kızdığında bunu yapsın. Diyelim ki karakterin yürüken söylediği bir şarkısı var, her yola çıktığında bu şarkıyı söylesin. Bunu uygulamak kural değil, mecburi değil, ama fazla abartmadan uygulanırsa hoş olacağı kesin.
İki kişilik gruplar, Kırmızı Başlıklı Kız Masalı’nı anlatmak üzere 20 dakika kadar hazırlık yaptılar. Daha sonra gruplar tek tek, bize hazırlandıkları anlatıyı sundular. Böylece “Objelerle Hikâye Anlatma” yöntemiyle, kısa ve küçük de olsa bir oyun hazırlanmış ve seyirciye sunulmuş oldu.
Gözlem
Çalışmalara, Karadeniz’e kıyısı olan şehirlerden çeşitli tiyatro ekiplerinin oyuncu ve yönetmenleri katıldı. Tüm bu ekipler uzun ya da kısa zamandır çocuk tiyatrosu eserleri hazırlayıp sahneleyen topluluklar. Sohbetlerimizden anladığım kadarıyla ortak arzularının, çocuk ve gençlik tiyatrosu alanında daha nitelikli işler yapabilmek olduğunu söyleyebilirim. Türkiye’de bu alanda kaydedilen ilerlemeleri takip etmek ve vakıf olmak istiyorlar. Özellikle belirttikleri üç önemli ihtiyaçları var.
1- İyi çocuk oyunu metinleri edinmek, okuyup sahnelemek.
2- Nitelikli çocuk oyunu metinleri oluşturabilmek, bu konuda yöntem ve bakış açısı geliştirebilmek.
3- Genel anlamda çocuk ve gençlik tiyatrosuna dair didaktizimden uzak yeni bir bakış açısı edinmek. Bunun için örnekler izleyebilmek ve deneyim sahipleriyle bilgi alış verişinde bulunabilmek.
Gerek 2013 yazında katıldığım “KATİB Tiyatro Köyü buluşması” gerek “1-2 Şubat Hikâye Anlatıcılığı Atölyeleri” deneyimime ve sohbetlerimize dayanarak söyleyebilirim ki, KATİB’e üye olan tiyatro toplulukları, Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu’nu daha yenilikçi bir bakış açısıyla uygulma isteklerinde fazlasıyla samimiler. Ancak yıllardır uygulamalarında kullandıkları geleneksel ve artık eskimiş olduğunu kendilerinin de kabul ettikleri yöntemler yerine ne koyacakları, yenilikçi bir çocuk tiyatrosu yaşantısına nerden başlayacakları konusunda kararsızlar. İhtiyaçlarının önceliği, nitelikli bir çocuk oyunu metni oluşturmak.
Objelerle Hikâye Anlatma denemelerinde, katılımcıların kendi hayal güçlerinden doğurdukları bazı buluşlar müthiş sevimliydi. Her birinin aslında bir çocuk oyunu metninin hikâyesi ya da başlangıcı olduğunu söylediğimde, katılımcılardan biri bu tür fikirleri işletmekte güçlük çektiğini söyledi. Kendisine hoş ve naïf gelen bir fikri yazmaya giriştiğinde her seferinde öğretici bir kanala girdiğini fark edip üzüldüğünden, anında o bulduğu fikirden soğuduğundan bahsetti.
Elbette “İyi çocuk oyunu şöyle yapılır” diye bir yöntem “harika çocuk oyunu metni böyle yazılır” diye verilebilecek kurallar yok. Serbest sohbet zamanlarında uzun uzun bunları da konuştuk ve katılımcılar bizlerden hap bilgi gelmeyeceğinin farkında olduklarını söylediler “Edindiğimiz deneyimleri fikire dönüştümek ya da uygulamaya aktarmak kısmı bize kalmış, denemeliyiz farkındayız” dediler.
Bu konu baki. Mutlaka deneyerek ilerlemek birinci adım. Ama ASSİTEJ ve KATİB arasında başlayan bu ilişkinin yoğun olarak sürdürülmesinin, yaptıkları etkinliklere ASSİTEJ’in özellikle pratikte deneyimli üyelerince mutlaka katkı sunulmasının faydalı olacağını görüyorum.
Atölye çalışmaları açısından deneyimimi özetlemek gerekirse, katılımcılar özenli, paylaşımcı ve yaratıcıydılar. Keşke zaman ve imkân el verseydi, atölye süresi daha uzun olabilseydi. Daha uzun soluklu bir çalışma ile yaratıcılıklarını oyun malzemesine dönüştürmede başarılı ve motive olacaklarını sezdim. Yanısıra katılımcıların, bana ilham veren buluşları ve fikirleri oldu. Çalışmalardan karşılıklı verim aldık.
Deneyim
Ayşe Selen’le uzun zamandır tanışıyor olmamıza ve yine uzun zamandır Tiyatrotem’in çalışmalarını takip ediyor olmama rağmen, özelde hikâye anlatıcılığı genel anlamda da tiyatrolarında sürekli olarak etüd ettikleri oyunculuk yöntemi açısından, bazı köşe taşlarını derinlemesine düşünme şansı buldum. Tiyatro Boğaziçi’nin oyunlarını izlemiştim ancak gençlik oyunlarında uyguladıkları yöntemi önce Bursa Festivali ve bu sefer de Samsun’da dinlemek oldukça kafa açıcıydı.
Tiyatro Boğaziçi, özellikle Gençlik Tiyatrosu için önümüzde dağ gibi bir engel olarak duran okulların ahlakçı, bilhassa didaktik oyun beklentisini kırmanın, hem kendilerini eğlendirecek hem de genç seyirciyi sarıp sarmalayacak hoş bir yöntemini bulmuşlar. Oyun yazarlarının yaşamı, eserleri ve dönemine genel bir bakışla yaklaşan, kendilerinin “bizim için dedektiflik” dediği biyografi çalışmalarını dinlemek katılımcılar için de ilham vericiydi. Bu tür bir çalışmanın yöntemini kavramak heyecan uyandırdı. Sanırım bazı katılımcıları gençlik tiyatrosu eserleri sahnelemek için heveslendirdi de.
Yanısıra atölye liderleri olarak, birbirimizin çalışmalarına katılımcı ve gözlemci olarak da dâhil olduk. Kendi başlığımızda, diğer çalışma ve yöntemlerden beslenerek ilerledik. Yürüttüğüm atölye çalışmasına birden bire yeni fikirler eklediğim ya da diğer çalışmalarla obje tiyatrosunu daha sıkı bağlantılandırdığım anlar oldu. Üç atölyenin organik biçimde birbirine eklemlenmesi hoş bir deneyimdi. Katılımcılar kadar ben de, atölyelerin üst başlığına yazdığımız gibi “türün bir başka yöntemini” o an orada deneyimleme ve düşünme fırsatı buldum.
Pratik uygulamalarımızın teorisini birbirimizle paylaşma fırsatını pek sık yakalayamıyoruz. Atölye liderleri olarak, farklı tiyatroların çatısı altında birbiriyle benzer ya da yakın temas eden çalışmalarımızı konuşmak ve tartışmak keyif vericiydi.
Kişisel olarak bir başka güzel deneyimim ise şuydu. Obje tiyatrosu ve objelerle hikâye anlatma yöntemleri üzerine teorik olarak tanımlamadığım, adını koymadığım, nasıl yapıldığını düşünmeden gelişine yapmakta olduğum kimi şeyleri bir başlık olarak ayırma ve algılama fırsatım oldu. Obje tiyatrosu yöntemiyle oyun çalışırken genel hatlarıyla uyguladıklarımızın küçük bir kısmını parça parça betimlemiş oldum. Katılımcılara ifade etmeye çalışırken, o eylemin yapılış biçimini ilk kez tariflediğimi fark ettiğim anlar oldu. Deneyimimin bu kısımlarını daha sonra detaylandırmak ümidiyle bir kenara not ettim.
[1] Makaralı Öykü egzersizi Koray Tarhan’ın “Doğaçlama İçin El Kitabı” adlı kitabından alınmıştır.