DOT’tan, Yedi Yönlü Kapitalizm Eleştirisi: “Makas Oyunları”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

DOT, kurulduğu günden bu yana içerikte zengin, biçimde yeniyi arayan ve farklılık yaratan bir topluluk. 2013-2014 sezonuna Theatre Uncut isimli kısa oyun yazım ve okuma projesinde yer alan kısa oyunların arasından yapılan seçkiden oluşan “Makas Oyunları”yla başladı. İki bölümlük “Makas Oyunları”nda güncel ve politik kısa oyunlar yer almaktaydı.

DOT’un Sanat Yönetimi Murat Daltaban’ın projesinde toplam yedi oyun izledik.

Oyunlar

“Makas Oyunları 1”de “Şişman Adam/The Fat Man”de Yazar Anders Lustgarten (1969)’in mükemmel kapitalizm eleştirisinde kâh gülüp, kâh üzülürken, Dennis Kelly (1970)’nin “Bazı Şeyler Çok Saçma/Things That Make No Sense”inde cinayetle suçlanan suçsuz bir kadının işlemediği bir cürümü nasıl kabul zorunda bırakıldığına tanıklık ettik. Mark Ravenhill (1966)’in “Pankart/A Bigger Banner”ında altmış yıl arayla aynı hayallerle yola çıkmış iki çiftle tanıştık, devrim mücadelesinin dününü, bugününü yaşadık, geçen zamanda alınan yola şaştık, bir olasılık olarak dahi olsa “daha iyi bir dünya”ya dair ortak umutlarımızı içimizde kabarttık.

David Greig (1969)’in “Hassas/Fragile”inde bir anlamda oturduğumuz sandalyelerden kentteki akıl hastanesinin gece terapisti Caroline’ı canlandırdık, yeni yıla tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk skandalıyla girişimizi bir kez daha anımsadık, sistemin bütün gözeneklerinden rüşvet, yolsuzluk, çeteleşme, “kumpas”, “komplo” fışkırdığı faşist yönetime lanetler yağdırdık, değişemezmiş gibi gelse de, artık insanların “yataklarının altından” çıkmalarının geldiği zamana inanarak: “Bu düzen çürümüştür, değiştirilmeli” çağrısı yaptık.

“Makas Oyunları 2”de ise ilk olarak Lucy Kirwood’un “Ev Ekonomisi/Housekeeping”ini izledik. Borcumuzu ödemek için her gün yüzdüğümüz denizin her gün birazını satmamız teklifiyle karşılaşırken, torunu tarafından satılan eski hippi anneanneyle tanıştık. Lena Kitsopoulou’nun “Bedel/The Price”ında paranın yettiği her şeyi, ama her şeyi, hatta çocuk edinme fikrinin bile satın alınabileceği süpermarkette kendimizi bulduk. David Greig’in “Köy/Dalgety”sinde, doğadan kopup nasıl evrilebileceğimizi görüp, şaşırdık.

Yaratıcılar

Sahne dili açısından, metni okumamış olmamla birlikte kulağa aykırı gelen bir Türkçe olmadığına göre DOT Çeviri Ekibi’nin çevirisi “iyidir” deyip geçiyorum.

Özgehan Özturan’ın müziği, özellikle “Şişman Adam”da oyun karakterinin duygularının çizdiği eğriyi yansıtma işini “bihakkın” üstlenmişti.

Yeşim Bakırküre’nin dekor tasarımı bundan önceki DOT yapımlarındaki gibi tiyatronun kendisine özgürce bir yön çizmesine olanak tanıyacak kadar esnek hazırlanmış, oyunlarda kullanılan tümel mekanı gene olabildiğince akıcı, geçirgen ve esnek düşünmüştü. Dolayısıyla dört oyun da kendi geçici sınırlarını, kendi geçici izleyici-oyuncu ilişkilerini kurabiliyordu.

Işık tasarımı, “Makas Oyunları 1”de kimindi, bilmiyorum, ama hiç de kötü değildi. “Makas Oyunları 2”de Kemal Yiğitcan’ın tasarımı “Ev Ekonomisi” dışında başarılıydı. Ev Ekonomisi”nde, ışığın görüntünün ardında gizlenen derin niteliği verdiğini sezemedim. Hayli karanlık bir tasarımdı. Etken ve devingen değildi. Atmosfer yaratmayan bir ışık düzeniydi.

Yönetmenler

Oyunların yönetmenleri Serkan Salihoğlu, Tuğrul Tülek, Pınar Töre ve Murat Daltaban “öykü”, “izleyici”, “yazar/çevirmen” üçgeni arasında dikkatli ve yumuşak geçişlere olanak sağlayan beceriye ve eyleme sahip birer yönetmen olduklarını kanıtlamışlardı. Sahne üzerinde ilerleyişi, düzeni, biçimi sağlarken her detayı da yakalayan, seyircinin nabzını bir an olsun elinden bırakmayan yönetmenlerdi. Oyunun her bileşenini kendi içerisinde ve diğerleriyle olan ilişkileri içerisinde incelemişler, her bileşenin işleyişini amacına uygun yöntemler kullanarak dizgeli hale getirmişlerdi.

Oyunculuklar

Tek kişilik oyunlarda, yönetmenin ve oyuncusunun sahnede temel bir çıkış noktası olur ya!

Oysa “Şişman Adam”da İbrahim Selim, “Hassas”da Tuğrul Tülek sadece öfkeyi ve kızgınlığı çıkış noktası sayarak oyunu seyirciye aktarmayı başarıyorlardı. Anlattıklarını yaşarcasına, bir öykü anlatırcasına izleyiciye yansıtıyorlardı, ama sadece “narratör”lükle yetinirlerse oyunculuklarının alt düzeyde meddahlığa, üst düzeyde sıradan yorumculuğa ve sunuculuğa dönüşeceğinin bilincindeydiler. Pınar Töre, Esin Harvey, Gizem Erdem ve Ezgi Bakışkan oyunlarını, modası geçmiş oyunculuk araçlarına asla teslim etmediler.

Deniz Türkali, Pınar Töre, Enis Arıkan, Elvin Aydoğdu, Su Olgaç, Tuğçe Atuğ, Can Şıkyıldız, Duygum Girginer, Mert Öner de öyle.

Tiyatronun yardımcı unsurları; ışık, efekt, müzik, aksesuar, sahne tasarımındaki aşırılık, ileri teknoloji kullanımı…

Belli ki bunların hiçbirini istememişler, kendilerini sahne üstünde illüzyonist, oyunu da illüzyon gösterisi olarak kabullenmemişlerdi.

Tiyatroya olan saygıları içinde, tiyatro yaparlarken, seyrederken doyulamayan bir gizem ve ona bağlı mutluluğu yaratmasını bilmişlerdi.

Tiyatronun tüm disiplinlerini uygulayarak “Makas Oyunları”nda çıtayı kendileri için de, izleyenler için de yüksekte tuttular.

“Makas Oyunları”nı izleyemeyenler istedikleri kadar hayıflansınlar, bana ne!

Ama n’olur izleyebilenleri kıskanmasınlar.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla