Bahar Çuhadar
Erdal Beşikçioğlu’nun efsaneleşen oyunu, Ankara DT yapımı ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ 29 Mart’a kadar İstanbul’da. Biletleri karaborsaya düşen oyunu gören şanslı fanilerden biriyim artık…
İtiraf edeyim Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği, Erdal Beşikçioğlu’nun oynadığı ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ etrafında süren ‘çılgınlığın’ bir abartının sonucu olduğunu düşünüyordum. Ankaralılar anlata anlata bitiremiyordu, ‘Görmeden ölünmemesi gereken oyun’ cümlelerine rastlıyordum.
Bilet bulmak için Ankara’da gece, ayaz demeden tiyatro kapısında kuyruğa girenler, alarm kurup internet satışları için bilgisayar başına kurulup da yine de eli boş kalanlar… (İnternette biletler ortalama 10 dakikada tükeniyor.) En sonunda ‘yıllarca bilet bulamama’ öykülerinin üstüne bir de biletlerin 150-200 liraya karaborsaya düştüğü haberi eklendi… Üstüne Devlet Tiyatroları da karaborsayı önlemek için biletlerin TC kimlik numarasıyla satılacağını açıkladı.
Bir Vinç Tepesinde Delirmek
Evet, Erdal Beşikçioğlu, altı yıldır bir vincin tepesinde, Gogol klasiği ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ni oynuyor. Ve en nihayet, salı akşamı başlayan İstanbul turnesiyle birlikte ben de artık o şanslı fanilerden biriyim. Şöyle diyeyim: Şu ana dek aklımdan geçen bütün o “Amma da abartıyorlar” vb cümlelerimi Üsküdar Tekel Sahnesi’nde bıraktım, gitti. Oyunun efsaneleşmesinde Erdal Beşikçioğlu’nun ‘Behzat Ç.’ karakterinin de etkisi olduğunu düşünürdüm. Ama Beşikçioğlu’nun nefes kesen performansını gördükten sonra, dizinin en fanatik izleyicisinin aklında kalanın ‘Behzat Ç.’ karakteri değil, Popriçin ya da daha doğrusu Erdal Beşikçioğlu’nun kendisinin olacağı fikrindeyim.
Ankara Devlet Tiyatrosu prodüksiyonu olan, Cem Emüler rejisiyle çıkan oyun prömiyerini 2008’de yapmıştı. Gogol’ün sahneye uyarlanmış en klasik öykülerinden olan ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’nin bu versiyonun en çarpıcı yönü, oyunun tamamının bir vincin kafesinde geçmesi. Çarlık Rusyası’nın hantal bürokrasisi içinde, yedinci dereceden ufak bir memur olan Aksenti İvanoviç Popriçin’in yavaş yavaş delirmeye giden öyküsünü, oyuncusunu 1 metrekare civarındaki bir vinç kafesine yerleştirerek anlatıyor Emüler.
Popriçin’in çalıştığı devlet dairesiyle evi ve zihninin karmaşık koridorları arasında sıkışmış ömrü gibi, 75 dakikalık oyun da bu daracık alanda geçiyor. Oyun boyu hareket halinde olan vinci de kendisi komuta eden Beşikçioğlu; o sıkışık alana kocaman bulvarları, çalıştığı devlet dairesini, yatağını, sokak köşelerini, sanrılarını sığdırıyor. Emüler’in rejisi ve Sertel Çetiner’in dekor-kostüm tasarımı; Gogol’ün sistemin çarpıklıklarını Popriçin karakteri aracılığıyla anlattığı kısacık öyküsünün ruhuna, özel dikim bir elbise gibi oturuyor.
Aslolan Beden Disiplini!
Erdal Beşikçioğlu, tiyatronun en başında bir ses-beden sanatı olduğunu; aslolanın da bedeni disipline etmek, oyuncunun kendi sesi üzerindeki hâkimiyeti ele geçirmek olduğunun kanlı canlı bir örneği. ‘Devlet Tiyatrosu oyuncusu tonlamaları’ yapmadan da ‘Devlet Tiyatrosu oyuncusu’ olunabileceğinin de ispatı. Bir vincin en tepesinde, bedenini hiç zorlamadan, seyircinin yüreğini ağzına getiren dengeler kuruyor.
Bir tiyatrocunun, herhangi bir metnin rejisi dahilinde, bedeniyle neler yapabileceğine dair arşivlik örnekler sergiliyor: Bacaklarını vincin sepetine takmak suretiyle baş aşağı dönerek, elleriyle tavandaki borularına asılarak, dakikalarca vincin iyice yüksekte duran daracık kol kısmında oynayarak, iyice delirdiğinde vinci tamamen terk edip, salonun balkon korkulukları arasında çevik geçişler yaparak…
Bütün bu hareketlilik esnasında bolca tonlama çeşitlemesi yapıyor. Popriçin’in delirme sürecini ‘kan-ter-gözyaşı’ deyişinin hakkını vererek gösteriyor bize.
Beşikçioğlu’nun oyunculuğu; tiyatroda daha sık görmemiz gereken, bedenin günlük sınırlarını zorlayan performansına o kadar da sık rastlamadığımız için belki de bu kadar dudak uçuklatıcı. (Başka bir örnek daha görmek isteyenler Erdem Şenocak’ın tek kişilik harikası ‘Tehlikeli Oyunlar’ını es geçmesin derim.)
29 Mart’a kadar sürecek İstanbul gösterimlerinin biletleri tükenmiş elbette ama ola ki bir gece önceden battaniyeyle, erzakla nöbet tutarak bilet almayı başarmış seyircilerdenseniz küçük ama mühim bir tavsiye: Yakın zamanda yapmadıysanız, oyundan önce ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ni okuyun. Zira arada oyunun kendisinden kopup performansa odaklanmış bulacaksınız kendinizi.
Bunu tek kusur olarak not edip, Erdal Beşikçioğlu’na ve ekibe “İstanbul’a hoş geldiniz” diyelim…