[Radikal gazetesinden Cem Erciyes TÜSAK yasa tasarısı üzerine bir köşe yazısı kaleme aldı. Aktarıyoruz]
Türkiye’nin yıllar önce tartışması ve hatta çoktan kurmuş olması gereken Sanat Kurumu’na sanatçılar Truva Atı gözüyle bakıyor. Bu güvensizliği besleyen, Ak Parti’nin genel tavrı ve siyaseti.
Geçen haftanın kültür sanat olayı, Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Sanat Yönetiminde Yeni Arayışlar’ konferansıydı. Çünkü birkaç senedir gündemi meşgul eden, kültür dünyamızı kökten dönüştürebilecek TÜSAK Yasa Taslağı ilk kez açık açık konuşuldu, tartışıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı bir süredir bu yasa üzerinde çalışıyor ama kamuoyu konuyu sadece sızdırıldığı kadarıyla biliyor. Ortada dolaşan taslak metne göre Devlet Tiyatroları, Opera ve Bale hatta orkestraların bile kapatılması öngörülüyor. Dolayısıyla, taslak Ak Parti’nin ve ‘devletin sanatçısı olmaz’ diye konuşmalar yapan Başbakan’ın başta tiyatrocular olmak üzere muhalif sanatçıları cezalandırıp kendi kafasına uygun bir sanat ortamı yaratma girişimi olarak algılanıyor. Bu nedenle Bilgi Üniversitesi’ne taslağı anlatmak üzere gelen bakanlık bürokratları karşılarında epey kızgın bir sanatçı kitlesi buldu. Geçen haftaya kadar hiçbir sanatçı örgütüyle diyaloğa girilmemiş olması kadar, iktidarın sanatçılara karşı uzun süredir takındığı tutum da bu öfkeyi haklı olarak besliyor.
Aslında Türkiye’de bütün kültür ve sanat ortamına para aktaracak, her tür projeyi değerlendirip onlara destek verecek kamusal bir sanat fonunun olması şart. Nitekim bu, bizim gibi enerjik bir sanat dünyası olan bütün memleketlerde olan bir uygulama. Hatta Türkiye bu fonu, yani yasa taslağındaki adıyla Sanat Kurumu’nu yirmi sene önce filan kurmuş olmalıydı. Hangi kentte olursa olsun sanatla ilgilenen herkesin, bütün sanatçıların, kültür merkezlerinin, müzelerin, orkestraların, tiyatroların, sergi düzenleyenlerin yararlanabileceği ve tabii ki üretimi çok daha arttıracak bir uygulama.
Öte yandan başta Devlet Tiyatroları olmak üzere bütün ödenekli kurumların dertli bir yapısı var. Kurum içi adaletsizlikler, hantallıklar, yaratıcılığı, özgürlüğü kısıtlayan, rekabeti ortadan kaldıran uygulamalar bizzat bu kurumların içindeki sanatçılar tarafından yıllardır söylenir durur. Kurum dışındakiler de onların sanat ortamına katkısını küçümser, yerden yere vururlar. Herkes değişim konusunda mutabıktır ama bu bir türlü başlamaz. İşte bütün bu gerçeklere rağmen hem geniş kapsamlı bir sanat destekleme mekanizması kurup hem de ödenekli kurumlarda reformlara gitmeyi öngören TÜSAK için sağlıklı bir tartışma ortamı bile kurulamıyor. Sanatçılar bu tasarıya şiddetle karşı çıkıyor. Çünkü kimse Ak Parti iktidarına ve onun Kültür Bakanlığı’na güvenmiyor. Adeta sanatçıları kendine doğal düşman gibi gören bir siyasetin, sanat ortamını adil biçimde destekleyecek bir mekanizma kuracağına kimse inanmıyor. Dolayısıyla tıpkı bir anayasa gibi herkesin rızasıyla oluşturulması gereken Sanat Kurumu için sanatçılar masaya oturmaya bile soğuk bakıyor. TÜSAK mutlaka engellenmesi gereken bir gelişme, savuşturulması gereken bir bela gibi görülüyor. Konferansta görüşlerini aktarmak için görüştüğüm tiyatroculardan biri olan Yeşim Özsoy Gülan’ın tabiriyle TÜSAK sanatçılar için bir nevi ‘Truva atı’.
Perşembe günkü toplantının sonunda kürsüye çıkan Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül’ün konuşması tansiyonu biraz azalttı. Nihat Gül, yasanın mutlaka sanatçı örgütleriyle birlikte hazırlanacağı garantisini verdi. Şubat ayında bir toplantı yapılacağını duyurdu. Devlet Tiyatroları ve Opera-Bale’nin kapatılmayacağını, reforma tabi tutulacağını, kurulun ‘bağımsız’ olacağını söyledi. Bu sözler öfkeyi azalttı ama güvensizliği ortadan kaldırdı mı? Hayır.
İşin aslı bu güvensizlik ortamında bir uzlaşma sağlanması çok zor. Ancak önümüzdeki seçim sürecinde ve sonrasında Ak Parti kendi tabanı dışındaki kesimlere yönelik düşmanca üslubu bir tarafa bırakıp gerçekten yapıcı olduğuna Türkiye’yi ikna ederse durum değişir. Belki o zaman TÜSAK yapıcı biçimde tartışılır, devlet kültür sanat alanında gerçekten çağdaş bir varlık gösterebilir.