Zafer Diper
Üçlü söyleşi sırasında “Uyuşturucudan uzak durmalı,” diyor bir sanatçı dostum, “hele gençler…” Bizim ufaklık bu, bekler mi hiç adam bitirsin, sanki ona söylenmiş gibi giriveriyor araya: “Ben bazen azıcık şarap içiyorum yemekte…”; göstererek de ekliyor: “Babam izin veriyor…” “İyi de böyle, birisi konuşmasını bitirmeden lafa girmene izin vermiyorum!” diyorum. Dostumuz kalender, aldırmıyor: “Yok,” diyor, “sözünü ettiğim alkol değil; onun da çoğu zarar da, esas diğerleri… Eroin, kokain, benzerleri…” Ufaklığın yanında bu konu açılmalı mıydı bilemiyorum. Ama o, buna da aldırmıyor… “Baban, biliyor,” diyor, “ben de bir zamanlar çeşitli maddeler kullanıyordum ama hepsini bıraktım…” Bizimkisi pek meraklı görünüyor: “Nasıl yaptınız?” diye soruyor; “Philip Seymour kurtulamadı ama…” “Bazı filmlerini gördün galiba?” diye soruyor. “Evet…” “Senin bu gence ufaklık falan demeyi bırak artık,” diyor dostum bana. “O lafın gelişi canım zaten…” diyorum ben de… “Hoffman iyi oyuncuydu, çok üzüldüm ama,” diyor bizimkisi. “Hele insan bilince daha kötü oluyor değil mi? Ama tanımadığımız daha niceleri var… Türkiye’de de ölenlerin sayısı katlanarak artıyor ve kullanım yaşı giderek düşüyor.” İşte çocuk aklı gene geri geliyor, ben nasıl demeyeyim “ufaklık” ona, soruya bak: “Şey, o da keşke kurtulabilseydi, siz nasıl yapmışsanız yani…” “Anlıyorum, nasıl bıraktığımla ilgileniyorsun… İki dünyadan birinde olmaya karar verdim…” diyor. “Nasıl, anlamadım…” diye soruyor ufaklık. “Bunu açıklamak zor, ama şöyle diyebilirim: uyuşturucu kullanınca sanki başka bir yaşamdaydım, oysa ayılınca başka bir dünyada… Bu ikilem beni çok yıprattı…” “Hoffman da keşke bu dünyayı seçseydi, değil mi?” diyor ufaklık üzünçlü bir sesle… “Bence bir intihardı. Yoksa bilmez mi insan o kadar çok alınınca… Onun seçimi bu oldu!” “Ölü bulduklarında şırınga varmış kolunda…” diye yine giriveriyor araya bizimkisi… ”Biri de Janis Joplin…” diyor dostum. “Bir otel odasında altın vuruş yaptı; yani kendisine aşırı doz eroini şırınga etti… Onun için adı altın vuruş, ölümle sonuçlandığı için… Janis, 4 ekim 1970 gecesi bir otel odasında öldüğünde 27 yaşındaydı…” Bizimkisi sıkkın mı sıkkın, “Off, ne konu…” diye iç çekerek durağanlaşıyor. Toparlama gereksinimi duyuyor dostum: “Sen en iyisi Hoffman’ın nitelikli filmlerine, Janis Joplin’in inanılmaz yorum gücüne tanık konser görüntülerine ve özkıyımlarla yani intiharlarla ilgili kitaplara, bunlara bir bak araştır önce, sonra konuşuruz yine…” “Ne hakkında konuşacağız? Bilecek miyim ne oluyor diye?” “Özkıyımları araştırırsan kimi şeyleri öğrenebilirsin belki; o geniş bir yelpaze içinde çünkü: toplumbilim, ruhbilim, insanbilim, felsefe, müzik, şiir, yazarlar çıkacak karşına… Önüne serilecek tüm yaşamlara başka gözlerle bakabileceksin ama yine de bir kesin yargıya varamayacaksın özkıyım üzerine…” “Yani ben mesela sonuçta Janis’in, Hoffman’ın neden öldüğünü bilemeyecek miyim?” “Belirli yaklaşımlarda bulunabileceksin ama varsayımsal düzeyde kalacak genelde… ve sanırım özelde ‘bilemeyeceksin’…” Şaşkın, kafasını karıştırıp duruyor bizim ufaklık şimdi..