Serpil Canalan
Bursa Devlet Tiyatrosu bu sezonu, oyunlarının birçoğu çeşitli kurumlardan ödüller kazanmış olan, tarihsel konuları kendisine kaynak yapmış usta yazar Orhan Asena’nın “Tohum ve Toprak” adlı oyunu ile perdelerini açtı. Yönetmenliğini Tayfun Erarslan’nın yaptığı, iki perdelik oyunun kalabalık bir oyuncu kadrosu var.
Oyunun Öyküsü:
Tarihi bir dram olan bu oyun; 28 Temmuz 1908 yılında, büyük bir saygınlığı olan Yeniçeri yerine Nizam- ı Cedid’i ordusu kurularak orduda radikal ve sistemli bir revizyon yapma çabaları sürerken, Yeniçerilerin Kabakçı Mustafa’nın kışkırtmasıyla kanlı bir isyan çıkarması ve Padişah 3.Selim’in öldürülmesi sahnesi ile başlar. 3.Selim hayranı olan Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa, Padişahın ölümü üzerine Yeniçerilerin azgın kuvvetini kendi gücüyle bertaraf eder ve Kabakçı Mustafa’nın karındaşı olan Şehzade 2.Mahmut’un tahta geçmesini sağlar. Alemdar, 3.Selim’in ıslahatlarının devamını sağlamaya and içer ve bu uğurda canını ortaya koyar. İlk adım olarak yetkilerini çoğaltmak için 2.Mahmut’tan Sadrazamlık ister ve alır. Ardından da padişahın tüm yetkilerini bıraktığı “Sened-i İttifak” antlaşmasını imzalanmasını sağlar. 2. Mahmut, tahtını ve hayatını borçlu olduğu Alemdar’a karşı bir yandan minnet duyarken bir yandan da padişahlığın kudretini sonuna dek yaşayamamanın verdiği esaret içerisindeki bir huzursuzlukla kıvranmaya başlar. Alemdar, yetkilerini genişletip, devleti hainlerden arındırma hülyaları içindeyken, 2. Mahmut, saltanatından tat alamamakta ve kendi hükmüne ortak olan bu dağlı adama olan tahammülünü giderek yitirmektedir. Ona karşı duyduğu can borcu zamanla nefrete dönüşür. 54 yaşındaki korkusuz bir kahraman olan Alemdar, 24 yaşındaki 2. Mahmut’un vicdanı ve hükümdarlığı arasında bir engeldir artık. Bu sırada, 3.Selim’in karısı ve Kabakçı Mustafa’nın annesi Ayşe Sultan ise, oğlunun yeniden tahta oturması için kanlı planlar hazırlamaya başlamıştır. Alemdar’ı, oğlu Mustafa ve tahtı arasında bir engel olarak gören Ayşe Sultan, onu ortadan kaldırmak için harekete geçerek, saray gözdelerinden olan genç ve güzel Kamertap’ı Alemdar’ı zehirlemesi için gönderir. Ancak işler Ayşe Sultan’nın planladığı gibi gitmez. Çünkü, Kamertap, herkesin düşman bellediği bu kaba, dağlı adama aşık olur ve onu bir türlü öldüremez. Ancak, Yeniçeriler, Enderun, Ulema ve bir kısım halkın desteğiyle yeniden güç kazanarak, intikam almak ister ve 2. Mahmut’un taht koruyuculuğunu yapan Alemdar’ın konağına saldırır. Bunun üzerine saraydan yardımcı kuvvet talep eden Alemdar, bir kurtarıcı bekler. Fakat 2. Mahmut, saraydan hiçbir asker takviyesinin çıkmasına müsaade etmeyerek Alemdar’ı, azgın öfkeli Yeniçerilerin ortasına bir yem olarak atmaktan çekinmez. Terk edildiğini anlayan Alemdar ise, teslim olmak yerine bir sandık dolusu cephaneliği havaya uçurarak, kendisine karşılıksız sadakat eden aşkı Kamertap ile birlikte erdemli bir ölümü tercih eder.
Reji Yorumuna Dair:
Değerli yazar Orhan Asena’nın oyun yazarlığı ve oyunlarına ilişkin yaptığı bir açıklamayı anımsatmak istiyorum.
“Hiçbir oyunumda tarihten yola çıkmadım ben. Günümüzden yola çıktım. Günümüz olaylarıyla, kişileriyle, sorunlarıyla bir çağrışım uyandırdığı anda tarihe yöneldim. (…) Benim zaman içindeki çevrem, Kanuni Sultan Süleymanlara, Simavnalı Şeyh Bedrettinlere, Gılgameşlere dek uzanıyordu. Ama insan aynı insandı. Onların kaygıları, düşünceleri, sorunları, yazgıları… Tarih şaşmaz biçimde nesnel, oyun şaşmaz biçimde özneldir. Birtakım kişiler var tarihte dedim. Bunların hangilerini seçmeli? Elbette günümüzde yaşayanı. Şu adla, ya da bu adla, şu yanıyla ya da bu yanıyla yaşayanı. Yalnızca yaşaması yetmez, bu yaşantı çağımızı, çağımız insanını etkilemeli. Hele toplumumuzu etkileyebiliyorsa daha da iyi. Birtakım olaylar var tarihte dedim: Bunların hangilerini seçmeli? Elbette günümüzde sürüp gideni. Yalnızca günümüzde sürüp gitmesi yetmez, çalkantısı içinde yitirmeliyiz kendimizi, dalgalarında bocalamalıyız, trajik ya da komik dünyanın bir ucundan duyabilmeliyiz yankısını.”
Yazarın yaptığı bu açıklamalar; tarihin yaşanmış tecrübeleri doğrultusunda, insana ve düzene ait olan bir takım durumların, değişmez özelliklerinin tarihi bir olay maskesi altından evrensel bir özle anlatmak istediğini vurgular. Tarihi bu oyun aracılığı ile iktidar hırsı, vicdan sorgulaması, pragmatik düzenin Makyavelist yaptığı insanın değişmez kaderi, bilhassa devlet düzeni içinde dönen entrikalar ve doyumsuz isteklerle süregelen bitmez tükenmez çarpışmaların depremiyle yüzleşiyoruz. Bu yüzden yazarın da değindiği gibi tiyatro için tarih bir çıkış, bir kaynaktır ve tarihi olayların özü insanın değişmez bir takım varlık özelliklerine bir kez daha dikkati çeker/çekmelidir. Alemdar’ın intikam alması ve kendi dünyasının adaletini sağlamaya çalışarak haklılığını ispatlamaya çabalaması; 2. Mahmut’un genç yaşında büyük bir iktidarın içinde var olma ve ona tümüyle sahip olma güdüsü ile kendiyle olan iç çatışması; Ayşe Sultan’nın bir kadın olarak var olan erkek egemen düzende söz sahibi olmak için kirli oyunlarla adeta bir erkeğe dönüşerek güç kazanma tutkusu ve intikam güdüsü ile masum Kamertap’ı kullanması; Amber Ağa’nın etrafında dönen entrika ve ihanetlere karşı susması; Ahmet Ağa, Lala ve İsa Ağa gibi ancak padişahın eteğine yapışarak var olmaya mahkum iktidar dalkavuklukları; Yeniçeri Süleyman’ın isyanının arkasında dürüstçe ve inanarak durarak yoksul ve güçsüz kesimin bir simgesi olması gibi durum ve karakter özellikleri her çağın insanına özgü olan ortak duygu ve değişimlerdir. Yazar tarihte adı geçen bu kişileri ve yaşadıkları insani dürtü ve duyguları geçmiş bir zaman tünelinden günümüzde yaşayan insanın yüreğine üfleyerek, şimdiki zamanın gerçekliği ile bütünleşen kıssadan hisselerin aracılığını yapmaktadır. Peki, Bursa Devlet Tiyatrosu sahnesinde izlediğimiz tarihsel bu oyun , sözü geçen aracılığı ne kadar yapabilmiştir?
Yazar yazdığı oyunlarda “Tiyatro, tarihten ne alır?” sorusunun cevabını aramış ve bizi tarihi olaylar ve kişilerin yaşanmışlıkları ile yüz yüze getirerek evrensel olan bir dolu çıkarım ve mesajla, okuyucu ya da seyirciyi bireysel- toplumsal bir hesaplaşmayla baş başa bırakmak istemiştir. Bu noktada Asena, elbette ki geçmişte yaşanmış bir hikâyeyi anımsatarak tarih ozanlığı yapmamıştır. Ancak, seyrettiğim bu oyunun reji sunumu yazarın yukarıdaki açıklamalarını göz arda etmiş ve zengin bir anlatım biçimine sahip, derin temaların yüzdüğü bu metni çok eksik, katkısız ve en önemlisi de çağımıza yönelik olarak deşifre etmeyi başaramamıştır. Tıpkı bir müsamere havasında, profesyonel olmayan bir tiyatro anlayışı ile hiçbir yorum katkısı ve zorlaması yapmaksızın, görkemli ışık, aksesuar ve göz alıcı kostümlerin aldatmacası eşliğinde metnin sadece okuması yapılmış gibidir. Tiyatro sahnesinde yaratılan dünya, bir oyun metninin okunduğu gibi birebir yansıtılması demek olmadığından; okuyucunun algıladığı ve hayalinde canlandırdığı öyküleme ile seyircinin sahnede gördükleri arasında biçimsel, perspektif farklılıkların olması gerekmektedir. Sahnede ete kemiğe bürünen oyun, metnin nefes alıp veren, canlı, yaşayan bir formu ise seyirci koltuğunda oturan kişiyi, okuyucudan ayırarak onun hayalinde tasarladığı öznel yaratı dünyasının çarpıtılarak; daha zengin, etkileyici kılarak, okurken nüfus edilemeyen boş alanları yeni dokunuşlarla var etmek, sahnelemenin başat amacıdır. Okuyucu bir metni okurken, metindeki veriler çerçevesinde hayalinde kendine özgü bir sahnelemeyi zaten yapar. Bu yüzden gerçek anlamda sahnede, bir hayat öpücüğü ile tekrar can bulacak olan bir oyun, okuyucunun imgelemi ile seyirci olarak seyrettiği ve gördükleri arasında bir farklılık açması gerekir ki tiyatronun gerekliliği anlam kazanabilsin. Yoksa okunan hikâye ya da metinleri sahne üzerinde görmenin bir anlamı olmazdı. Bu anlamda, bu oyun okuyucu kişi ve seyirci kişi arasındaki derin farkı oluşturamamış ve okuyucunun sahne üzerinde beklediği sürprizleri verememiş olduğundan, beklentileri hayal kırıklığına uğratarak tiyatroyu adeta bir okuma sanatı haline getirmiştir.
Oyun, Amber Ağa’nın ışık illüzyonu ile yaratılan bir dehlizden, işittiği fakat anlatamadığı ve hazin bir kanıksama ile biriktirdiği olayları, susturmak zorunda olduğu isyanla dosdoğru anlatması ile başlıyor. Metinde de tasviri geçen dehlizin ışıklarla yansıtılması oldukça etkileyici ve oyun için iyi bir giriş iken; birden bire bu metaforik algı sahneye getirilen tahtla kırılıyor ve gerçekçi bir dünya yaratılıyor. Ve sonrasında da bu gerçekçi anlayış oyun sonuna kadar sürdürülüyor. Bu kırılma neden oldu? Neden oyun fantastik bir atmosferde başlamışken bir anda devinimi olmayan, sabit dekorlarla seyirci zoraki bir gerçekliliğin içine adeta hapsedildi?
Öte yandan kullanılan paravanalar sahneyi zenginleştirmeye ve işlevselleştirmeye yetmemiş gibiydi. Sahne üzerindeki büyük yükseltinin oyuna katkısı bir türlü anlaşılmıyor olduğundan oldukça gereksizdi. Oyunda reji açısından üstünde durulacak yahut irdelenecek bir yorum ve bir değişiklik olmaması sahnelemenin oyuncu ve oyunculukların üzerine yığıldığını göstermektedir. Oyunculuk üslupları birbiri içerisine girmiş ve seyirciyi oyundan koparan bir diğer husus olmuştur.
Seçilen dekor ve kostümlerle gerçekçiliğe birebir uygunluk gözetilmiş ve dönem özellikleri görsel anlamda iyi yansıtılmıştır. Ancak elbette ki kostümde yakalanan bu gerçekçilik ve birebirlik sadece seyirci için anlık bir geçmişe dokunma hissini yaratmaktan başka oyuna işlevsel bir hizmet sağlamadığından oldukça önemsiz kalmıştır. Ne yazık ki göz alıcı kostüm ve ışıklar seyircinin ilgisini kısa bir süre odakta tutabilmiştir. Sonrasında seyircinin oturduğu koltukta gözlerini kapamasına neden olan oyun, bir radyo tiyatrosu dinletisine dönüşmüştür. (Oyunu seyrederken karşılaştığım gerçek bir tespittir.) Oysa, oyun fantastik, metafor kullanımı yaratacak bir dolu ip ucuyla birlikte zengin derin ve alegorik bir anlatım hüneriyle zenginleştirip günümüz insanın dikkatini çekecek, algısını sarsabilecek nitelikte bir metindir. Dramaturjik masa başı çalışmasının özensiz veya yüzeysel yapıldığını düşündüren bu sahneleme, neredeyse hiç eşelenememiş, ters düz edilmemiş ve analiz açısından metinle yeterince hesaplaşma içine girilmediği algısını yaratmıştır.
Oyunda Alemdar, bir kahraman gibi özellikleri çok parlatılarak işlenmiş ve tema bu kahramanın bireysel hikâyesi üzerinde yoğunlaşmıştır. Oyunun bütünü içerisinde Alemdar -Kamertap aşkı, romantik bir melodram havasında ve kullanılan müziklerle daha da duygusal hale getirilerek anlatılmıştır.
Oyunculuklar Üzerine :
Asena’nın bu oyunda yarattığı karakterlerin kullandığı diyalog biçimi; karşılıklı bir konuşma gibi değil; karakterlerin birbirinden bağımsız, her birinin kendiyle konuşur gibi, karşısındakini muhatap almaktan çok, kendi öznel dünyasından dökülen sözcüklerle, bir düşünce baloncuğuna benzetilebilecek monologlarla gibi; bu nedenle yapılacak olan sahnelemenin renkli buluş ve göstergeler ile havada kalmış olan bu diyalog biçimini sunuma yedirmesi ve bütünlüklü bir yoğunlukla seyirciye geçirmesi gerekmekte olduğunu göstermektedir. Ne yazık ki sahnede şahit olunan durum, bunun tam aksine olmuş ve karakterler tıpkı jetonla çalışan bir makine gibi sırası geldikçe duygudan ve gerçekçilikten uzak bir oyunculuk ile otomat bir ezberle acemi tiratlar atarak, oyunu bir okuma provası havası haline dönüştürmüşlerdir. Öyle ki sahnede sergilenen karakterler birbirinden ayrılamamakta ve aslında oldukça zengin olan oyunun karakter skalasının renkleri seçilememektedir. Metindeki oyun kişilerinin her biri olaylar, çatışmalar ve tırmanan gerilimle birlikte ayrı bir iç aksiyona sahip gelişen olaylarla birlikte büyüyen üç boyutlu karakter özelliklerine sahipken, sahnede karşılaştığımız karakterlerin oyun içindeki farklı tonları neredeyse tek bir renk içerisinde kaybolup gitmiştir. Seyirciyi tırmalayan ve sıkan bu durum, sahnedeki oyuncuların bir bakıma reji kurbanı olduğunun da işareti olsa gerek. Bazı oyuncular, metinle ve oynadığı karakter ile hiçbir hesaplaşmaya girmeden, rollerini içselleştirmeden klasik devlet tiyatrosu sesi, oyunculuğu, tavrı ve tecrübesi ile inandırıcılıktan uzak, zaman zaman komik kaçan bir performans sergileyerek yapay bir atmosfer yaratmış ve salonda sürekli bir koltuk gıcırtısı duyulmasına neden olmuşlardır. Öte yandan; sergilenen oyunculuk biçimi açısından, devlet tiyatrosu oyuncuları ile alaylı ya da henüz konservatuar öğrencisi olan oyuncu adayları arasında bir dengesizlik ve ayrı telden çalma durumu göze çarpmaktadır ki bir taraf daha samimi, daha doğalken diğer taraf abartılı, kendini hep tekrar eden tek düze bir oyunculuk sergilemiştir.
Repertuvar seçiminde tercihini genelde tarihi oyunlardan yana kullanan Bursa Devlet Tiyatrosu’nda, seyircisinin perde arasında kaçmasına izin vermeyen, daha başarılı ve akılda kalıcı oyunlar izlemek dileğiyle…