Üstün Akmen
Roma’daki Capitolino Müzesindeki büstünün karşısında kıvır kıvır saçlarına sakallarına bakarak dakikalarca düşündüğümü anımsarım.
Geçenlerde beni bir kez daha düşünmeye zorladı.
Ne yazarmış be!
Okuduğumuz ya da seyrettiğimiz oyunlarını, Atinalı iki yurttaşın kuşların insanları yöneteceği bir kent düşlemelerini anlatan “Kuşlar”ı; Atina adalet kurumlarını eleştirirken ülküsel ve ütopyaya dayanan bir sitenin kurulmasını anlatan “Eşek Arıları”nı; savaş karşıtı “Barış”ı anımsasanıza!
İnce gözlem, çarpıcı soytarılıkla ve tatlı mı tatlı bir şiirle nasıl da kaynaşır!
İnanılmaz bir canlılık ve şaşırtıcı fantezi…
Anladınız elbette, ünlü Yunan Yazar Aristophanes’ten (546-386) söz ediyorum.
Olanın Olması
Kemal Kocatürk, Aristofanes’in İsa’dan çoook önce, taaa 411’de yazdığı ve Atina ile Sparta arasındaki kardeş kavgalarının tehlikesine parmak bastığı “Lysistrata”sında 2500 yıl önce söylenen sözleri güncelleyerek ya da kendi deyimiyle uyarlamaya varan “tarihselleştirme” yaparak, ama bu arada özgün metinden sapmayarak, giderek kurgusunu değiştirip, yeni bölümler ekleyerek bir oyun ortaya çıkarmış.
Oyun, savaşın verdiği zararın, getireceği yarardan çok daha büyük olması temelinde, varoluştan bu yana insanoğlu arasında en büyük zarar gören kadınların, erkeklerinin savaştan dönmelerini beklemekten usanmasını konu ediniyor. Kadınlar, kocalarını yitirmemek için savaşa son vermek amacıyla farklı bir isyan yolu seçiyorlar. Ya savaş bitecek ya da erkeklerle yataklarını paylaşmayacaklardır.
Olanlar oluyor!
Güldürü Gücü Yüksek Etkinlik
2500 yıl önceki espri ya da iletilerin doğal olarak güncelliği kalmadığından, Kemal Kocatürk de “Lysistrata”ya içinde savaş-barış ikilemine ilişkin siyasal taşlamalar, dokundurmalar yerleştirmiş, ama bana sorarsanız Aristophanes tiyatrosunun temel özelliklerinin kılına dokunmamış. (Işıklar içinde uyusunlar) Azra Erhat-Sabahattin Eyüboğlu ikilisinin duru Türkçe kullanımları oyunun akışına hiç kuşkum yok ki önemli katkı sağlamış.
Esasında, Kemal Kocatürk’ün rejisinde biçim ve tarzın görünüşteki bağımsızlığı, bütünün uyumunu bozmuyor. Güldürü gücünü yüksek etkinliğe ulaştırmayı başarıyor. Devinim hızı sorununu da oyuncularının performanslarıyla aşıyor. Bunların dışında, zamanın törelerini, çağdaş kişilerini hicveden metinleriyle “Eski Komedi” türünün en önemli temsilcisi sayılan Aristohanes’in, “Lysistrata”da belirginleşen gözlemlerindeki inceliği gözden uzak tutmuyor. Özgünlük çerçevesi içinde, konuyu bir aşama düzenine göre sistemleştirme kaygısını öne çıkarıyor. Kemal Kocatürk’ün düşsellik ve fantezileri töre ve toplum betimlemelerini vurgulayarak gerçekçilik çevresinde yorumlaması, bence “hayli ilginç deneysel çalışma” olarak değerlendirilmesi gerekiyor.
Barkovizyon Katkısı
Mertol Şalt’ın müzikleri, ilk perde billurlaşmış bir belleğin izdüşümü gibi. Belli bir müziksel kavramı ya da deyimi olabildiğince geniş bir düzlemde değerlendirirmiş, özünde çeşitlilik sergileyen anlatımsal bir bütünlüğe ulaşmış. Gel gelelim ikinci perdede, müziği oyuncuların oyununa fon yaparsa, şarkıların etkilerinin artacağına inandığını sandığım Kemal Kocatürk, Romen havalı sahnelerle ve de dans yoluyla o sahnelerin heyecanını artırmayı arzulamış. Oyuncular davul, dümbelek, trampet, kornet, yan flütle ritim icrasında da başarıya ulaşmış, ama Mertol Şalt’ın müziği bana göre sonuca ulaşamamış. Salima Sökmen’in koreografisindeki adım, hareket, anlatım üçlüsündeki kusursuzluk övgüye hak kazanmış. Canan Göknil’in zevkli ve ışıl-pırıl giysileri, Murat İşçi’nin ışık tasarımı ve Hidayet Öztürk’ün efektleri alkışı hak ederek almış. Kemal Kocatürk dekor tasarımında da, özellikle yan sahnelerin kullanımı ve oyuna eklediği barkovizyonun katkısıyla başarıya imza atmış.
Seyirci Neye Para Veriyor
Oyunculardan Berrin Akdeniz, Çağatay Palabıyık, İbrahim Ulutaş, Gökhan Eğilmezbaş, Hülya Arslan belli ki çok çok ciddi bir çalışma dönemi geçirmişler. Gerek ekip, gerekse kişisel rolleri içinde iyi bir oyun sergiliyorlar. Demet Bozyaka Şalt, Lysistra’yı iyi incelemiş ve iyi çözümlemiş. Şalt, rolünde güzel, zarif, yankılı, renkli ve uyumlu… Bensu Orhunöz, öncelikle sesini bütün etkisini duyurabilecek biçimde seyirciye yaklaştırabiliyor. “Zengin Mutfağı”ndan tanıdığımız Irmak Örnek, gene yanıt atikliğiyle dikkat toplamakta, yanı sıra tiyatroda jesti görgül olarak saptadığını da bu kere kanıtlamakta. Rolünü kurarken jestlere yasladığı davranışları nasıl kullanacağını biliyor artık. Dansı da grup içinde ayrıştırılacak kadar başarılı. Oyun içinde yaşanmış coşkuların kışkırtmış olduğu içsel yönelimlerinin özünü duyumsadığı anda gövdesini aksiyona bırakıyor.
Çağlar Yiğitoğulları, Selçuk Soğukçay, Ayşen Çetiner, Murat Bavli amacından sapmayan oyunculuk örnekleri veriyorlar. Özellikle Doğan Bavli ikinci sahnede Nazan Yatgın ile olduğu tabloda çok iyi. Çağrı Ö. Hun vasatı aşamıyor.
Kemal Kocatürk’ün “Lysistrata”sında eleştirilecek olan tek önemli husus bence oyunun süresi!
Aristophanes’in bir perdelik ve en fazla bir saat on beş dakika içinde yoğrulacak oyununu sünmesi pahasına iki saate yaymanın anlamı ne?
İzleyici oyunun dakikasına para vermiyor ki!