Tülay Yıldız Akgül
Buza keser her taraf
Öylesine buza keser ki…
Yol bilinmez, iz bilinmez
Lal olur diller, donar kalır!
Issızlığın ortasında…
Biri gelir ardından sonra!
Bu sezon Bursa büyük şehir tiyatrosunun ilk oyunu Cevat Fehmi Başkut’un “Buzlar Çözülmeden” oyunu ile açıldı. Oyun karla kaplı bir kasabanın yollarının kapanmasıyla yeni gelen kaymakam ve arkadaşlarının yönetime el koymasıyla başlar. Her şey açıktır aslında. Düzensizlik kol gezmekte, ağababaları köşe başlarını tutmakta, karaborsacılık meslek haline gelmekte, kasaba da aklına gelenin kendi kanunlarını koyduğu bir durum yaşanmaktadır. Bu duruma el koyan kaymakam daha oyunun en başından itibaren seyirciyi yakalar. Bildik bir hikâyedir anlatılan aslında; zamanın donduğu, insanların dondurulmaya çalışıldığı, bürokrasinin her şeyi felce uğrattığı, bu dondurulmuşlukla bizi sarıp sarmalayan buzların içinden biri çıkacak ve buzu kıracaktır.
Bu bozulmuşluk, işlevsizlik işte o gelenin umurundadır. İnsan insana derdini dilekçeyle değil açıkça anlattığında dert sorun olmaktan çıkar. Çözüm kağıt üzerine yazılmakla değil, o kağıda yazdıklarımızı anlatmakla, anlaşılmakla çözülür. Anlaşılmak ve anlamak. Belki de oyunda seyirciyi yakalayan bu duygu durumudur. Her bir söz, her bir oyun seyirci için hem derin anlamlar sunmakta, hem de günümüz Türkiye’sinde yaşanılanları anıştırmasıyla, ilgiyi ayakta tutmayı başarmaktadır. Oyun, 1965 yılında yazılmış olsa da bugüne dair çok şey söylemektedir. Halk yaka silktiği düzenbaz takımından kurtulabilir. Yeter ki gelen kendini, sadece kendi doğrularını doğruymuş gibi görmesin. Dinlemeyi, anlamayı, insanı sevmeyi bilsin.
Oyunda bunu uygulayan bu akılcı çözümleri sergileyen eğer bir “deli” ise buna ne denir? Keşke bizi de “kendini akıllı sananlar değil de deli olduğuna inandırılanlar” yönetse…
“Buzlar Çözülmeden” oyunu seyirciyi öyle içten ve öyle samimi bir şekilde yakaladı ki iki saat boyunca seyirci kahkahaları ya da alkışıyla bunu oyunculara hissettirdi. Bursa Büyükşehir Tiyatrosu’nun oyuncuları oyunun da oyunculuğun da hakkını vermişti. “Deli Çavuş”u oynayan Altuğ Görgü gerçekten izlenmeye değer bir oyunculuk çıkarmıştı. Gerek konuşması gerek vücuduna verdiği hareketler gerekse yerinde ve usturuplu bir şekilde yapılan tekrarlar oyuna çok şey katmış. “Deli Kaymakam” rolüyle Günay Y. Günay, zor bir rolü üstlenmiş. Bu nedenle ister istemez oyunculuğunda rolüne neler katabileceği üzerinde çok düşünülmesi gereken bir rol. Bu nedenle Kaymakam, oyuncuyu zorlayan ondan oyunculuk hünerlerini göstermesini gerektiren bir rol, oyunu okurken de şöyle düşünüyor insan; acaba bu rolde kaymakam deliliğini başta vurgulasa mı? Vurgulamasa mı? Sanırım biraz daha ayrıntıyla işlenmesi, belirli göstergelerin bulunması, özelliğin ortaya çıkarılması gerekiyor. Oyunda, bir kurtarıcı olarak görülen kaymakam halkın da desteğiyle büyük bir yere oturuyor. Bu nedenle de kendi rolünün üzerinde belirli bir formu şekillendirmesi gerekiyor. Ancak yinede, sahneden seyirciye geçen eğer beğeniyse demek ki reji hakkını vermiş oyuncu da gereğini yapmıştır.
Buzlar çözülmeden ekibinde rol alan her bir oyuncu kendine bir karakter bir tip yaratmıştı. Her birinin ayrı bir rengi ayrı bir sesi, seyredilesi bir üslubu vardı. Bu anlamda her bir oyuncu büyük alkışı hak etmektedir.
Oyunun müzikleri için de aynı duyguları söyleyebilirim. Genel anlamda müzik öykünün, sahnelerin, sıkışmışlığın, duyguların, yaşanılanların dile getirilmesinde hem oyuncuya hem de izleyene olanak sunan bir sahne etmenidir. Bu anlam da oyunun müziği buna hizmet etmiştir. Ancak aynı duyguları dekor ve sahne araçları için söyleyemeyeceğim.
Buzlar çözülmeden oyunu bize “buz gibi bir ortam” sunamasa da bu dekor tasarımıyla ilgili bir sorun olarak düşünülmelidir. Sahnenin bu anlamda seyir yerini de göz önünde bulundurularak düşünülmesi ve sahne içinin soğukluğunun biz seyircilere de duyurulmasının gerektiği kanısındayım. Kaldı ki sahneye giren oyunculara dışarısının çok soğuk olduğunun hatta içerdeki dekor parçalarından sarkan buzlar düşünüldüğünde sürekli bu soğukluk duygusunu önce kendisine sonra seyirciye en azından hissettirilmesinin gerekliliğinin altı çizilmeliydi.
Gerçekçi bir dekorda kullanılan malzemeler, yaratılan atmosfer, dekordaki derinlik, sahne üstündeki sandalye, sehpa, masa ve bunların altlarından sarkan buz sarkıtı olarak düşünülen naylon parçaları bu anlamda hiçbir yere oturmamakta ve gereksiz durmaktadır. Soba figürü içerisinin dışarıdan daha sıcak bir yer olduğunu imler ancak eğer dekor parçalarından sarkan buz sarkıtları sobanın yandığı bir yerde de varsa siz düşünün ortamın ne denli soğuk olduğunu. Fakat bu soğukluk o anlamda biz izleyenlere geçmemektedir. Sadece kar makinesinin çalıştığı yerlerde gerçekten her tarafın karlarla kaplı ve bu karda kışta, buz tutan yolların kapalı olduğunu hissedebildik. Bu anlamda ne dekor ne de oyunculuk bize soğukluk duygusunu geçiremedi. Bu durumda da dekor, sadece sahne içindeki oyunculara işlevsel bir alan yaratmış olmaktadır.
Oysa bir oyunun dekoru o oyunun seyircisi için de olanaklar yaratmalıdır. Ya da dekor tam anlamıyla işlevini yerine getirdiğinde seyirci de var olan dekorla kendi düşüncesinde bir ortaklık yakaladığında gerçek işlevini görmüş demektir. Gerçekçi bir oyun olarak izlediğimiz buzlar çözülmeden oyunu, oyunculuk, müzik, kostüm kadar dekor konusunda da daha başarılı olabilirdi.
Sahnenin ortasından aşağıya oyunun geçiş sürecini, yolların karla kaplı olduğunu, dağların arasında sıkışıp kalmışlığı çeşitli görüntülerle sinema perdesine yansıtılmasının oyuna hiçbir hizmet sunmadığını belirtmek isterim. Karla kaplı dağların arasında geçen on beş-yirmi gün gibi bir geçişi zaten oyunun içinde görebiliyor ve oyuncuların sözleriyle de anlayabiliyoruz. O zaman bu perdeye yansıyanlar sadece görüntüden ibaret kalıyor.
Çözümsüz olarak gördüğümüz her şeyin bir çözümü mutlaka vardır. Önemli olan bu çözümü “delice” bir “akılla” yapmak ve bu yapılanları da her şekil de göğüsleyecek bir bilince sahip olmaktır. İyi ya da kötü yapılan her şey eleştiriye açıktır. Yeter ki, neyi neden yaptığımızın mantıklı ve tutarlı bir açıklaması olsun. Delice olsun yeter ki iyi olsun.
Uludağ üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne sanatları Bölüm başkanı olan Prof. Dr. Nurhan Tekerek’in yönettiği oyun Bursa seyircisi için kaçırılmaması gereken, gerek öyküsüyle gerek anlatım diliyle sanırım sezonun en çok izlenen oyunlarından olacaktır. Bursa gibi bir yerde çok fazla oyun izleme (iyi oyun) şansını bulamıyoruz. “Buzlar Çözülmeden” oyunu için hem Büyükşehir belediyesine hem de bu oyunu seçen ekip’e bir izleyici olarak teşekkür ediyorum.
Günümüz Türkiye’sinde etrafımızı saran büyük kocaman bir buz kütlesi oluşturulmakta. Buz soğuktur, buz üşütür, buzun arkasından baktığımızda her şey flu görülür. Bir şeyler görürüz de görmüyormuş gibi davranırız, bir şeyler oluyor da olmuyormuş gibi bakarız. Günümüz politik söylemleri, siyasetçileri, devlet adamları bizi birer buz dağının içine gömüyor ama biz üşüsek de üşümüyormuşuz gibi davranıyoruz. Bu mişli muşlu sözlerin ardı arkası gelmez. Hani yangından ilk kurtarılacaklar sözü vardır ya, işte Cevat Fehmi Başkut’un yazdığı “Buzlar Çözülmeden” oyunu da tam böyle bir sözün üstüne oturuyor. Buzlar çözülmeden kurtarılacak bir şeyler kaldıysa kurtaralım ya da nasıl kurtarabileceğimizi tiyatro sahnesinden bize hatırlatanlara, gösterenlere kulak verelim. İyi seyirler.
Bursa büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu; Tayyare Kültür Merkezi
Yazar; Cevat Fehmi Başkut; Yönetmen; Prof. Dr. Nurhan Tekerek, Dekor; Akın Tezer Tunalı, Kostüm; Bengisu Mukiyen, Müzik; Murat Gedikli, Işık; Cafer Yiğiter.
Oyuncular; Ertan Akman, Günay Y. Günay, Altuğ Görgü, Murat Liman, Eren Topçak, Ebru Ergüç, Uğur Serener, Kazım Güçlü, Müge Açıkdüşünenler, Bülent Uçar, Burhan Narınç, Nihat Çetinkaya, Mehmet Ali Açıl, Emrah Burak Gürbüz, Serdar Soyer, Musa Can Pekcan, Metehan Kaya, Kemal Aydemir, Mustafa Acar, Sinem Akar, Sidal Damar, Seçil Girgin, Gürkan Sargın, Uğur Çakmak.
2 yorum
Öncelikle oyuna olan ilginiz, övgüleriniz ve eleştirileriniz adına tüm ekibim adına teşekkür ederim. Sonra da yanıtlamak istediklerimi sıralamak: Biliyorsunuz Buzlar çözülmeden, Cevat Fehmi Başkut’un Batı Tarzı Tiyatro formunda Altmışlı yıllarda yazdığı eski bir oyunu. Sizin de bildiğiniz gibi bazı oyun metinlerine reji açısından dişi ve yeni şeyler katmak daha kolay, bazılarına da zordur. Bu metin de bu açıdan zor olanlardan biri. Oyun 3 perde yapılandırılmış yazar tarafından ve oldukça uzun tutulmuş. Gereksiz uzunlukta yerler var. Ve biraz da özellikle konu ve içerik açısından ziyade dramaturjik olarak bize şimdilerde eski gelen pek çok yapısal özellikle dolu. 3 perde ve tamamlanması neredeyse 2 saat 40 dakikayı bulacaktı. Oyunu 2 perdeye indirmem gerekiyordu. Ayrıca oyunun yazar finalinin uzadıkça gücünü ve etkisini yitirdiğini düşündüm. Oyunda ciddi ve zorlu bir dramaturji yaptım. Finali daha öne aldım ve Kaymakamın anlattığı son anekdotta: – Bu sualin mühim değil! Siz dışarda kaç kişisiniz? sorusuyla doğrudan seyircide bitirmeye karar verdim. Ayrıca Brecht’in “NE yazık kahraman isteyen toplumlara!” sözünden hareketle köylülerin de üzerine kurdum bir yandan. Nitekim köylülerin protestosuyla başladı ve köylülerin baştakinden daha cesur ve kararlı protesto eylemiyle sona erdirdim. Ancak 2. perdeyi 1. perdeye eklemem gerekiyordu, hem yorum gereği, hem de seyirciyi 2 antractla yormamak adına. Dolayısıyla zaman aşımını vermem gerekiyordu. Bu yüzden sinema tekniğinden faydalanmak istedim. Teknik olarak sinema perdesinin inişi, kalkışı verdiği gürültüden ve dekorun önüne inmesinden ötürü -salonun fiziksel şartlarından ötürü başka şansımız yoktu- eklektik gelmiş olabilir, bunu kabul ederim ama zaman geçişi ve süren kar ve yoksulluğu ve donmuş ama aslında ilerleyen süreğen zamanı başka türlü ifade edemeyeceğimi düşündüm. Arka fonda dijital bir perde, gürültüsüz bir mekanikle de çözümlenebilirdi. Ama mutlaka sinema tekniğini de içine koymak koşuluyla. Film de çekebilirdik oyuncularla 60 ya da 120 saniyelik. Onu yapabilsek çok daha iyi olurdu tabii. Ancak oyunu Eylül’de provaya aldığımız ve hala beklenen kar koşullarının gelmediği göz ününe alındığında, uygun coğrafya ve şartlar bulabilmenin maliyeti de dikkate alındığında biz çeşitli görüntüleri montajlamayı tercih ettik. Çevre düzeni ve tasarıma gelince; Oyunu elden geldiğince seyirciye açmaya ve dekoru soyutlamaya ve minimalize etmeye çalıştık. Kapalı bir oyunun ve eyleme değil de repliklere yüklenen gelişmeye dayalı bir metnin seyirciye nasıl açılacağının problemlerini bir okuldaşım ve meslektaşım olarak siz de çok iyi biliyorsunuzdur. Soyut bir mekan ve soğuk-gri bir renk hegemonyası bağlamında düşündük dekoratör arkadaşımızla… Her zaman düşünülenle gerçekleşenin birebir örtüşmediğini hepimiz yaşamışızdır. Bu ortak düşünce ve tasarım dünyası ancak yıllarca beraber çalışan insanlarda ve ender görülebilecek bir düşünce birlikteliğidir. Düşünce olarak pek çok ortaklıklar kurulabilir. Ama pratiğe geçirilince, pek çok faktörden ötürü farklı gerçekleşimler olabilir. Ek olarak profesyonel çalışmanın getirdiği nadir ve yeni buluşmalar da dikkate alındığında ben yine de ortalamayı yakaladığımızı düşünüyorum. Bu diğer teknik öğeler için de geçerli. Eleştirinizden dolayı tekrar teşekkür eder, ekibim adına sevgi ve selamlarımı iletirim. Oyuna emeği geçen tüm ekip arkadaşlarımı tekrar yürekten kutluyor, sevgilerimi iletiyorum. Prof. Dr. Nurhan TEKEREK, Yönetmen
Ayrıca şunu da eklemeliyim: Yapısal bazı eksiklerine rağmen Buzlar Çözülmeden adlı metnin hala güçlü ve geçerli bir metin olduğunu düşünenlerdenim. Özellikle içerik ve konu açısından. Belki de ekibi ve seyirciyi “ortak iyide ve doğruda” buluşturan metnin bu özelliği ya da başarısıdır. Tekrar teşekkürler. Prof. Dr. Nurhan TEKEREK, Yönetmen