Yaşam Kaya
Mahmut Fazıl Coşkun’u dört yıl aradan sonra görme fırsatını yakaladığımız ‘Yozgat Blues’ filmi, Türkiye sinema tarihinde farklı bir seçimin yankılanması. Özellikle uzun süren ayrılıkların ardından kaliteli bir filmle beyaz perdeye dönen yönetmenler görmek çok az. Coşkun’un ‘Uzak İhtimal’ filmi sonrası Ercan Kesal, Ayça Damgacı, Tansu Biçer ve Nadir Sarıbacak gibi iyi bir kadroyla sinemalarda ses getirmesi, ‘Festival Filmi’ algısından uzaklaşan yönetmen prototipinin doğmasına başlangıç oldu.
Türkiye’de yönetmenler artık ‘Festivallere’ yönelik filmler hazırladıkları için, konunun sıradanlığını önemsemiyor, filmdeki efektleri bir kenara koyuyor. Yüze odaklanmış çekimler, geniş ve de donuk psikolojik çözümlemeler sinemamızı baştan sona esir almış durumda. Yönetmenlerin ve yapımcıların gişe kaygısı yüzünden ortaya çıkan bu algı, festivallerde başarıya/paraya ulaşmak için önemli adım. Festival jürilerini etkilemek güzel olmasına güzel, ama sinema salonlarında seyircileri etkilemek artık o kadar kolay değil. Türkiye Sinemasının, Festival Sineması mantığının bir adım ilerisine gitmesi lazım.
‘Yozgat Blues’ yukarıda sıraladığım durumların dışına çıkan enteresan bir çalışma. Konusu itibariyle insanları cezbediyor. Yavuz ile Neşe arasında başlayan öyküde, İstanbul’un kalabalığı içinde sıradanlaşan iki insanın Anadolu’da aradıkları başarı öyküsü sunulmuş. Müzik öğretmeni Yavuz ile bazı firmalarda ürün tanıtımları yapan Neşe, yaşamlarına bir çıkış bulma adına kendilerini Yozgat’ta bulur. Karşılaştıkları Sabri ise umutları hayalleri olan birisidir. Tek derdi kuaför merkezi açmak olan Sabri’nin Yavuz ve Neşe ile kurduğu bağ, aslında umutların nerede olursa olsun kendini bir şekilde var ettiğini bizlere kanıtlıyor.
Filmde yönetmenin ‘alışılagelmişin dışı’ olgusunu göstermesi, bilinmeyen bir müzik türünün, hayalleri peşinde koşan insanları nasıl şekillendirdiği tartışması, konu boyunca akıp gidiyor. Saklı kalanın içinde hapsolan, başına geçirdiği perukla “öteki hayatından vazgeçen” bir insanın trajedisi, insanların gücü elde ettikten sonra nasıl birbirlerini sattığı gerçeğini örtmemiş. Sonuçta sıradan iki insan, Anadolu’da aranan iki insana dönüşebiliyor.
Ercan Kesal’ın karakterini yorumlamadaki başarısı, Ayça Damgacı’nın donuk yüzüyle bütünleşmiş. Yönetmenin bilinçli tercihi olsa gerek, mekanı göstermeksizin kameranın yüze odaklanması çok yerde can sıkıyor. Ayrıca filmde bir müzik eksikliği var. Keşke bu film ‘festival’ mantığının dışında, ‘gişe’ mantığında çekilmiş olsaydı. O zaman bırakın Türkiye’nin en iyisi olmayı, dünyanın sayılı filmlerinden birisine dönüşebilirdi.
‘Yozgat Blues’ kendi dünyası içinde arayışlara yönelen insanları aynı potada eritmiş. Seyirci olayların akışında tozpembe Anadolu öyküsüne dalmıyor, aksine imkansızın başarısına doğru katedilen tırmanışı yaşıyor. 2013 bitmeden mutlaka bu mükemmel filmi izleyin. Kesinlikle pişman olmayacaksınız.