Tiyatro D22'den "Yirmi Beş"

Pinterest LinkedIn Tumblr +

1112201370YPRE_cmeKoyJD4[Şalom Gazetesi’nden Melis Sürücü’nün D22 grubu ile yaptığı röportajı okuyucularımızla paylaşıyoruz.]

Geçtiğimiz sezon Kuledibi’nde kurulan ve ilk oyunları ‘Bent’ ile 2012-2013 Sezonu, XIII. Direklerarası Seyirci Ödülleri İstanbul Oyunları arasında ‘En İyi Prodüksiyon’ seçilen Tiyatro D22’nin yeni oyunu ‘Yirmi Beş’i izlemeye gittim.

Koltuklarımıza oturmaya çalışıyoruz, her yer zifiri karanlık. Bir Anadol arabanın kaputu açık. Bir akü, bir tüfek, bir bıçak, bir su şişesi, bir bez parçası, iki fener ve iki insan. Biri gazeteci (Emir Çubukçu), diğeri asker (Can Kulan). Her birinin geçmişe dönüşlerinde karakterlerine ışık tutuyor diğerinin fenerleri. Kanadıkça içleri, anlaşılıyor geçmişten gelen yaralarının sebepleri.

Gazetecinin ve askerin tek ortak özelliği, yapmak istemedikleri işleri yapmak zorunda kalmış olmaları. Yapmak istemediği şekilde haberler yapıp, o haberlerin altına kendi adını yazmak zorunda kalan bir gazeteci. Zorunlu hizmetini tamamlamak amacıyla askere Doğu illerimizden birisine giden ve terhisine az bir zaman kalan bir asker. Bir türlü bozuk aküsü yerine yeni aküsü bağlanamayan araba üzerinden, gazetecinin ve askerin hem birbirleriyle çatışmalarını hem de kendi iç çatışmalarını izliyoruz. Başarılı oyun metni, çatışmaları ilmik ilmik işlemiş. Geçmişlerinin onlara yüklediği yükler mi onları diri tutuyor? Erkek olmak ne demek? Sevgisiz kalmak?“Biz kimiz? Ben kimim? Ne zaman biz olduk?” Hem iç çatışmalar hem de dışarıdan seslerini duyduğumuz yoğun fiziki çatışmalar arasında güldüğümüz an’lar da oluyor tıpkı hayat gibi. Facebook, Google, Uzman TV yardıma koşuyor gerektiğinde.

İlk sürpriz oyuncunun sahneye girişi ile yeni bir boyut kazanıyor oyun. İkinci sürpriz oyuncunun (Berkay Ateş) performansına şapka çıkarmak gerek. Tüylerim diken diken oluyor, boğazım düğümleniyor, gözlerimden yaşlar süzülüyor… Asmin ismi aklıma kazınıyor. Bir ilkokul sınıfı, sınıf öğretmeni ve Barış Manço şarkısı ‘Arkadaşım Eşek’i söyleyen Asmin’in sesi.

Yiğit Sertdemir’in yönettiği, Berkay Ateş’in yazdığı oyunda dört oyuncuyu alkışlıyoruz allak bullak bir biçimde. Bu oyundan sonra bir kez daha düşünüyoruz askerliği, gazeteciliği, Kürt meselesini, onlar dediklerimizi ve her gün olanları. Biz ve onlar demeden, en geniş pencereden.

İlk oyununuz Bent’ten sonra yeni oyununuz Yirmi Beş’i sahneye koydunuz. Yönetmeniniz Yiğit Sertdemir ile nasıl bir araya geldiniz?

Emir: Yiğit Hoca ile yollarımız konservatuarın son senesinde kesişti. O yıl hocamız oldu. Daha önceden yazar, yönetmen ve oyuncu olarak takip ediyorduk işlerini, ama hocamız olunca hem yakından tanıma fırsatı bulduk hem de beraber çalıştık. Mezun olduktan sonra, tiyatroyu açmaya karar verdiğimiz dönemde de birçok konuda görüşünü ve tecrübelerini paylaştı; bir noktada danışmanımız oldu. Yirmi Beş özelinde ise; Berkay metni yazmaya başladığı andan itibaren yönetmen olarak çalışmak istediğimiz kişi Yiğit Hoca’ydı. Kendisine gittik, kendisiyle beraber çalışmak istediğimizi birçok defa söyledik. O da kabul etti ve yönetmeniz oldu. İyi ki de oldu. Çok şey öğrendiğimiz, çok şey paylaştığımız bir dönem oldu, bunu açıkça söyleyebilirim. Bence Yiğit Hoca bizi sadece oyuncu, tiyatrocu olarak değil; insan olarak da büyüttü.

Oyun metnini seçme süreci nasıl gelişti?

Can: Berkay yaklaşık bir yıl önce metnin ilk altı sayfasını bize okuttuğunda Emir’le heyecanlandık. Yazılış sürecini bildiğimiz ve bizden birinin yazdığı bir metni seçmek çok da zor olmadı aslında.

Emir: Berkay bize, üçümüz için bir oyun yazmaya başladığını söylediğinde ve oyunun hikâyesi anlattığında heyecanlandık. O günden itibaren de oyunu yazmayı bitirmesini beklemeye başladık. Bitirdi, okuduk ve çok beğendik, “bunu oynayalım, bizim hikâyemiz bu” dedik. Bir tiyatronun ikinci oyununu yeni bir yazarın ilk metninden seçmesi konusunda endişelerimiz vardı ancak hikâyenin kuvveti ve oyuna olan inancımız sebebiyle bu şekilde bir karar aldık.

Oyunun adı neden Yirmi Beş? Oyunu henüz izlemeyenler için kısaca oyundan bahseder misiniz?

Can: Oyundaki karakterlerin yaşlarının yirmi beş olması sebebiyle oyunun ismi de böyle oldu. Ama bu, onların belki de tek ortak yanı.

Berkay: Oyun yirmi beş yaşın güzelliğini ve bu yılların elimizde olmadan bizden nasıl çalındığını, muhabirin ve askerin kırık dökük bir araba ile kendi gerçeklikleriyle yüzleşmek için kaçma hikâyesini anlatıyor. Ancak kendi gerçeği ile o anda yüzleşen başka biri geliyor, o toprağa ait olan. Kısaca, farklı yollardan aynı yolda denk gelmenin hikâyesi.

Emir: Üç genç insanın kendi seçimleri olmayan durumlara maruz bırakılmış olmaları ve insanlıklarıyla bu durumlara karşı durma çabaları oyunun merkezini oluşturuyor. Bu merkezden hareketle birçok yan konu da var tabii ki oyunda. Ancak temel olarak ‘politika’nın, bu coğrafyanın politikasının bu hâliyle insanı nereye götürebileceğine dair objektif bir karşı çıkış. Bunu, yazarın bir arkadaşı olarak değil, bu metni oynamayı seçmiş bir oyuncu olarak söylüyorum. Yoksa tabii ki metnin içinde birçok anlam, değinme var. Ama bunları oyuna gelen seyircilerin kendilerinin değerlendirmesi benim için daha önemli. D22’nin kurucularından biri olarak söyleyebileceğim ise, bu oyun bizim hikâyelerimizden bir hikâye. Anlatmaya devam edeceğiz.

Yirmi Beş birden fazla katmanlı bir oyun. Oyun metni çok güçlü. Kürt meselesi, kimlik meselesi, en temelde insan olmak… En öne geçen mesele sizce hangisi? Neden?

Emir: En öne geçen mesele senin de değindiğin ‘insan olmak’ meselesi bence. Daha doğrusu insan olmanın bu coğrafyada bir mesele hâline gelmiş olması. Bu çabanın, bireylerin toplumsal konumu, dili, dini ne olursa olsun üzerlerinde yarattığı tahribat.

Berkay: Bu üç karakter de en başta insan. Kimliklerinden, inançlarından öte insan. Ama tabii koşullar her şeyi belirliyor. Oyun, çoluk çocuk herkesin ölmesine bitmek bilmeyen bir kavgaya karşı belki de durun diyor.

Oyunun ışık tekniği de izleyicinin ilgisini çekiyor. Oyuncuların birbirlerini el fenerleriyle aydınlattığı bir sahne… Işığın bu şekliyle kullanımı sadece bir teknik değil de sanki bir metafor gibi. Oyunu beraber izlediğim arkadaşım Aslı’nın deyimiyle “Sanki ışık tutarak izleyiciye ‘Ey izleyici, anlamak için senin de karanlığa böyle ışık tutup bakman lazım, yoksa anlamak kolay değil’ diyerek olan biteni sadece göstermeye çalışmak…” Asla gözüne sokmayarak, oldukça yalın ve samimi bir şekilde. Neler söylemek istersiniz?

Emir: Işık tekniği, yönetmen olarak Yiğit Hoca’nın seçimi. Alışılagelmiş tiyatro ışık tasarımından farklı olduğu için her izleyicinin kafasında ayrı bir algı yaratması normal ve güzel. ‘Gösterme’ konusunda ise tamamen haklısın. Bir şey söylemek değil, var olanı göstermektir amacımız ve var olan gerçeğe dayanıyorsa, zaten bir şey söylemiş olur. Bu söylem herkes için aynı değildir muhakkak. Yani herkes aynı şeyi söylemez ama herkes aynı şeyi görür. Gerçeği. Önemli olan bu bence.

Can: Yukardan verilen sahne ışığı seyircinin gerçeklik algısını kırabileceği için böylesine sahici, güncel ve bizden bir mesele söz konusuyken doğal ışık kaynakları tercih edildi. Bunun bir bütün içinde nasıl göründüğü ve ne anlattığı da tamamen seyirciye kalmış. Bence tiyatronun güzelliği de burada. Zaten oyunun metninde de rejisinde de seyirciye ‘bakın bu sorun böyle çözülür’ gibi bir tavırdan ziyade sadece göstermekle yetinmeyi seven bir bakış var. Işık tekniği için de aynı şeyi söyleyebiliriz.

Oyunun yazarı olarak Berkay’a sormak istiyorum. İnsanın kendi yazdığı bir oyunda oyuncu olması nasıl bir şey? Neler hissediyorsun?

Berkay: Hem büyük bir sorumluluk hem de büyük bir heyecan. İlk yazdığım metin bu. Ancak daha güzel olan, oyunu çalışırken kendi yazdığım duygulardan ve düşüncelerden daha farklı hissediyor olmam. Bunda Yiğit Sertdemir’in katkısı çok büyük. Hep daha derine daha gerçeğe ilerledik ve benim için bu, çok daha keyifli bir hâle geldi. Kendi yarattığım bir dünyada bilmediğim sokaklara düşmek gibi.

Yirmi Beş için hazırlanırken veya prömiyerde başınıza gelen enteresan bir olay var mı?

Emir: ‘Yirmi Beş’in her anı enteresan, her anı özel benim için. Ama geriye döndüğümde, çalışma sürecinden aklımda kalan en kuvvetli anı, suskunluklarımız. Dört insanın sustuğu hiçbir şey söylemediği uzun anlar.

Can: İlk aklıma gelen o arabayı son iki günde ustaları ikna etmeye çalışarak, tatlı dille ama fena bir stresle, onların başında durarak parçalara ayırtmaya çalışmam. Neden koskoca arabanın bölünmesinin son iki güne kaldığı konusunu hiç açmıyorum. Bir de arabanın parçalarının merdivenlerden sahneye taşınma macerası var tabii ki.

Berkay: Benim sahneye çıktığımın daha ikinci gününde Emir’in yüzüne elim çarpması sonucu burnunu kırmış olmam en enteresan olaydı!

Yirmi Beş ile ilgili aldığınız en güzel yorum nedir?

Emir: ‘Abi siz ne yapıyorsunuz ya?’ (iyi anlamda)

Can: İnsanlardan anlattığımız meselenin ne kadar insani bir yönden ele alındığını ve oyunun taraf tutmayıp sadece gösterdiğini duyduğumuzda mutlu oluyoruz.

Şalom Gazetesi okurlarıyla geçtiğimiz mayıs ayında paylaştığımız söyleşide Bent oyunundan bahsetmiştik. Hem Bent hem de Yirmi Beş konuları bakımından oldukça vurucu. Üçüncü oyununuzda da meselesi olan bir oyun seçeceğiniz düşüncesi kalıyor izleyicide. Ayrıca Tiyatro D22 bir gün bir komedi oyunu üzerinden bir toplumsal meseleyi anlatacak mı?

Emir: Sadece üçüncü oyunda değil, bütün oyunlarda meselesi olan bir oyun seçeceğiz. Biz buna karar vermedik. Ama böyle olacağını biliyoruz. Başka bir şey yapmak elimizden gelmiyor. Bir komedi üzerinden derdimizi anlatacağımız gün muhakkak gelecektir. Bu çok yakında olabilir. Birkaç sene sonra da olabilir. Esas olan hikâyedir. Bizi etkileyen hikâye nasıl anlatılmışsa biz de ona uyarak sahneye taşırız. Bunun biçimi komedi de olabilir dram da. Ama oyuncu olarak Komedi oynamayı özledik bence. Olsa da oynasak.

Can: D22 kurulduğunda sokakla bağı olan bir tiyatro yapmak istediğimizi söylemiştik. Sokakta da ‘mesele’ var. Yani bizim için dediğiniz gibi meselesi olan oyunlar kaçınılmaz bence. Başka türlüsü aklıma gelmiyor açıkçası. Oyunların türü ya da anlatım biçimi tabii ki değişebilir. Komedi, müzikal ya da bir performans da olabilir, yeter ki bir derdi olsun…

Yirmi Beş Aralık ayında olduğu gibi, 2014 yılında da sahnelenmeye devam edecek.

Şalom

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.