Kemal Oruç*
Yaklaşık on yıldır çok farklı coğrafyalarda binlerce çocukla eğitim çalışmaları yaptım. Bu yazımda, eğitim çalışmaları yaptığım çocukların barışa bakış açısını ve sanatın çocuklardaki barış algısına etkisini, gözlemlerime dayanarak, anlatmaya çalışacağım.
Peki ya Barış?
Çocuklarla eğitim çalışmaları yaparken “Çocuklar, bana savaşın resmini yapabilir misiniz?” derim ve çocuklar inanılmaz detaylarla savaşın resmini yaparlar. “Şimdi bir savaş doğaçlaması yapıyoruz.” derim ve kurallarıyla birlikte, birçok detayı içeren, her birinin adını bildikleri, çok çeşitli silahların kullanıldığı bir savaş doğaçlaması yaparlar.
İşte burada savaşın bütün dünya insanlarına, henüz çocukken, nasıl da tanıtıldığını görüyoruz! Savaş çocukların kafasında ne kadar somut ve gerçek…
Başka bir gün “Bana barışın resmini yapar mısınız?” derim; önce birbirlerine bakarlar ve genellikle dünya etrafında Türk bayraklarıyla el ele tutuşmuş çocuklarla ilgili resimler yaparlar. “Barışı canlandırıyoruz.” dediğimde ise ya hiçbir şey yapamazlar ya da sadece birbirlerine sarılırlar.
Barışla ilgili yapılan resimler ve canlandırmalar bana hep Pollyannaca ve çok soyut gelir.
Pollyanna deyince, masallara da kısaca değinmek gerekir. Masallarda hep ezilen, kurtarılmaya muhtaç olan kadındır ve onu mutlaka bir erkek kurtarır! Ezilen kadının ise çoğunlukla tek kurtuluşu bir prense(emperyalizme ve kapitalizme) eş olmaktır.
Peki ya sonra?
Yine en büyük gözlemim şudur: Çoğunlukla çocuklar, barışın, mutlaka savaştan sonra gelen bir şey olduğunu düşünüyor. Sistemler çocuklarda savaş algısını henüz küçük yaşlarda yaratıyorlar.
Peki biz barış algısını ne kadar yaratabiliyoruz?
Okullar Olağan Hapishanelerdir
Oyun insanların evrensel dilidir ve bu dili en iyi çocuklar konuşur. Çocuk bütün dünyayı oyunla öğrenir ve isteklerini en çok oyunla yansıtır.
Devletler daha kolay yönetilen insanlar yetiştirmek için eğitim sistemini kullanır. Baskıcı eğitim sistemlerinde, oyunlarla büyüyen çocuk 5,5 yaşına geldiğinde bir sıraya oturtulur ve eğitim hayatı boyunca, yaklaşık 16-20 yıl, o sırada oturur.
O sıra, oyunu elinden alınmış olan çocuğun ilk hapishanesidir. Sınıf duvarı bir başka hapishane, okul duvarı bir başka; okulun dış duvarı, dikenli teller hepsi birer hapishane…
Her şey zamanında yapılmalıdır, yoksa ceza verilir. Günün çoğu zaman içinde sunulan standart kurallara uyulmakla geçer. İstediğin zaman istediğin şeyi yapamazsın.
Kendimizi bir türlü ifade edemediğimiz durumlarda sinirlerimiz bozulur. Çocuk kendisini en iyi bildiği dille, oyunla, ifade edebilecekken, henüz 5,5 yaşında bu dil ondan alınır ve bu da yönetilmeye muhtaç insan olmanın ilk ve en önemli adımıdır.
Çocuklarda en büyük (ve anlamsız) çatışmaların da bu yaşlarda başladığını düşünüyorum.
Üniversiteler ülkemizde bilim adamı değil, kapitalizme hizmet etmek üzere “işi bilen işçiler” yetiştirmek için çalışıyor.
Hayatı boyunca ilk hapishanesinde, sırada, oturmuş bireyler kapitalizme hizmet etmek üzere eğitim hayatını tamamlar ve iş hayatıyla birlikte artık bir masaya oturur. Emekli olana kadar da zamanını bu masada, meslek hapishanesinde, geçirir. Haftanın 5-6 günü, günde en az 8 saat (işe gidiş gelişle birlikte 10-12 saat) bu hapishanede geçer. Yorgun beden elbette bolca uyumak ister…
Peki ne zaman yaşayacağız?
Diğer bir taraftan, günlük eğitim süresinin, mesleklerde, standart mesai süresiyle aynı olması tesadüf mü?
Medya ve Şiddet
Çalıştığım çocuk gruplarına hep şu küçük deneyi yaparım: Büyük ve sert hareketlerle, “Çocuklar, biliyor musunuz, az önce ne oldu? Bakkalla manav birbirine girdi. Manav bakkala bir yumruk attı ve bakkalın suratı dağıldı. Burnundan nasıl kan geldiğine inanamazsınız.” derim. Sonra grubu birkaç dakika serbest bırakırım ve bir köşeden sessizce gözlemlerim. Yavaş yavaş şakayla başlayan itişmeler kısa sürede sözel/fiziksel şiddete dönüşür.
Bu küçük deneyde çocuklarda gözlemlediğimiz şiddetin temelinde yanlış aile yaşantısı, olumsuz sosyal çevre, medyadan birebir yansıyanlar, ağır şiddet içeren bilgisayar oyunları ve siyasetçilerin tavırlarının olduğunu düşünüyorum.
Siyasetçi tavırları mı? Evet, siyasetçi tavırları… Çocuklar siyasetçilerden çok korkuyor ve onları çok şiddetli buluyorlar. Drama dersindeki doğaçlamalarda siyasetçi rolünü oynayan çocuklar bu şiddeti en doğal haliyle yansıtıyorlar.
Barış Sineması
Birçok film türü var. Özellikle savaş filmleri çokça beğenilir. Savaş filmi önerisi istenildiğinde çoğunlukla birçok film adı verilir. Peki barış filmleri? Bir düşünün, barış filmi denildiğinde kaç tane film adı söyleyebilirsiniz?
Öyleyse, diğer bir soruda şu olmalı: Sanat da, bu şekilde, çocukta savaş algısının çoğalmasına sebep olmuyor mu?
Barış, çocuk filmlerinde/çizgi filmlerde, bir savaştan sonra iyilerin kötüleri yenmesi yoluyla çocuklara iletilir. Peki kim iyi, kim kötü ve bunlar neye göre?
Savaş kapitalistlere çok büyük paralar kazandırırken, bütün bunlar, halihazırda militaristler yetiştirmek için mi var yoksa?
Direniş ve Çocuk
Direniş öncesinde bir çocuk polis rolünü oynadığında, polisi, suçluları yakalayıp halkı koruyan kişi olarak yansıtırdı; klasik “Seni polise veririm!” tehditlerine rağmen. Direnişle birlikte çocuklar ya polis rolünü oynamak istemediler ya da polisi, öldüren ve zarar veren kötü kişi olarak yansıttılar.
Direniş boyunca ve sonrasında yandaş medya, polisi olumlu göstermesine rağmen farklı coğrafyalardaki çocuklar halkın büyük direnişini desteklediler ve polisi karşılarına aldılar. Bu, çocukların kararı oldu. Medyaya rağmen. Çocuklar aptal değildir ve yaşantılar yoluyla çok çabuk öğrenirler.
Sanat ve Çocuk
Sanatların temelinde oyun vardır. En karmaşık ve çatışma içeren bölgelerin çocuk gruplarında bile düzenli yapılan sanat eğitimlerinde iletişimin güçlendiği ve bir barış ortamının kısa sürede sağlandığını gördüm.
Sanat yoluyla çocuk, elinden alınan dili, daha da estetik bir şekilde yeniden kazanır. Gerçekten sanatla birlikte hayatını geçiren insanlar topluma yönelik çalışmalar yapmaya başlar. Bunun neden böyle olduğu çok basit bir şekilde ifade edilebilir: Sanatın temelindeki oyunla birlikte, oynayan insan kendini keşfeder ve bu keşifle birlikte çevresine neler sunabileceğini bilir. Aslında oyun bilen/oynayan kişi kendisine oyun arkadaşı aramaktadır.
Sanat ve barış iki kardeştir. Zaten sanatçıların çoğunluğu savaş karşıtıdır.
Oynayan insan mutludur ve oyun arkadaşlarını da mutlu eder; dolayısıyla sanatçı da toplumu mutlu etmek ister.
Bu sebeple kapitalist sistemler sanatı da ele geçirmek ister. En iyi örneğiyle ortaçağı düşünün. Yüzlerce yıllık ortaçağ boyunca tiyatro sanatı yasaklandı; ama bu dönemde tiyatroyu bizzat kilise, dini öğretilerini yaymak için kullandı.
Çocukları herhangi bir sanattan, örneğin tiyatrodan, derslerinden geri kalmasın, diyerek uzak tutarız. Öyle ya çocuklar 16-20 yıl ders çalışıp meslek sahibi olup paralar kazanacak ve belki zengin de olacak. Neden sanatçı olup aç kalsın, değil mi?
Sanatta para yok, derler hep. Bunu şu örnekle açıklamak isterim: Çocukken oyun oynadığımız sırada annemiz bizi yemeğe çağırırdı ve biz bir türlü oyunu bırakıp yemeğe gitmez istemezdik. Yani bizim için oyun yemekten önce gelirdi.
Gerçek sanatçılar da fazla parayla değil, (temelinde oyun olan) sanatıyla mutludur. Kapitalizm tüm dünya insanlarına daha çok para sahibi olmanın mutluluk getireceğini dikte eder. Bu sebeple herkes zengin olmak/kariyer yapmak için uğraşır (Medyaya maruz kalan çocuklar da daha fazla oyuncak sahibi olmak ister).
Sanatıyla yaşarken bir insan, neden yettiğinden daha fazla paraya ihtiyaç duysun ki?
Anne-babalara İki Soru
Çocuklarınızı zamanının sahibi olan, hayatını istediği gibi yaşayan, elindekiyle yetinmeyi bilen, mutlu bireyler olarak mı yetiştirmek istiyorsunuz?
Öyleyse oyun ve sanatı onun hayatından eksik etmeyin.
Kapitalizme yem olacak bir insan yetiştirmek istiyorsanız da formül çok açık: Ondan tüm zamanını ders çalışarak geçirmesini isteyin; oyunu ve sanatı ondan uzak tutun!
İşte size muhteşem bir köle adayı!
*Tiyatro Eğitim Derneği Başkanı
www.kemaloruc.net