[İpek İzci’nin Radikal gazetesinde yayınlanan yazısını paylaşıyoruz.]
Camiaya ‘Dur Bi Dakka!’ oyunuyla merhaba diyen Paso Tiyatro, bu sezon ‘Ne İstediniz?’le selamlıyor seyirciyi. Her iki oyunu da hem yazıp hem yöneten Apo Kaya’yla kurucusu olduğu Paso Tiyatro’yu konuşmak üzere bir araya geldik, Diyarbakır’da çocuk olmak nedir bir kez daha hatırladık…
“Aklında isimleri tutma, kimin geldiğini sorarlarsa ismini söyleme!” 80’lerde, Diyarbakır… Sekiz çocuklu bir ailenin en küçüğü Apo, sık sık bu cümleyi duyuyor annesinden. Evlerinin sürekli basıldığı yetmezmiş gibi, yan komşunun MİT’çi olduğundan şüpheleniliyor. Kendisine söyleneni yapıyor ancak bu durum, hayatının geri kalanında hiçbir ismi aklında tutamaması şeklinde kronik bir vakaya dönüşüyor.
Bir kış günü Cihangir’de karşılıklı oturduğumuzda, beni bir sonraki görüşmede çok büyük bir ihtimalle tanımayacağını açık yüreklilikle söylüyor. Yeniden tanışırken bana düşense ismimi ve ne amaçla buluştuğumuzu ayrıntılı bir şekilde anlatmak olacak. İşbu yazı, Paso Tiyatro’nun kurucusu Apo Kaya’nın Diyarbakır’dan İstanbul ’a uzanan hikâyesidir…
‘Acaba ben şizofren miyim?’
“Bana aniden kendi adım sorulduğunda bile kalakalıyorum. ‘Ne İstediniz?’de isimleri unutan o kişi bizzat benim yani. Yenemedim bunu, yok. İstanbul’dayım artık, o günler geride kaldı ama insan kendinden kurtulamıyor. Lisede filan da Hizbullahçılar insanların üzerine jiletlerle, satır sallamalarla saldırırdı. Bakardık ki bir olayın içindeyiz, koşmaya başlardık. Hep bir gerilim… Bir eniştem Silvan Devlet Hastanesi başhekimiyken faili meçhul cinayetle öldürüldü. Hastane lojmanındasın; görüyorsun vurulanları, çatışmadan gelenleri… Bunları nasıl atlatacaksın? Polisten zaten çok korkardım, Gezi’de daha da korkmaya başladım. Üzerimde çocukluktan kalma çok hasar var kısacası… Bunlar, parça parça, oyunlarımda yer alıyor bir şekilde…”
Apo Kaya, şimdilerde neyse ki güzel bir heyecan yaşıyor: Hem yazıp hem yönettiği yeni oyunu; ‘Ne İstediniz?’… Komşusunun evinde günlerce çalan telefon sesinden rahatsızlık duyan gazeteci Suzan, evde kimsenin olmadığı bir an, apartman görevlisiyle birlikte eve giriyor. Telefonu açıp merakını gidermek isterken de kendini eli silahlı bir adamın karşısında buluveriyor. Daha fazla anlatıp işin sürprizini bozmayalım ama Kaya’nın tanıdığı şizofrenik vakaya sahip insanların, bir şizofreni hastasının anlatıldığı bu oyunun yazılmasına vesile olduğunu belirtelim. Hatta çok depresif olduğu bir dönemde halisünatif şeyler gördüğünü ve “Acaba ben de şizofren miyim?” diye korktuğunu anlatıyor Apo Kaya: “Çok düşündüm bunu ama sonradan geçti… Tekrar gelir mi bilmiyorum ama kafam takıldı bir şekilde. Tabii bu kadar kapsamlı bir şey yaşamadım ama onların içten içe ne yaşadığını, ne gördüğünü merak ettim.”
‘Kürtçe öğretmediler’
18 yaşına kadar Diyarbakır’da kalan Kaya, 1995 yılında İstanbul’da yaşayan ablasının yanına gelince, Çevre gazetesi satıyor yollarda. Bir sonraki yaz geldiğinde ise Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin sınavını kazanıyor ve şehre yerleşmeye karar veriyor. Kazanmasa, Diyarbakır’dan kalıcı olarak çıkmak aklına bile gelmezmiş, öyle diyor: “Kaçıp kurtulmak gibi bir düşünce aklına gelmiyor çünkü o sana doğal geliyor. Bunun içinde yaşıyorsun, bunun içinde büyümüşsün. O durumları yaşarken, içindeyken ne kadar etkilendiğini fark etme şansın yok.”
Yedi kardeşinden geriye sadece üçünün kaldığı trajik hikâyesinin belki de en olumlu gelişmesi, 11 yaşındayken Diyarbakır Şehir Tiyatrosu’nda çocuk oyuncu olarak sahneye çıkması. Yıllar sonra bu kez Müjdat Gezen’den mezun olduğunda, dört yıl Mustafa Alabora’nın asistanlığını yapıyor, ardından kurumun Cihangir şubesinde eğitmenliğe başlıyor. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin genel sanat yönetmenliğini yapmışlığı ve o arada Levent Kırca Tiyatrosu’nda ‘Ateşin Düştüğü Yer’ ve ‘Gereği Düşünüldü’ oyunlarında oynamışlığı da var… Babası memur olduğundan kimse ona küçükken Kürtçe öğretmemiş. Şu an anadiliyle ilişkisi ‘anlıyor ama konuşamıyor’ düzeyinde, ancak bu tabii onun Mezopotamya Kültür Merkezi’nde Kürtçe oyunlar yönettiği gerçeğini değiştirmiyor.
Apo Kaya, yıl 2011 olduğunda ise Türkiye tiyatrosuna yeni bir özel tiyatro kazandırıyor. Adı: Paso Tiyatro. Sahneledikleri ilk oyun ‘Dur Bi Dakka!’da kısa bir süre oynadı ancak sahneden çok rejiyi, şimdilerdeyse yazmayı daha çok sevdiğinden kayıtlarda ismi, oyuncu olarak değil, yazar ve yönetmen olarak geçiyor.
‘Dramla komedi birbirinden ayrılamaz ki’
Hülya Demirtaş’la el ele verip Paso Tiyatro’yu kurduklarında aklındaki tek şey, artık bir şekilde uçmak, başka bir yerde, başka bir alan oluşturmak gerektiği düşüncesi… “Daima tiyatro yapalım dedik, o yüzden adını Paso Tiyatro koyduk” diye de ekliyor. Ekip, oyunlarını Mecidiyeköy’de Tiyatro Karnaval’ın Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Sahnesi’nde sahneliyor. Elbette ki kendi sahneleri olsun istiyorlar ancak bir açıdan da başka bir grupla dirsek bağlarının olması onlar için mutluluk verici. Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Sahnesi birkaç yıl kapalı kalınca, seyircinin unuttuğu bir mekân. Apo Kaya, “Bu sahneyi seyirciye hatırlatmak için Tiyatro Karnaval’la birlikte çalışıyoruz” diyor.
Mekânda sahnelenen ilk oyun da, Derya Karadaş’ın performansıyla öne çıktığı ‘Dur Bi Dakka!’ydı. Bir meleğin, yanlışlıkla, bir türkücüyle bir kadının ruhlarını birbirlerinin bedenlerine sevk ettiği oyun için “Onda da benim çocukluğum vardı” diyor Kaya: “Bizim ailede ölümler fazla olduğu için çocukken meleklerin hata yaptığını düşünürdüm. Bence çok yanlış bir şeyler oluyordu yukarıda, bir şeyler karışıyordu… Bir de çocukluğumdan beri, olaylara gülme eğilimim var. Çok trajik bir şeye de gülüyorum ben. Dediğin gibi savunma mekanizması olabilir. Şimdi Türkiye’deki doğu-batı meselesini anlatan ‘Biz’ diye bir sinema filmi yazıyorum, ablamın ölümüyle başlıyor. 13 yaşımda aşağıdayım, bisiklet sürüyorum. Ve biri düşüyor balkondan. Ablam. Ertesi gün alt komşumuz Kezban Abla yas evinde olayı çok üzgün bir şekilde şöyle anlatmıştı: ‘Ay banyodan çıkmıştım, saçlarımı kurutuyordum, bir baktım Seval geçti.’ Kezban Abla bunu anlattı, herkes daha yüksek sesle ağlamaya başladı, ben puahaha! Ailede kimse o durumu görmedi, ben gördüm, karşı duvara birinin çarptığı ve öbür tarafa çarpıp yere yığıldığını sadece ben gördüm. Arkadaşına ‘Dur, balkondaki halıyı çekeyim’ diyor, ayağı kayıp tepetaklak aşağı iniyor. Kaza. Çok saçma bir ölüm değil mi bu? Buna gülünmez mi? Ablamın hikâyesini anlattığımda, hem gülüp hem ‘Tövbe ya, ayy sen de ne kadar garipsin, nasıl güldürüyorsun bununla bizi’ diyorlar. E gülün! Gülün yani rahatlayın! Dramla komedi birbirinden ayrılamaz ki. Hayat zaten bu kadar da komik! Ben acı yönünü tabii ki unutamam ama bir o kadar da trajikomik gelir bana. Şaşırıyorlar ama ben böyleyim. Ablamın lafıdır, iyi özetler, iyi toparlar: ‘Herkesin kaderini Allah yazmış, bizimkini Kemalettin Tuğcu.’ Valla aynen öyle…”
Didem Balçın, Olgun Toker ve Lila Gürman’ın başrollerini paylaştığı ‘Ne İstediniz?’ 4, 11, 17, 18 ve 25 Ocak tarihlerinde Mecidiyeköy’deki Tiyatro Karnaval, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Sahnesi’nde izlenebilir.