Ömer Özdinç
Tiyatro Boğaziçi içinde çalışanlar tiyatrosu konseptinin süreklilik arz ettiğini söylemek bir hayli güç. Bu kavramın ilk ortaya atıldığı yıllardan bu yana prodüksiyon üretimine bakılarak böyle bir yargıya ulaşmak pekala mümkün.
Son bir yıla bakıldığında ise, düzenli bir çalışmanın ancak dönemsel olarak ve bir ölçüde sağlanabildiği görülecektir. Askerlik ve militarizm teması üzerinden bir oyunlaştırma süreci olarak da ele alınabilecek bu 10 aylık çalışma periyodu, bu yazıda kronolojik olarak ele alınmakta ve dönem muhasebesi çıkarılmaya çalışılmaktadır.
Son 10 aya geçmeden, başlangıçtaki var olan durumun izlerini sürmek için biraz daha geriye gidelim:
Çalışan tiyatrocular bölgesinde, en son 2011 başında Şirket Hikayeleri prömiyeri yapılmış, o tarihten itibaren son çalışma döneminin başlangıcı olan 2012 yazına kadar oyun sergilemek dışında herhangi bir sahne üzeri pratik örgütlenememişti. Bu uzun aralıkta yapılan tek ortak çalışma, teorik okumalardı. Çalışan tiyatroculardan bir kısmının ön ayak olduğu “oyunlaştırma, senaryo yazımı ilkeleri ve kurgu teknikleri” konulu kuramsal okuma çalışmaları 2011 yazında üç aylık periyotta tamamlanmıştı. Süreç değerlendirmesi için Bülent Sezgin’in yazmış olduğu rapora bakılabilir. [1]
2011 güzünde ise, bir BGST projesi olarak tasarlanan Karşılaşmalar oyunu gündeme geldi. Şirket Hikayeleri’nde yer alan kalabalık çalışan kadrosunun ancak bir kısmı Karşılaşmalar sürecine dahil olabildi. Diğer bir kısmı ise ya hepten tiyatroyla ilgisini kesti ya da farklı teatral başlıklar içinde yer buldu.
Karşılaşmalar projesi planlandığı şekliyle Mayıs 2012’de İKSV’de prömiyer yaptı.
İzleyicilerden gelen eleştiriler doğrultusunda, yaz aylarında oyunun yeniden ele alınması ve yeni sezonda da sergilenmeye devam edilmesi gündeme geldi. Öte yandan direk reprodüksiyona girişilmezden evvel, eğitim-araştırma ile prodüksiyon bağlantısını kurmaya dönük bir atölye çalışması yapılması kararı alındı. Yalnız bu atölyede projede öncülük edenler, profesyoneller olmayacaktı. Zira onların sezona yetiştirecekleri bir başka oyun projesi daha vardı. Atölyede ve reprodüksiyonda yer alacak kadronun ağırlıklı bir kısmı yine aynı çalışanlardan oluşuyordu. Dolayısıyla tüm Tiyatro Boğaziçi çalışanlarının yeniden bir araya gelmesi, tekrar eski günlerdeki gibi yığın olarak çalışma örgütlemesi zor görünüyordu.
Şirket hikayelerinden sonraki bu uzun ve atıl dönem ardından 2012 ağustos ayına gelindiğinde kritik soru kapıyı çaldı: Çalışanlar tiyatrosu bölgesi uzun zamandır ortada yok, tasfiye mi ediliyor?
Çalışma şartları ve diğer özel hususlar da nedeniyle Karşılaşmalar sürecinde yer almayan çalışan üyeler bu soruya cevap vermek için bir araya geldiler. Beş kişilik bir grup, uzun zamandır rafa kaldırılmış olan minimum çalışma düzeneğini yeniden tesis etme taahhüdü verdi. Haftada bir gün yapılacak çalışmalarda önceki senelerde sık sık tekrar eden disiplin sorunları, hobi faaliyeti olarak tiyatro ve üretimsizlik problemlerinin üzerine gidilmesi kararı alındı. Bu noktada her geçen gün tahrif olan çalışma ilkelerinin yeniden hatırlanması elzem görünüyordu.
Aynı dönemde, Karşılaşmalar reprodüksiyonu öncesi yapılan eğitim-araştırma atölyesinde de benzer konular ele alınmaktaydı. Her ne kadar çalışan bölgeden atölyeye katılım, atölye grubundan da çalışan bölgeye aktarım olamamış olsa da; en azından çalışma notları ele alınarak çalışma ilkeleriyle ilgili temel noktalar gündemleştirilmişti.
İlk çalışmalarda ön hazırlık, vücut çalışması ve ülke/tiyatro gündemi noktaları ele alındı.
Ön hazırlık konusunda beş kişinin tümünün, birilerinden hazırlık beklemeden zaten hazırlıklı gelmeleri gerekiyordu. Ne tür bir hazırlık yapılacağına dair beş kişilik grubun kendisi belirleyici olacak, kimse kimseden bir şeyler beklemek durumunda olmayacaktı. Değerlendirmelerin çalışma başlıklarının hemen ardından kolektif olarak yapılması da buna hizmet edecekti.
Her çalışma vücut çalışmasıyla açılacak, beden eğitimi şeklinde değil de ritüelistik bir şekilde belli bir disiplin ve konsantrasyon içinde yapılacaktı. Çalışma yerinin belirlenmesinden tutun, temizlik ve düzenin sağlanması ve gecikme durumlarında yaptırım konularına kadar konuşmak gerekiyordu. Daha önce tolere edilebilen pek çok nokta artık daha dikkatle ele alınacaktı.
Benzer bir şekilde, her çalışma başlangıcında ülke ve tiyatro gündemine dair belli güncel konuların ele alınması gerekecekti. Zira dışa dönük olma iddiasında olan bir tiyatro topluluğu için olmazsa olmaz olan bu norm, haftada bir gün bir araya gelen çalışanlar için daha da elzem görünüyordu.
Sahne çalışmasının amacı, kolektif oyunlaştırma yöntemi ile bir anlatıdan, öyküden, ya da metinden yola çıkarak bir sahneleme önerisi oluşturmak olarak belirlendi. Bunun için çalışmaya katılmayı taahhüt eden beş kişiden öneri talep edildi. Nevzat Eser, askerliğini yeni tamamlamıştı, yaşadıklarından yola çıkarak askerlik anıları etrafında ilerleyen bir anlatı fikri getirdi. Daha önceki olumsuz deneyimlerden hareketle, hangi fikrin üzerinden ilerleneceği konusunda uzun uzun tartışmak yerine verili olanda oyunlaştırmanın nasıl olacağına odaklanmak gerektiği sonucuyla süreç başlatılmış oldu.
Çalışma düzeneğiyle ilgili olan kısım net kurallara bağlandı. 12 çalışma olarak bir periyod belirlendi, katılımcıların en fazla bir devamsızlık hakkı tanındı. İkinci devamsızlığı yapan katılımcı çalışmalara katılamayacaktı. Devamsızlık konusu önceki senelerde özellikle de geniş kadrolu ve uzun vadeli çalışmalarda çalışmanın sürdürülmesini tehdit eder noktalara kadar gelmiş dayanmıştı. Öte yandan, dar kadrolu, iş yükünün dengeli dağıldığı bir çalışmada devam sorunu daha da yıkıcı sonuçlar doğurabilirdi.
Çalışma henüz tazeyken değerlendirmelerinin katılımcılarla yapılması, notlarının alınması ve aktarım, tarama, okuma dahil tüm belgelerin bir blog açılarak arşivlenmesi kararı alındı.
Okuma-araştırma çalışmaları, tema belirlendikten sonra hem temaya dönük hem de oyunlaştırma teorisine dönük tasarlandı.
Temaya dönük olarak tasarlanan okumalar militarizm üzerine odaklanıyordu. İlk etapta akla gelenler akademik düzeyden daha ziyade anlatı düzeyindeydi. Mehmedin Kitabı (Nadire Mater), Har (Murat Uyurkulak), Sürüne Sürene Erkek Olmak (Pınar Selek) kitaplarının bireysel ve/ya toplu okumaları yapıldı. İnternet üzerinden askerlik anı ve anlatıları ve askerlik lügatı taramalarına girişildi. Askerliğini yapmış olan yüzlerce kişinin anılarının toparlandığı askerleranlatiyor.blogspot.com gibi kaynaklara başvuruldu. Bu tür okumalar kadronun -kapalı bir alanda sınırlı bir zamanda icra edilen- askerlik konusunda gözlem eksikliğini gidermeye dönük -katılımcılar içinde askerlik yapmış sadece bir kişi vardı- bir ön çalışma olarak düşünülüyordu.
Oyunlaştırma üzerine tiyatral okuma olarak, ilk akla gelen önceki sene (2011 yaz ayları) tamamlanmış olan okuma-araştırma dosyasıydı. [2] O dönemki oluşmuş teorik birikimin, yeni çalışma dönemiyle bir şekilde köprü kurması gerekiyordu. Dosyanın içinde neler var sorusuna Bülent Sezgin’in hazırladığı dönem raporundan alıntılayarak cevap verecek olursak;
‘Bu çalışma sürecinde David Edgar’ın “Bir Oyun Oluşturmak” adlı makalesi, Ömer Faruk Kurhan’ın “Kolektif Oyunlaştırmaya Giriş” adlı makalesi, Sevda Şener’in Yaşamın Kırılma Noktasında Dram Sanatı adlı kitabı, Anton Çehov’un Martı adlı oyunu, İbsen’in Nora-Bir Bebek Evi oyununun toplu okuması yapıldı. Yapılan bu çalışmaların sonuçları, Bülent Sezgin’in “Oyun Yazımı ve Kolektif Oyunlaştırma 1: Masalın Biçimbilimi, Oyun Yazımı ve Kolektif Oyunlaştırma 2: Bir Senaryo Yazmak” ve Ömer Özdinç’in “Olay Örgüsü mü, Karakter mi?” adlı yazılarıyla kamuoyu ile paylaşıldı. ‘
Aslında bir bakıma oyunlaştırma çalışmasını önceki senenin bir devamı olarak görmekte fayda var. Zira geçen sene teorik okumasını yaptığımız oyunlaştırmayı pratikte şimdi uyguluyor oluyoruz.
Konuyla alakalı yakın tarihli Ömer Faruk Kurhan’ın Oyun Kurma Sanatı [3] ve Kolektif Oyunlaştırmada Anlatının Önceliği[4] makaleleri okuma programına alındı.
Yapılan tartışmalarda öne çıkan nokta, oyunlaştırmanın çok farklı yolları olduğu ancak kolektif oyunlaştırma yönteminin politik imasının dikkate değer bir avangart yönelimin konusu olduğu oldu. Dolayısıyla önceki senelerdeki hatalardan ders çıkarmak isteyen katılımcıların, katılımcılık ve üretkenlik anlamında avangart bir duruş içinde var olmaları gerektiği not edildi.
Kolektif Oyunlaştırmada Anlatının Önceliği makalesinde ise ‘Kolektif oyunlaştırmaya yönelen bir grubun, öncelikle olay örgüsü içeren, oyun yazımı ya da sahnelemeye ilişkin imgelem hakkında güçlü ipuçları verebilen taslak-anlatı kurma yeteneğini açığa çıkarmaya, geliştirmeye dönük bir çalışma yürütmesi gerekir.’ denmekte idi. Bu noktanın daha önceki oyunlaştırma çalışmalarında yeteri kadar vurgu aldığı söylenemez. Dolayısıyla yaratıcı taslak-anlatı çalışması özellikle bu oyunlaştırma sürecinde eldeki malzeme de dikkate alındığında gerekli görünüyordu.
Eldeki ilk anlatı şöyle başlamaktaydı:
‘Cemal iyi bir üniversiteden mezun olmuş, mezun olur olmaz multinational bir firmada işe girmeyi başarmış bir gençtir. Çevresindeki herkesin telkinlerine rağmen 2 sene tecili dolar dolmaz askere gitmeye karar verir. Hesabını yapar, istatistik bilimine ve mezun olduğu okula güvenerek iyi bir yerde askerlik yapacağına inancını pekiştirir. Askerlik yapacağı yer Şırnak çıkar. Kendi de dahil herkes panik olsa da Cemal delikanlılıktan ödün vermez ve esprileriyle gülmelerle asker yolunu tutar.’
Bir yandan öneri olarak sunulan anlatının başlangıç düzeyinde fikir verdiğini ancak yol haritası konusunda yeterli olamadığını görüyor, öbür yandan Karşılaşmalar oyunlaştırmasında benzer taslak-anlatı oluşturma süreçlerinin yaşandığını biliyorduk. Bu noktalardan hareketle oyunlaştırmada kullanılacak taslak-anlatı çalışması dönemine girildi. Eksiksiz bir şekilde her katılımcıdan anlatı yazması talep edildi.
Her katılımcı oyunun içinde yer alabileceğini düşündüğü anlatıları (Ana karakter Cemal, onun geçmişi, çevresi, sevgilisi, askerlikte karşılaşacağı insanlar ve anekdotlar hakkında) yazmaya girişti. Karşılaşılan sorunlar;
Anlatılar genellikle kısa oluyor, bütün oluşturma çabasından ziyade anlara ve kesitlere odaklanıyordu. Anlatı, fazlasıyla karakterin içsel dünyasına gömülü kalabiliyordu. Yani karakterin eylemlerinde anlatının her hangi bir karşılığı olamayabiliyordu.
Genel olarak kullanılan dile bakıldığında ise sanatsal bir etki uyandırmaya dönük tasarlanmadığı görülüyordu. Halbuki böyle olduğunda oyunlaştırma için gerekli olan imgesel uyarılar bir türlü canlanmayacak ve ortak bir imajinasyon harekete geçmeyecekti.
İlk etapta ortaya çıkan anlatılar sorunlu olmakla beraber zaman içinde ilerleme yaşandığı söylenebilir. Ancak, yazılan pek çok taslak-anlatıdan sahneleme aşamasında faydalanılmasına rağmen anlatı oluşturma konusunda daha fazla yol alınması gerektiğini de unutmamak gerekiyor.
Ortak bir anlatı evreni yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladıkça oyun modelinin ne olacağı sorusu sorulmaya başlandı. [5]
Genel itibariyle; Cemal’in askerlik kararıyla beraber gidişinden dönüşüne kadar karşılaşabileceği manzara ve vukuatlar kronolojik olarak bir olay örgüsüne oturtulmaya çalışılıyordu. Ancak cevaplanması gereken iki soru vardı: Cemal’in başından geçenleri neden ve kime anlattığı ve hangi parçaların anlatılmak üzere seçildiği.
Cevapların oluşturulması bir hayli vakit aldı. En son karar kılınan nokta şöyleydi. Cemal, insan kaynakları biriminin terfi için hazırladığı sürpriz sınavda, tiyatro sahnesinde seyircileri bir saat kadar yerinde tutabilmek için bir anlatıya ihtiyaç duyar: Tekdüze hayatında ilginç olabilecek bir tek askerlik anıları vardır. Seyirciyi salonda tutabilmek için zoraki eğlenceli başlayan askerlik anıları, Pandora’nın kutusunun da ister istemez açılmasıyla beraber yaşananların ağırlığını hissettirmesine neden olur. İnsan doğasının sınırlarını fazlasıyla zorlayan bir süreç olarak askerlik ciddi tahrifatlar yaratmıştır. Katlanılabilir bir pratik olarak gördüğü askerlikte, Cemal, herkesten biraz farklı olarak kafasını kullanmayı akıl eder. Ancak akıl edip de askerlikten yırtmaya çalıştığında ise başını beladan kurtaramaz. Bu basit izlek, oyun yapısını kurmaktadır. Bu izlek içinde hangi parçaların seçimin yapıldığı konusu kadronun politik tercihleriyle de birebir alakalıdır. Yani, basit izlek içinde yer alması muhtemel parçalar temel insani değerlerin militarizm baskısı altında ne tür bir evrim geçirdiği ile örtüşüyordu.
Baştan 12 çalışma olarak konan ilk dönem biraz da uzatılarak Bgst içinde bir sergilemeyle tamamlandı. Sergileme arifesinde oyunun neredeyse üçte birlik bölümüne metin ve sahne olarak girilmiş, yüzde 90’ına yakınının ham taslak-anlatısı oluşturulmuştu. Oyunun akışı ve temel izleği ise, neredeyse elde hazır denilebilirdi.
Üç ana sahne hazırlanmıştı. Birincisi ön oyun olarak düşünülebilecek; Cemal’in sürpriz terfi sınavında seyirciyi salonda tutabilmek için askerlik anılarını anlatmaya karar verdiği sahne. İkincisi Cemal’in sevgilisi ve arkadaşlarının askerliğe uğurlama sahnesi. Üçüncüsü ise, askerliğin ilk günlerinin sekanslar halinde hızlıca sergilendiği sahne. İlk iki sahne metin yazımı yoluyla oluşturulmuş, üçüncüsü ise anlatıdan yola çıkarak kadronun sahne üstü doğaçlamalarıyla şekillenmişti.
İzleyenlerin yorumu oyunculuk enerjisi anlamında canlı bir sergileme olduğu şeklindeydi. Mizahi bir oyunun hazırlanmasında sahne üstünde belli bir kumpanya havasının oluştuğu, ancak meselenin parodileştirilmesinin zaman zaman dramaturjik derinliği zedeleyebileceği belirtildi. Bu konuda daha önceki Tiyatro Boğaziçi çalışmalarından bir tanesi olan Egemen’in Masumiyeti süreci hatırlatıldı. Askerlik gibi bir temada oyunlaştırma yaparken olası bir dramaturjik yüzeyselliğin önüne geçebilmenin kolektif bir dramaturji çalışmasıyla ancak mümkün olabileceği belirtildi.
Ayrıca sahne üstünde üç farklı üslubun var olduğu hatırlatıldı.
İlk girişte stand up mizahını anıştıran anlatıcı bölüm, ikincisi tek mekanda zamansal olarak lineer bir akışı olan bir sahne, üçüncüsünde de dört erkek oyuncunun sahneden hiç inmeden hızlı askerlik sekanslarını oynadıkları zaman ve mekan sıçramalı bölüm. Burada kurulan üsluplardan hangisi üzerinden gidilecek? Bu soru nasıl bir tiyatro oyunu olacağına dair cevaplanması gereken temel bir soru olarak kondu.
Netice itibariyle, bu temel yorumları dikkate alarak oyun kurma çalışmalarına devam edilmesi tavsiye edildi.
Sergileme sonrası kadro iç değerlendirmelerine bakıldığında bir nokta uyarıcıydı. Sahne üstü canlılığı konusunda belirleyici olan oyunculuk tecrübesinin ön planda olmasıydı. Ancak oyunlaştırma kavrayışının kadroda tam olarak olgunlaştığı söylenemezdi. Dolayısıyla devam eden süreçte de üzerine gidilecek en temel nokta yine oyunlaştırma çalışmaları olacak gibi görünüyordu.
Yeni dönem için kadrodan yeniden taahhüt alındı. Takvimlendirme yapılırken yeni hedef İATG’de deneme gösterimi olarak kondu. Kadronun oyuncu ihtiyacı için arayışa girildi, ancak tam sonuç alınamadı.
Sergileme sonrası dönemde zaman zaman metin yazımı zaman zaman doğaçlamadan hareketle yeni sahnelere girildi. Mart sonuna kadar, oyunun kalan üçte ikilik bölümünün yarısına kadar gelinmiş oldu.
Bu ikinci dönemde, oyunlaştırmayla ilgili var olan bir çok anlatı içinden elemeler yapıldı. Genellikle Cemal’in hem tanık hem öznesi olduğu durumlar ve anlatılar tercih edildi.
Cemal’in hikayesindeki temel izlek olan Pandora’nın kutusu metaforu; yani askerlik ilerledikçe eğlendirici askerlik anılarının yerini insan doğasının sınırlarını zorlayan uygulamaların alması durumu akış içinde oluşturulmaya çalışıldı. Dolayısıyla ikinci dönemde girişilen yeni sahnelerde Cemal’in hikayesinde bir kırılma olacak, askerliğin eğlendirici tarafları yanı sıra anlatılmasından imtina edilen yaşanmışlıkları da seyirciyle kurulan samimiyetle ifşa edilecekti. Böylelikle parodileşme riski de doğal olarak bertaraf olacaktı.
Üslup konusunda ise; bahsi geçen üç farklı üslubun biri seçilip diğerlerini ona benzetilmesi yerine üçünden de bir şeyler almaya ve dramaturjiye uygun yeni bir üslup ortaya çıkarılmaya çalışılacaktı.
İkinci dönemin kapanması mart ayı sonuna tekabül etmektedir. Kadro içinden bir arkadaşımızın ailevi sağlık sorunlarıyla ilgilenmek durumunda kalması nedeniyle çalışmalara katılamayacak olması dönüm noktası oldu. Zira arkadaşımız hem Cemal’i canlandırmakta hem de oyunlaştırmada ağırlıklı sorumluluk almaktaydı. Belli bir süre yaşanan belirsizliğin ardından arkadaşımızın çalışmadan düşmesi netleşti.
Kadro, kadro içinden bir başka oyuncuyla çalışmaların sürdürülmesi ve İATG programında yer alınması yönünde refleksif bir irade gösterdi. Ancak bu kararın çok da gerçekçi olmadığı yaklaşık üç hafta gibi bir zaman dilimin ardından fark edildi. Zira aşağı yukarı tüm sahnelerde yer alan bir karakter söz konusuydu. Ana karakterin var olmadığı hemen hemen tek bir sahne bile yoktu. İATG gösterimi iptal edildi.
Projenin ilk ortaya atıldığı günlerde bahsi geçen, çalışan tiyatrosunda oyunların tek kişi üzerine kurulmasının zorluğu ve/veya olası riskler ta sonunda gerçek olmuştu. Zamanında kadro, bu uyarıları dikkate almamış, ‘Neden olmasın, kişi sorumluluğu alıyorsa pekala mümkün’ denilerek dışardan belirleyenleri hiç hesaba katmamış ve süreç sonuna gelindiğinde aşırı iyimserliğinin kurbanı olmuştu. Güya risk alınmıştı. Ama bu patlaması pekala olası ve öngörülebilir bir riskti.
Aslında ikinci dönem İATG sergilemesine oyun yetiştirme kaygısının ağırlıkta olduğu bir dönemdi. Mümkün olduğunca yeni sahnelere giriliyor ve oyunun bütününe ulaşılmaya çalışılıyordu. Ancak bu durum sahne üstü reji ve dramaturji faaliyetlerine yoğunlaşma fırsatı vermiyordu. Ayrıca prodüksiyon altyapısı ve teknik çalışmasına dair herhangi bir sorumluluk alınmıyordu Bu handikaplarla nasıl bir sergileme olurdu hayal etmek güç. Ancak kolektif çalışmalarda pragmatik süreçlerin hayır getirmediği de bir gerçek. Belki de bu noktalar İATG öncesine tarihi kesilmiş olan bir BGST sergilemesinde ciddi olarak gündeme gelecekti. Bilemeyiz.
Üçüncü dönem ise; oyunlaştırmanın tek kişi üzerinden ilerleyen yapısını yıkıp çok kişili farklı bir oyun modelinin kurulma arayışlarının tartışıldığı dönemdi. Evet, elde anlatılar mevcuttu. Sahneler, sinopsisler ya da metinler vardı. Ancak tüm bunlar ana omurga olan Cemal’in ana izleğine bağlıydılar. O omurga olmadan tüm malzemeler ne anlam ifade ederler bu konu tartışmalıydı. Ayrıca var olan oyun modelinin kurulması bayağı zaman almıştı, onu yıkıp yenisini kurmak bir o kadar daha belki ondan daha da fazla zaman alacaktı. Bu bir ihtimal tabii. Ancak zamandan ziyade, kadro içinde oyun modeli konusunda yaratıcı önerilerin bir türlü ortaya çıkmaması daha etkili oldu. Üzerine tartışılabilen tek öneri, Cemal karakterini başka başka oyuncuların farklı sahnelerde oynaması şeklindeydi, ki bu teknik buluştan öteye gidememişti. Velhasıl bu dönemle beraber oyunlaştırma çalışmalarının sahne üstü ayağını dondurmaktan başka çare kalmadığı anlaşılmış oldu.
Bu durum çalışmaları bitirmek anlamına gelmeyecekti. Haftalık düzenli çalışmalar, var olan sahnelerin dramaturji tartışmalarının yapılmasına ve tematik okumalarının derinleştirilmesine fırsat verecekti.
İlk etapta kadro çalışılmış sahnelerin dramaturjileri üzerinden belli tartışmalar yürüttü. Bunlardan en önemlisi, özellikle askerlikle ilgili bir oyunun konjonktürle ne derece paslaştığıyla ilgiliydi. Oyunlaştırma çalışmalarının başladığı Eylül ayından itibaren ülke konjonktürü sürekli değişiklik gösteriyordu. Başlangıçta savaşın yoğun sürdüğü bir ortamdan bahsedebiliyorken barış sürecinin devreye girmesiyle son dönem öncekine zıt bir ortam şekillenmişti. Bir uçtan diğer bir uca yaşanan bu değişimle beraber, süreç içinde pek çok defa git gel yaşandığı da bir gerçek. İster istemez, konjonktürün kaygan zemini üzerine ‘güncel’ bir oyun inşa etmek yerine, militarizmin evrensel bir tema olarak ele alınmasından başlamak daha anlamlı olacaktı. Zaten bu süre zarfında kadro askerlik, militarizm, erkeklik gibi kavramları zamana ve mekana bağımlı olmaksızın ele alma taraftarı olmuş, bu da oyunlaştırmada yol alırken ister istemez kendini göstermişti.
Önemli soru: Cemal, askerliğini ne zaman yaptı? Bu soruya, son 10 yıllık çatışmalı dönem içinde sanal bir tarih aralığında diye cevap verilebilir. Zira anlatılar oluşturulurken okunmuş askerlik anılarının tümü kendi içinde bir değişim de barındırmakta olan bu 10 yıla aitti. Dolayısıyla net tarihler vermek yerine muğlaklaştırma yoluna gidilecekti.
‘Artık barış süreci var, oyun gündem dışı kaldı’ gibi şekilci bir yaklaşıma verilebilecek en iyi cevap; binlerce erkeğin hayatının belli bir döneminde yapmak zorunda olduğu, kökleri yüzyıllar öncesine dayanan, ekonomik, sosyal, politik olarak toplum içinde kurumsallaşmış olan militarizm olgusunu yüksek siyasette aramak kolaycılığı neden? Bırakalım, büyük cümleler kurmayı da sıradan olana bakalım, şeklindeydi. Militarizm sadece yüksek siyaset düzleminde hüküm sürmüyor çünkü, askerlik ve erkeklik deneyimleriyle ve anlatılarıyla kendini gündelik hayatta yeniden üretiyordu.
Zaten oyunlaştırmada kullanılan anlatılar da sıradan askerlerin yaşadıkları üzerineydi. Cemal’in sıradan hikayesinde de, savaş durumu aktif bir müdahil olarak yer almıyordu da, hep arka planda kendini hissettiriyordu. Yani, illaki gündemi yakalayan bir oyun olabilmesi için savaşın oyunda bir oyuncu olarak boy göstermesi gerekmiyordu.
Tematik okumalarla ilgili olarak, kadro bu dönemde aslında uzun zamandır eksik bırakılan bir alanı yeniden oluşturulacak ve böylelikle politik arka planı derinleştirilecekti. Serpil Sancar, Erkeklik: İmkansız İktidar kitabının Askerlik, Militarizm Ve Erkeklik makalesi, Nurseli Yeşim Sünbüloğlu derlediği Erkek Millet Asker Millet kitabının neredeyse tümü, Cenk Özbay, Türkiye’de Hegenomik Erkekliği Aramak makalesi, Pınar Öğünç Asker Doğmayanlar kitabının bireysel ve/ya toplu okumaları ve tartışmaları yürütüldü. Ayrıca cinsiyet değiştirme operasyonu ile askerlik kapsamına giren bir kişi ile akademik olmayan bir sözlü tarih çalışması yapıldı. [6]
Üçüncü dönemde yapılan tüm bu çalışmaların belki oyunlaştırma sürecinin öncesinde belki onunla beraber bir şekilde yürütülmesi gerekiyordu. Zira okunan metinlerde ve söyleşilerde işlenebilecek pek çok nokta daha olduğu zaman içinde anlaşıldı. Ancak haftada bir günlük çalışma periyodu içinde yapılabilecekler kimi zaman sınırlı kalabiliyor. Hele ki, taahhüt edilen bir sergileme söz konusu olduğunda, önceliği sahne üstüne vermeniz elzem olabiliyor.
Bugünden bakıldığında ‘yapılması gerekiyordu’ diyebilecek pek çok nokta daha olacağı kesin. Bunlardan bir tanesi en başta konulan çalışma düzeneğinin tesisinde etkili olan disiplin anlayışından taviz verilmemesi gerektiği. Çünkü en başta konulan belli normların zaman içinde yıprandığını görebiliyor, bu normları prodüksiyon pragmatizmi ile çoktan rafa kaldırmış olabiliyoruz. Kadronun katılımcı yürütücülüğü ve avangart yönelim ister iş hayatının baskılaması ister başka özel nedenler diyelim ortadan kaybolabiliyor. Bu noktalarda, ısrarcı olacak birilerinin mutlaka kadroda var olması, çalışmanın geleceğinin de bu ilkelerin etrafında çalışma yürürken konu edilmesi gerekiyor.
Gelinen son noktada, yaklaşık 10 ay boyunca sürdürülen bir çalışma başlığının yukarda özetlendiği şekliyle rafa kaldırılması söz konusu. Dikkatle bakıldığında olası bir oyunun üçte ikilik bölümünün metninin ve sahnelemesinin tekrar ele alınmak üzere hazır olduğu görülür. Yoğun mesai alan ve çalışmanın önemli kazanımlarından bir tanesi olan taslak-anlatı toplama/oluşturma sürecinin işlenmeye açık ciddi bir malzeme havuzu yarattığı söylenebilir. Ayrıca özellikle son dönemde yapılan askerlik, militarizm ve erkeklik başlıklı aydınlanma çalışmalarının yazılı ve sözlü aktarımlarının da istendiği takdirde yapılabileceği belirtilmeli.